~Alice~
"Ölülerin efendisi mi!" dedim büyük bir şaşkınlıkla...
Bu kadın gerçekten çıldırmış olmalı. Ölülerin laneti, ölülerin efendisi, ölülerle kafayı yemiş. Koruyucu da ne? Neler saçmalıyordu? Söylediklerine aldırış etmeden hızla ordan uzaklaştım. Kaybedecek vaktim yoktu.
"Dur" dedi, sesini yükselterek...
Onu dinlemeden yoluma devam ettim."Sana dur dedim" sesi daha da yükselmişti. Söylediklerine aldırış etmeden ilerlemeye devam ediyordum. Duymamazlıktan geldim. Arkamı bile dönmemiştim. Kadını umursamıyordum bile. Ama o benim peşimi bırakacak gibi durmuyordu.
"Eronniya elafagus solendır" bu sesi duymamla birlikte etrafımdaki yapraklar yerden sürüklenerek daireler çizmeye başladı. Arkamı döndüğümde cadı asasını yukarı kaldırmış rüzgarla bir çember oluşturmuştu. Ne kadar yaprak varsa cadıyla beni çemberin içine hapsetmiş etrafımızda dönüyordu. Bir hortumun içinde hapsolmuş gibiydim. Rüzgar saçlarımı Neler olduğunu anlamadan şaşkınlıkla kalakaldım.
"Hiç bir yere gidemezsin küçük kız. Benimle geliyorsun."
"Benden ne istiyorsun?" bu soru çok absürt gelmiş olacak ki kahkaha atmasına sebep oldu.
"İsteyeceğim kişi sen değilsin... Lord Harmharsh.."
"O zaman bırak beni gideyim.."
"Olmaz! Sen benim hayellerime ulaşmam için gerekli olan, altın anahtarsın.. Seni Lord Harmharsh'a götüreceğim. Bunun karşılığında istediklerimi yaptıracağım.." bu düşünce bile ruhunu okşamıştı. Amaçsızca kahkahaya boğulmuştu.
"Bakın, neyden bahsettiğinizi bilmiyorum ama aradığınız kişi ben değilim. Yanlış kişiyi esir aldınız.."
"Gerçek kimliğini bilmiyorsun küçük kız. Çok yazık.. Güçlerinin bile farkında değilsin. Doğrusunu söylemek gerekirse bu benim işime gelir. Bu çok kolay olacak. Eğer yıldırım büyümün tadına bakmak istemiyorsan, benimle geliyorsun. Aksi takdirde olacaklardan ben mesul değilim"
Bir çemberin içinde hapsolmuştum. Ah! Antonyus... Nerelerdesin? Çaresizlik elimi kolumu bağlıyordu. Bu kadının daha neler yapabileceğini görmek bile istemiyordum. Çaresizlikle kabul ettim.
"Tamam, seninle geliyorum."
"Güzeelll" dedi, elindeki asasını yere indirirken. Yere inen asasıyla birlikte rüzgar da durmuş, askıda kalan yapraklar yere düşmüştü.
"Beni takip et" dedi, önümden geçip giderken.. Koşulsuz şartsız cadıya teslim olmuştum.
Gittikçe korkuyordum. Bilinmezlikler her geçen gün artıyor, kafam iyice karışıyordu. Neden her defasında bela beni buluyordu? Ben başımı belaya sokmak istemedikçe neden kendimi her defasında bir başka maceranın içerisinde buluyordum? Benimde normal bir hayatım olamaz mıydı sanki?
Antonyus napıyordu acaba? Beni arıyor mudur? Beni merak etmiş midir? Neden merak etsin ki.. Lara yanındayken yokluğumu bile fark etmemiştir. Neden herşey ters gitmek zorunda. Kendimi çok güçsüz ve yalnız hissediyordum.
****
Ormanın derinliklerinde gizli saklı duran cadının şatosu, duvarları yosun tutmuş üpertici gözüküyordu. İçeriye girdiğimde her yeri örümcek ağları kaplamıştı. Ve oldukça tozluydu. Garip garip şişelerin içinde bulunan renkli sıvılar kendi kendine dairesel hareketler çiziyordu. Duvarda bulunan saatin yelkovanı tam tersi yönde hareket ediyordu. Ve sayılar terstendi. Penceredeki perdeler öylece havada askıda duruyordu. Hiçbir şeyle tutturulmuş değillerdi.
Giriş kapısının karşısındaki aynada görüntümü baş aşağı görüyordum. Ve görüntüm dalgalar halinde, suyun hareketi gibi gitgeller halinde yansıyordu. Bu durum midemin bulanmasına sebep oldu. Salonun ortasındaki avize sönüp sönüp durması bu durumu daha da tetikliyordu. Gözlerimi aynadan kaçırdım. Tablodaki resmin içine hapsolmuş insanlar sabit duruyor, sadece gözleri oynuyordu. Ve hepsi bana bakıyordu. Ben salonun ortasına doğru ilerledikçe gözleriyle beni takip ediyorlardı.
"Hadi oyalanma, çabuk ol. Beni takip et" dedi cadı sabırsızlıkla..Fakat benim mideme kramp girmişti. Gittikçe korkuyordum. Gördüğüm manzara oldukça ürkütücüydü. Adımlarım ister istemez yavaşlıyordu.
Cadı salonun bitişiğindeki kapının önünde beni bekledi.
"İçeriye gir" dedi, kapıyı açarken. Karanlık ve ürkütücüydü. İçeriye girip girmemekte tereddüt ediyordum. Neyle karşılaşacağımı bilmemek, korkumun daha da artmasına sebep oluyordu. Ama başka şansımda yoktu. Tüm gücümü toplayarak içeri girdim. Cadı üstüme kapıyı kapatıp kitledi. Zifiri karanlıkta bir başıma kalmıştım. Olduğum yerde sırtımı duvara yaslayarak yere çömeldim. İçerde hareket etmeden olduğum yerde kalmak, bana daha güvenilir geliyordu.
Yanımdan tüylü bir şeyin geçip gitmesi ani panik yaşamama sebep oldu. İçerde kıpır kıpır bir şeyler geziyordu. Ve tıkırtılar odanın dört bir yanını sarmıştı. İlk başta ne olduğunu anlayamadım. Çok sonradan çıkarttıkları seslerden onların fare olduğunu anladım. Fare olduğunu anlamamla birlikte vücuduma bir tiksinti yayıldı. Karanlık odada göz gözü görmüyordu. Onlarla baş etmek imkansızdı. Oturduğum yerden hareketsiz kalmayı tercih ettim.
Bir süre sonra içerden sesler duydum. Yavaşça kapıya yanaşıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sanırım cadı biriyle konuşuyordu.
"Lord Harm! Sizlere havadislerim var.."
"Neymiş o?"
"Koruyucu geri döndü."
"Bundan haberim var cadı. Beni bilmediğim bir şeyden haber et" dedi, içerdeki ses.
Sanırım bu Lord Harm'ın sesiydi. Bugün Antonyus'ta bahsetmişti bundan. Peki bir ölü müydü? Kimdi o? Ve benden ne istiyordu. İçerdeki seslere kulak verdim.
"Peki elimde olduğunu da biliyor musunuz?"
"Nasıl?"
"Onu tuzağa düşürdüm. Şimdi ellerimde tutsak"
"Koruyucu Halkası... Koruyucu Halkası boynunda mı?"
"Evet. Koruyucu Halkası boynunda. Bu Koruyucu Halkası sayesinde Estontiya sınırlarına girmeniz kolay olacak. Lakin bildiğiniz gibi Koruyucu Halkası sadece Koruyucunun üzerindeyken aktif"
"Biliyorum cadı. O yüzden kızı Estontiya Kalkanının sınırlarına getir. Kuzeydeki yamaçların arkasındaki sınıra... Yarın şafak vakti sınırın ötesinde bekliyor olacağım. Kızla birlikte Estontiya Kalkanı da etkisiz hale gelecek. Ve Estontiya sınırlarını aşmış olacağım." Kahkahası odayı dolduruyordu.
"Bir şartla..." dedi, cadı.
"Neymiş o?" gülmeyi kesmiş, sesi oldukça sert çıkmıştı.
"Letunya ağacının gövdesindeki yaşamın özü olan, vigour taşına ortak olmak istiyorum."
"Cadı çok ileri gidiyorsun" iyice sinirlenmişti.
"Siz bilirsiniz Lord Harm. Bu durumda benim yapabileceğim hiçbir şey yok."
Derin bir sessizlik oldu.
"Tamam cadı. Senin dediğin gibi olsun. Yarın kızı bana getir."
"Nasıl isterseniz" dedi cadı, büyük bir memnuniyetle...
Kafam çok karışmıştı. Ben gerçekten Koruyucu muydum? Peki ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Boynumdaki kolyeyi avuçlarımın içine aldım. Karanlıkta bile görülebiliyordu. Işığı parladı söndü.
"Koruyucu Halkası?.."
Sevgili okuyucum heyecan tüm hızıyla devam ediyor. Yorumlarınızı yazmayı unutmayın. Sevgiyle kalın💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•°•LETUNYA•°•
Mistério / SuspenseKorku ve heyecanın doruklarını yaşamaya hazır mısınız ? Aşk... Macera... Gizem... Heyecan... Aradığınız herşey bu kitapta... Bir kitaptan çok daha fazlası... ~ Yaşamla ölüm arasında kalan ince çizgi ~