"Siktir!"
Jungkook'un ağzından çıkan acı dolu küfürle ellerim titredi. Gözlerim dolarken birini öldürdüğüm düşüncesi tüm hücrelerimi sarstı.
"Öz-özür dilerim." dedim alt dudağım titrerken. Ona söyleyebileceğim tek cümle buydu sanırım. O bir anda üstüme gelince korkup ona bıçağı saplamıştım ve şu an hıçkıra hıçkıra ağlamak üzereydim.
Ne yapacağımı bielmeyip bıçağı geri çektiğimde Jungkook bir sürü küfür yolladı evrene. Yüzü kıpkırmızıydı ve iki büklüm olmuştu.
"Ah, gerçekten acı vericiydi." dedi Jungkook nefeslerini düzene sokmaya çalışırken. Ona korkarak bakarken kaşlarımı çattım. Onu bıçaklamama rağmen neden kan akmamıştı?
"Kan..." dedim sessizce. Jungkook bana bakıp alayla güldükten sonra elini bıçakladığım yerden çekti. Bir anda iyileşmiş gibiydi. Yüzündeki kırmızılık geçmişti.
"Bana zarar veremeyeceğini söylemiş miydim?" dedikten sonra bıçağı yavaşça elimden aldı. O kadar şaşırmıştım ki bıçağı almaması için geriye bile gidemedim.
"Beni bıçakladığında ölmem ama insanlar bıçaklandığında ne kadar acı hissederse o kadar acı hissederim." dedikten sonra bıçağı çöp kutusuna attı. Bana tekrar dönüp birkaç adım attı. Gözleri gözlerimi delip geçiyordu.
"Sakın bir daha deneme." dedi tehditkar ses tonuyla. "Ben sana zarar verebilirim."
Yutkundum. Kendimi bir robot gibi hissederek hafifçe kafamı salladım. Onun gerçekten uzaylı oluşu beni daha da korkutuyordu.
"Yani... Sen gerçekten..."
Jungkook bıçaktan dolayı kesilmiş tişörtüne bakıp iç geçirdi.
"Evet evet, ben uzaylıyım. Şimdi tişörtümün sorumluluğunu alacak mısın?"
Gözlerimi kırpıştırıp tişörtüne baktım. Kesilmiş tişörtünden aşağı bir damla kan akmamıştı. Onu gerçekten bıçaklamış olmayı mı isterdim yoksa istemez miydim emin olamadım. Her ikisi de çok korkunçtu.
Jungkook benim tişörtüne odaklandığımı fark ettiğinde bir anda kayboldu. Bu duruma alışamayacağımı anlamıştım çünkü ne zaman ortadan bir anda kaybolsa şaşırıyordum.
Yürüyerek onu aradım etrafta. İki gündür doğru düzgün bir şey yemediğim için açıkmıştım ama önemli olan bu değildi. Önemli olan evimde bir uzaylının olduğuydu.
Salona girdiğimde onunla göz göze geldim. Kestane rengi gözleri ve saçları ton fark etmiyordu. Uzun bacakları ve yakışıklı yüzüyle zaten insan olamayacak kadar mükemmeldi.
Yutkundum. O gerçekten uzaylıydı.
"Oturarak konuşalım." dedi sakince. "Seninle olduğumdan beri çok yoruldum."
Robot gibi dediğini yaparak karşısına oturdum. O koltuğa o kadar yayılmıştı ki, dışarıdan biri görse onun evi olduğunu düşünürdü. O kadar diken üstünde oturuyordum.
"Bak," dedi benim konuşmayacağımı anladığında. "Bu gezegene geldiğimden beri seninleyim. Seni ikna edeceğim diye görevimi araştırmaya başlamadım bile."
Kaşlarımı çattım. Merak, korkumu yenmiş, konusmamı sağlamıştı.
"Neden benimlesin?" dedim oldukça meraklı çıkan ses tonumla. Jungkook hafifçe güldü.
"Çünkü seni kurtardım."
"Ne?" dedim kaşlarımı çatabildiğim kadar satarak.
"Kefâli, bana dünyaya indiğimde birini kurtaracağımı söyledi. Kim olduğunu o da bilmiyordu bende. Çünkü dünyanın neresine ineceğimi bile bilmiyorduk."
Sonra bir nefes alıp devam etti konuşmasına.
"Ama ben senin girdiğin marketin oraya indim ve seni gördüm. Araba çarpmak üzereydi ve ben her şeyi unuttum. Sadece seni kurtarmaya odaklanmış gibiydim."
Gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Benden ne istiyorsun?" dedim anlattığı şeylere şok olarak.
"Sen bana kutsal görevim için yardım edeceksin."
Saçlarımı karıştırıp yutkundum. Kutsal görevinin ne olduğunu sormaya korkuyordum ama yine de soracaktım. Ona hangi konuda yardım etmem gerektiğini öğrenmem lazımdı.
"Kutsal görevin ne?"
Jungkook dirseklerini bacaklarına koydu. Ellerini çenesinin altına koyup beni izledi bir süre.
"Aşk."
Dudaklarının arasından çıkan bu kelime o kadar güzel gelmişti ki kulağıma, şaşırmadan önce yutkunmuştum.
"Aşk mı?" dedim her şeye şaşırarak.
"Siz insanlar o kadar aptalsınız ki, elinizdeki son model telefonları atalarımız yüzyıllar öncesinden kullandı. Teknolojimiz o kadar gelişmiş bir halde ki, tek bir tuşla güneş sistemindeki bütün gezegenleri yok edebiliriz."
Jungkook övünmesini alaylı ses tonuyla konuşarak yapmıştı. Sonra ciddileşti.
"Sadece aşk." dedi sessizce. "Bizim sizden geride olduğumuz tek konu."
Gözlerimi kırpıştırdım. Aşkın gezegenlerine ne yardımı olacaktı ki? Zaten her şeye sahiptiler. Özel güç, teknoloji, görünüş...
Bunu sormam gerekip gerekmediğini düşündüm. Fakat bundan önce merak ettiğim bir soru vardı.
"Ya yardım etmezsem..." dedim sessizce. "O zaman beni öldürecek misin?"
Jungkook birkaç saniye yüzüme baktı. Ciddi olduğumu görünce kahkaha attı. O kadar gülmüştü ki, karnı ağrımış olmalıydı.
"O soruna cevap vermeyeceğim çünkü yardım edeceksin." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Ona aksini söyleyemedim. Nedense ona yardım etmek istiyordum.
Bir süre beni inceledi. Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı ve bu beni rahatsız ediyordu.
"Sen benim adımı biliyorsun ama ben senin adını bilmiyorum." dediğinde hafifçe gülümsedim.
Bütün bunlar hala korkutucu geliyordu ama artık daha rahat hissediyordum. Bu konuşma bizim için dönüm noktası gibiydi.
"Park Jimin." dediğimde Jungkook sırıttı. Dudaklarını yalayıp saçlarını geriye attıktan konuştu.
"Park Jimin."
Adımı onun ağzından duymak tuhaf hissettirmişti.
Jungkook arsız bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Gözlerini gözlerimden çekmeden tekrar konuştu.
"Her türlü sorunuma yardım edeceğini düşünüyorum. Umarım öyle yaparsın, civciv."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE ALİEN -KOOKMİN-
FanfikceDünya'ya bir görev uğruna inen bir uzaylı, bir insana karşı hiç bilmediği duygular hissederse? "Burası. Burası seni görüğümde hızlanıp duruyor. Bunun senin gezegenindeki anlamı ne?" *smut sahneler içerir* [TAMAMLANDI] *Angst sahneler içerir.* #Jikoo...