Kısım 5

3.5K 242 50
                                    

 Keyifli okumalar. :)

Artur ritmik bir şekilde atı sürmeye devam ederken Rible'nin surları önlerinde uzanıyordu. Rible köklü ve saygın askeri geçmişiyle güçlü bir toplumdu. Sanata düşkün Rible, verimli toprakları, kerestesinden faydalandıkları sık ormanları ve mineral zengini dağları sayesinde kimseye muhtaç olmadan bolluk içinde yaşardı. Zamanla barbarların, yağmacıların ve haydutların saldırıları nedeniyle surların üstüne surlar inşa ettiler. Rible zamanla kendisini tamamen dış dünyaya kapattı ve eskiden daha kilometrelerce öteden bile parlayan beyaz surları artık yerini kirli griye bırakmış, şehrin soğukluğu surların soğukluğuyla birleşmişti ama yine de Rible hala en seçkin ve en eğitimli orduya sahipti.

Lord Arthur kapıya iyice yaklaştıklarında dizginleri sertçe çekti ve atı durdurup omuzunun üstünden doğru Angela'ya baktı. Zavallı kız diye geçirdi içinden ata bindiklerinden kısa süre sonra uyuya kalmıştı ve hiç uyanmamıştı sadece atı hızlı sürdüğünde mırıldanmıştı. Lord Arthur kaşlarını havaya kaldırdı ve kızın bacağına yavaşça iki kere vurdu.

-Uyan bakalım uykucu, geldik.

Angela lordun hafif vuruşula irkilerek uyandı ve gözlerini kırpıştırarak sonsuzluğa doğru uzanan surlara baktı. Hala hatırladığı gibiydi, sahi en son ne zaman Rible'ye gerçek anlamıyla gelmişti? Derin bir nefes alıp verdi ve uyuşan kaslarını canlandırmak için kıpırdandı. Lord Arthur kızın uyandığını anladığında atı tekrar sürmeye köprüden geçip kemerli girişe geldiklerinde Arthur'un gözüne yerinde olmayan muhafızlar çarptı, bu durumu aklının bir köşesine kazıdıktan sonra atı şehrin içine sürdü ve bir hanın önüne gelene kadar hiç konuşmadı.

-Şimdilik burada ayrılmamız gerekiyor leydim?

-Sen ne yapacaksın?

-Krala gitmem lazım söylediğim gibi mektubu zamanında ulaştıramazsam kellemi alırlar.

-O halde atla beraber git. Ben buralarda olacağım. Belki bir oda kiralayıp geceyi burada geçiririm.

-Yeterli gümüşün var mı?

Arthur sorunun cevabını beklemeden belinde asılı olan gümüş torbasını Angela'ya verdi ve gülümsedi. Angela attan aşağı kayarak indikten sonra Arthur'a bacaklarını kırarak ve başını eğerek selam verdi.

-Çok teşekkür ederim yüce gönüllü soylu lordum.

Arhur yüzünde koçman bir gülümsemeyle kıza baktı, acaba gerçekten bir lord olduğunu bilse yine aynı şekilde davranır mıydı? Kızın kirli yüzüne ve elbiselerine baktı. Bu pasaklı haliyle bile nefesini kesiyordu. Kafasını iki yana sallayıp aklındaki kirli düşünceleri uzaklaştırdı ve kralın kalesine bakarak konuştu;

-En geç yarın burada olurum ve atını sana geri teslim ederim merak etme.

-Bu konudan yana endişem yok Arthur.

Angela arkasını dönüp giderken Arthur kıza son bir bakış attı. Bu at onu tekrar görebilmek için güzel bir neden olacaktı, dizginleri sıkıca kavradı ve atı dörtnala kralın kalesine doğru sürdü.

***

Eire elindeki bıçağı masaya yüzüncü defa saplayıp çıkarırken hancıya ve kızına baktı. Bracha ikisini de sırt sırta sandalyeye gözleri kapalı olacak şekilde bağlamıştı ve handaki herkesi zorla dışarı atıp kapıları kapatmıştı. Eire sakinliğini koruyarak bıçağı ritmik bir şekilde masaya saplayıp çıkarmaya devam etti ve konuştu;

-Şimdi yardığım ettiğin kişinin kim olduğunu bilmiyorsun öyle mi?

-Size yemin ederim bilmiyorum! Bana onu öldüreceğinizi söyledi ve yardım istedi yemin ederim benim bir suçum yok!

Bir Savaşçının KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin