Vefa

2.6K 95 74
                                    


Herkese merhabalar. Çok heyecanlıyım hem de çok. Öyle ki yazarken parmaklarım titriyor. İnsan üzerinde çok çalıştığı, çok fazla düşündüğü, her bir karakteri arkadaşı gibi gördüğü bir kurguyu başkalarına sununca böyle oluyormuş demek. Yazdığım ilk şey değil ve umuyorum ki son şeyde olmaz. Ama il defa tattığım bir heyecan. Belki üzerinde çok fazla tanıştığımdan belki de Vefa'yı benim kadar sevmeme ihtimalinizden korktuğumdan, emin değilim. Ama emin olduğum şeyler de var. Şu an bu satırları okuyorsanız,yolunuz bir şekilde buraya düştüyse isimlerinizi bilmesem dahi varlıklarınızı biliyor olacağım. Her birinizin üstelik. Zira kaç kişinin Vefa ile tanıştığını heyean ile takip edeceğim, bana isimlerinizi söyleyn olur mu?

Ve ismini bildiğim ilk okuyucum... Günler ve gecelerce heyecanımı benimle paylaşan, en ufak detayları bile sıkılmadan dinleyen -sıkıldıysa bile belli etmeyen-, zorlandığım her noktada yanımda olan, bir tanecik Melda... Biliyorsun bu hikayedeki her cümlede benim kadar emeğin var. Vefa, Mehmet Efe ve bu hikayede adı geçen her bir karakter benim olduğu kadar senin de. İyi ki varsın. İyi ki benim ve karakterlerimin hayatına girdin. Seni seviyorum, seni seviyoruz.

........................................................................................


Vefa...

Hasta değilim. Hayır. Eğer öyle olsaydı iyileşebilirdim. Ama bu varoluşumla ilgili. Hastalıklı bir genin ya da sorunlu bir çocukluğun getirisi olduğuna inanmak ve inandırmak rahatlatıcı yine de dürüst olmak gerekirse ikisiyle de ilgisi yok. Bu, bütünüyle benimle ilgili olan tek şey. Tedavi yok, kaçış yok, kurtuluş yok, hiçbir zaman da olmayacak. Hiçbir doktorun bana yardım edemeyeceği bir şey bu. Zira bu benim karakterim. Hasarlı olduğumu biliyorum ama bundan rahatsızlık duymuyorum. Ve evet bu da hasarlı olduğumun ilk belirtisi. Yine de sandığınız kadar berbat değil.

  Zira sadeliği seven, en sevdiği renk ekseriyetle beyaz olan, mütemadiyen iyi bir kalp taşıyan ve her ne olursa olsun zarif kalmayı becerebilen kadınlardan olmadım hiçbir zaman. Ne insanın kalbini huzurla dolduran ölçülü tebessümlerden hoşlandım ne de gülüşünde huzur taşıyan kadınlar gibi sakinlikten ve yalnızlıktan. Hep renkli ışıklarla süslü, kalabalık geceleri sevdim ben ve kahkahalarla bezeli sabahları, kahvaltı sofralarını... Şuh kahkahalarımı tanır insanlar.Zira ben parmak uçlarında şefkat taşıyan o kadınlar kadar güzel de ağlayamam. Kırmak, dökmek, kanatmak ruhumda var benim. Üstelik insanların benim için göz yaşı dökmesinden hoşlanacak kadar bencilimdir de. Sonra bensiz kahrolduklarını görmeyi de severim. Hele bensiz yaşayamayacak halde olmaları tercihimdir. En çok beni sevsinler isterim. Annelerinden, babalarından, kardeşlerinden bile çok, sevgililerinden, diğer tüm arkadaşlarından ve hatta aynadaki yansımalarından bile daha fazla sevsinler beni. Sonra bu da yetmez bana. Hep daha çok, daha çok sevsinler isterim. Duvarları benim resimlerimle dolu olsun, en çok aradıkları kişi ben olayım, beni severken tükensinler, gidemesinler diye gecelerce dua ederim. Zaten sevgi arsızı olduğumu saklayamayacak kadar kibirliyimdir de. Kibir demişken insanların bana muhtaç olmasını da severim. Tüm kilitleri elimde tuttuğumu bilmek ise özellikle hoşlandığım bir şeydir.

  Güzel olduğunu bildiğim yüzümün aksine güzel kalpli falan da değilimdir ayrıca. Yeryüzündeki her canlıya sevgi duyabilecek o koca yürekli kadınların aksine pek az kişiyi severim. Hele papatya seven kadınlardan biri olmanın yakınından bile geçemem. Ben kan kırmızısı gülleri severim ve mavi ortancaları. Orkideleri, pembe şakayıkları ve bazen de mor sümbülleri severim. Ama çiçeklerden daha da çok mücevherleri...Yakutları, elmasları, pırlantaları ve en çok da zümrütleri.. Üzerine her şeyi yakıştırabilen, modası güzelliğinden gelen kadınlardan farklı olarak özel tasarımları, sınırlı sayıda üretilen parçaları, bir şeye sahip olan tek kişi olmanın verdiği hazzı... Güzel manzaraları, kaliteli içkileri ve iki kadehten sonra daha fazla içmeyen kadınların aksine içmeyi, yarı sarhoşken dans etmeyi ve erkekleri severim. Bilhassa yüzü de kalbi de yaralı olan erkekleri... Bakışlarında tehlike taşıyan, eğlenmeyi bilen ve hafif tekinsiz... Belirsizlikten nefret eden ve bir sevgilinin gidişini kaldıramayacak kadar yufka yürekli kadınların aksine; bir sabah uyandığımda yanımda olmayacak ve yine bir sabah ansızın terk edilmeyi umursamayacak erkekleri severim. Belirsizliği ve adrenalini... Boş yollarda yanından geçtiğimiz her şey bulanıklaşıncaya kadar hız yapmayı severim. Senelerce konuşulacak skandalları, o skandalların başrolü olmayı ve bakışların üzerimde olmasını... Deklanşöre basınca açığa çıkan beyaz ışığı, yıldızlardan en parlak olanını, sokak lambalarını severim.

  Sonra;dünyanın en huysuz kedisi olmasına rağmen Luna'yı ve onun aksine sevecen olan Albay'ı, hayatımın sonuna kadar kırgın kalacağım babamı, en büyük kızgınlığımın sahibi olan annemi severim... Soğuk bir toprağın altında göğsünde sekiz kurşun ile uyuyan ağabeyim Atakan'ı, Atakan'ın asla görmediği Pera'yı severim. Boğazımdaki en büyük yumru olan Utku'yu, ilk defa bir evim olduğunu hissettiren Nil'i, bir de beni en büyük kabusumdan çekip alan Alparslan'ı severim. Onları mutlu eden her ne varsa onu severim. Utku sevdiği için basketbolu, Nil sevdiği için un kurabiyesini severim. Annem seviyor diye topraktan yorganına menekşeler dikmeyi severim. Babamı hatırlattığı için puro kokusunu, Alparslan için Vivaldi'yi... Bir de Atakan'ın sevdiği her şeyi severim. Hüma kuşunu, Zeki Müren'i ve Müzeyyen Senar'ı, sabah uyanınca aç karnına bir dal sigara içmeyi, baharda yeni fidanlar dikmeyi, gülmeyi en çok gülmeyi, balığın yanında sadece su içmeyi, renklerden kahverengiyi severim... Her şeyi... Bir şekersiz çay içmeyi, esasında bütünüyle çay içmeyi sevemem bir de kendimi...

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin