1. Bölüm • Osmanlı Sarayı

24K 682 231
                                    

Bir varmış, hiç yokmuş.

Buradan yüzlerce mil uzakta ben varmışım. Bakire bir fahişe, özgür kalan bir katil, zengin bir çingene, çamurda oynayan temiz bir çocuk, doğrucu bir kumarbaz, gemisiz bir korsanmışım. Ben her zaman dürüst olan bir prensesmişim.

Yapılacak görevler yok, amacına ulaşmak için kanla sürdürülen oyunlara gerek yok.

Bacaklarımı iki yana açarak ata biniyor, atımı özgürce karanlık ormanlara sürüyor, bacaklarımın rüzgârı hissetmesine izin veriyorum.

Sonra uyanıyorum ve kullanılmış bir bakire, idama çarptırılmış bir masum, fakir bir dilenci, çamurda oynayan kirli bir çocuk, hileci bir kumarbaz, yağmacı bir korsan oluyorum. Ben şeytan bir prensese dönüşüyorum.

"Gülümse kardeşim," dedi karşımda oturan William. "Herkes senden memnun olmalı."

"Bunu yapmak istemiyorum Willy." Kabarık eteğimle zar zor sığdığım at arabasında sarsılarak ilerlerken terleyen ellerimi huzursuzca eteğime sürdüm. "Uğraştığımız işler giderek boyumu aşıyor, her seferinde biraz daha dibe batırıyorum. Sen böyle düşünmüyor musun?"  Araba bir çukura daha girdiğinde midemde çıkmak için bekleyen safra biraz daha yukarılara çıktı.

"Sen bunun için büyütüldün Elizabeth. Artık çocuk değiliz, hata yaptığında annenin eteğinin arkasına saklanamazsın. Hataya yer veremezsin. Kusursuz olmak zorundasın." Bunları o kadar soğukkanlı bir şekilde söylemişti ki karşımda oturan bu adamın benim birlikte büyüdüğüm abim olması imkansızdı. Nasıl olduğunu, beni neyin rahatsız ettiğini bilmiyordu.

"Bağışla beni, bir hükümdarı öldürürken bu kadar soğukkanlı olamayacağım."

"Ne için burada olduğunu sakın unutma." Her ne kadar soğukkanlı olsa da içinde büyüyen endişeyi hissedebiliyordum.

"İçimde çok kötü bir his var." Derin bir nefes alıp dışarıda görünmeye başlayan muazzam Topkapı Sarayı'na, ölüm yerime, bir parçamı bırakacak olduğum yere baktım.

"Elizabeth, sen İngiltere prensesisin, ben İngiltere veliahtıyım. Kendine gel ve bir soylu olduğunu sakın unutma."

Araba sarsılarak durdu. Ruhumu tam o sırada dondurdum. Yıllarca böyle öğrenmemiş miydim zaten? Acıyı iliklerine kadar hissetsen bile kurtulmak için asla yalvarma. Canın için asla yalvarma ve asla kendini ezdirme. Bir prenses ol. Ruhsuz bir canavara dönüş.

Sıkışık olan arabanın kapısı sessizlik içinde açıldı. Loş ışığa alışan ve açık renkli olduğundan dolayı hassas olan gözlerim yemyeşil bir ormana ve güneşe çıkınca acı acı sızladı. Arabanın etrafını İngiltere'den bizim için gelen silahlı askerler çevirmişti. Dadım az ileride bir diğer atlı arabadan inen sandıklarımızla ilgileniyordu.

"Majesteleri," diyerek arabadan inmem için elini uzatan yavere döndüm. Suratıma geçirdiğim duygusuz maskeye rağmen kalbimin odacıklarına inen hınzır darbeleri hissedebiliyordum. William onaylarcasına kafasını salladı. Bir tarafım her şeyin yanlış olduğunu haykırsa da ne doğruydu ki..

Sarayın iki kanatlı büyük kapıları açılana kadar patika yolu William önde dadım ve ben onun arkasında bir asilzade gibi yürüdük. Bacaklarımın titremesi her adımımda biraz daha azaldı, onca yılın eğitimi damarlarımda yüzen kan gibi benden bir parça haline geldi.

Kapılar büyüklüklerine rağmen ufak bir gıcırtıyla açıldı. Şafakı öldürerek yeni bir güne bıçağının en keskin ucuna yatıran güneş külçe gibi sarayı dışarıya kapatan kapıların ardından yüzüme doğdu. Eteklerimizin kirlenmemesi için toprak yola serilen doğu motifleri işlenmiş kilimlerin üzerinde yürürken saraydan bizi karşılamaya gelen hizmetkarlar aceleyle bize doğru gelmeye başladılar. Hiçbirisiyle göz göze gelmemeye özellikle dikkat ettim.

Gül ve Hançer Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin