17.BÖLÜM: İşin İçinden Çıkmak

105 26 21
                                    

Medya:Buğlem

Yerde buruşmuş olan zarfa gözlerimi dikmiş bakıyordum. Kaç saattir bu haldeyim bilmiyordum. Odanın aydınlığına bakılırsa gün tekrar doğmuş olmalıydı. Gözyaşlarım yüzümde kurumuştu.

Yerdeki zarfı alarak açtım. İçindeki buruşmuş kağıdı okuyabilmek için düzeltmeye çalıştım.

İçimde bir fırın var, ateşi yakan ateş,
O ne alev deryası, çiçek bahçesine eş.

-Necip Fazıl Kısakürek-

Bu seferki şiiri biliyordum. Necip Fazıl'ın 'Ateş' şiiriydi. Bu Hayalet kimdi? Bu şiirleri neden gönderiyordu? Bu şiirlerdeki anlamlar neydi?

Çıldırmak üzereydim. Aklımda sürekli bu sorular dönüp duruyordu. Hiçbirine de cevap bulamamıştım.

Kapının sesini duyduğumda hızla tekrar akan gözyaşlarımı sildim. Bir kız söylenerek içeri girmişti. Kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"Offf. Bıktım Albert, bıktım."

Modunu değiştirerek devam etti.

"Hem benim de çok önemli bir işim var değil mi Albert?"

Baktığı yere baktığımda kimseyi görememiştim. Acaba doktorlardan kaçan bir hasta mıydı? Ben hala onu izlerken kenardaki süpürgeye uzandı.

Kendimi tutamayarak güldüm.Gülmemle korkmuş ve şaşkın bakışları bana dönmüştü.

"Sen ne arıyorsun orada ya. Beni korkuttun."

Gülümsedim.

"Merhaba"

Bir şey olmamış gibi kendini düzeltti.

"Merhaba"

Ardından yüzüme dikkatlice bakarak bana yaklaştı. Önümde çömelmişti ve hala dikkatle bakıyordu. Ben ise bu durumu garipsemiştim.

"Sen ağladın mı?"

Ellerim istemsizce yüzüme çıkmıştı.

"Hayır, ağlamadım."

Ayağa kalkarak derin bir nefes aldı.

"Pekala seni arkadaşımla tanıştırayım. Bu Albert, bu da ... Biz daha tanışmadık ki."

Elini uzattı.

"Ben Buğlem."

Gülümseyerek elini sıktım.

"Ben de İlayda. Sizinle Tanıştığımıza memnun olduk."

Kaşlarını çattı.

"Sizinle derken?"

"Albert'tan bahsediyorum."

"Anladım. Biz de tanıştığımıza memnun oldum."

Bunu söylerken süpürgeyi biraz öne doğru sürüklemişti.

Gülümseyerek ayağa kalktım. Buğlem ile konuşmak iyi gelmişti ve tabii Albert ile de. Üzerimi düzelterek saatimi kontrol ettim. Saati gördüğümde gözlerim irileşti. 09.37' ydi.

Çok geç kalmıştım. Buğlem'e döndüm.

"Kusura bakma ama gitmem gerekiyor. Çok geç kalmışım."

Eliyle boşver tarzında bir hareket yaptı.

"Umarım tekrar görüşürüz."

Kafasını salladı. Üzerimde üniformam olduğu için direkt malzeme odasından çıkmıştım. Acele acele koridorlarda ilerleyerek Tuna'nın odasına gitmiştim.

Kapıyı çalarak içeri girdim. İçeri girdiğimde bakışlar bana dönmüştü. İçeride bir hasta vardı. Özür dileyerek Taner'in yanına oturdum.

"Neden geç kaldın?"

"Uyuyakalmışım."

Halbuki hiç uyuyamamıştım ama pembe bir yalandan zarar gelmezdi. Kapının sesini duyduğumda hastanın çıktığını anlamıştım.

"Neden geç kaldın?"

Bakışlarımı Tuna'ya çevirdim.

"Uyuyakalmışım hocam."

Kafasınını salladı.

"Taner, kahve."

Taner oflayarak dışarı çıktı. Tuna ise yerinden kalkarak yanıma gelmişti. Yanıma oturduğunda şaşırmıştım.

"Şimdi söyle bakalım neden geç kaldın?"

"Söyledim ya hocam."

Kaşlarını çattı.

"Ben yalanlarını sormuyorum. Gerçeği soruyorum."

Sesi sertti. Ben de söylememekte kararlıydım. Sonuçta benim hayatım.

"Sizi ilgilendiren bir şey yok hocam."

"Bırak da ona ben karar vereyim."

"Öyleyse bırakın da kendi hayatıma kendim karar vereyim."

Sinirlenmişti. Fark etmiştim ama kendini tutmaya çalışıyordu.

"Pekala. O zaman dün neden öyle koştuğunu söyle."

Ben onun gördüğünü tamamen unutmuştum.

"Üstelik sadece koşmakla kalmadın, bir anda ortadan kayboldun."

Duraksadım. Söylemeli miydim? Sonuçta bana yardım edebilirdi.

Kafamdaki düşünceleri hemen savuşturdum. Kimseye söyleyemezdim. Benim sorunum benim sorunumdu.

"Bunun da sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum."

Yerimde oturmaktan bunalarak ayağa kalktım. Tuna'nın daha da sinirlendiği belli oluyordu. Sakin kalmaya çalışıyordu.

"İlayda, neden sorunlarını insanlara anlatmıyorsun."

"Çünkü insanlardan nefret ediyorum."

Yerinden kalkarak bileğimi tuttu. O sırada kapı açılarak içeri Taner girmişti. Gözleri Tuna'nın bileğimdeki eline takıldığında elindeki kahveyi masaya bırakarak bize ilerlemişti.

Bileğimi Tuna'nın elinden kurtararak beni arkasına doğru çekti.

"Ne yaptığını sanıyorsun?!"

"Bizden daha üst bir konumda olman bize böyle davranabileceğini göstermiyor."

"Ne demeye çalışıyorsun? Görevimi kötüye kullandığımı mı?"

"Aynen öyle. İki haftadır yaptırdığın tek şey kahve getirtmek. "

İkisi de birbirine düşman gibi bakıyorlardı. Taner'in kolunu çekiştirdim.

"Tamam Taner sorun yok. Sakin ol."

Taner sakinleşmek yerine daha da sinirlenerek bana baktı. Sürekli gülen çocuğun bu halini görünce kotktum.

"Sakin falan olamam. Yürü gidiyoruz."

Tuttuğu bileğimden çekiştirerek beni de peşinden sürükledi. Arkamı dönüp Tuna'ya baktım.

Sinirli bir şekilde ardımızdan bakıyordu.

Ben nasıl bu işin içinden çıkacaktım?

Ay yazık kızıma iki bölümdür dram yaşıyor ya her neyse benim karakterim geldi ya aynı ben buğlem

HAYALETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin