Herkese tekrardan merhabalar size bol bol öpücükler getirdim! Uzun bir aradan sonra yine karşınızdayım ve inanın gerçekten çok heyecanlıyım. O halde sizi düzenlenmiş haliyle ve baya bir değişmiş hikayemle baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar! Öpüldünüz.
Ilık karanlık bir haziran günü; saat sabahın dördü. Rible'nin güneyindeki bir çiftçinin kulübesinin taştan basamakları yosun tutmuş. Yukarıdaki bir taş duvarın karşısındaki bir hayvan sürüsü umutla kulübeye bakarken, ara sıra içlerinden biri mölüyor.
Howard kalkalı bir saat olmuş. Lazımlıkları boşaltmış, yeni topladığı meyveleri getirip mutfağa bırakmış. Karısı Kate günlük ekmeği yoğuruyor, hamur fırınlanmaya hazır hale gelene kadar camın önünde mayalanacak. Howard duvardan bir ip indirerek meşalesini yakıyor ve en keskin bıçaklarından birini alıp ineklerden birini kesmek için duvarın karşısında duran hayvan sürüsünün yanına gidip, aralarından birini seçiyor.
Stardust tepesinden bakınca her şey mutlu ve yolunda gibi gözüküyor ama içinden küçük küçük parçalandığının kimse farkında değil. Kış geliyor, kral ve kraliçe ise kış için tahıl bulma derdinde. Tahıl yoksa kıtlık Rible için kapıda demektir. Lord Arthur dün geceden biraya batırılmış ekmeğinden büyük bir lokma alırken, büyük salonun sessizliğinin tadını çıkartıyordu.
Bu sırada ise Rible'nin kuzeyinde olaylar çok daha karışık bir hale geliyordu...
***
Angela düzenli bir şekilde nefes alıp veriyordu, hedefini vurmak için tek bir şansı vardı. Okunu çekip sakince yayın kirişine koydu, konumunu aldı ve nefesini tutup okunu sakince hedefine doğru bıraktı. Angela sisli günlerden küçüklüğünden beri nefret ederdi. Nişan almayı zorlaştırdığı gibi, görüş mesafesi de önemli ölçüde kayboluyordu bunlara ek olarak da geçmişinde hatırlamak istemediği günlere geri dönüş yapmasına neden oluyordu, bu yüzden hedefi olan geyiği vurduğundan bile emin değildi.
Yavaş adımlarla, geyiğin olduğu yere doğru gitti. Yaprakların hışırtısından ürken geyik Angela'nın varlığını hissettiği an zıplayarak oradan uzaklaştı ve sisin arasına kayboldu. Angela attığı okun nereye düştüğünü görebilmek için gözlerini kısıp etrafına baktı. Oku bulamayınca bu kadar acemice bir atış yaptığı için kendisine kızgın bir şekilde yerdeki küçük bir taşı ayağıyla ileri doğru tekmeledi. Taş yanında biraz toprakla beraber havada uçtuktan sonra tekrar yerle buluştu. Angela önüne düşen saç tutamını geriye attıktan sonra pelerinin kapüşonunu kafasına geçirdi ve topuğunun üzerinde arkasına döndü.
Döndüğü an ise çığlık atmamak için sağ gelini ağzına kapattı ve ağacın dibinde kıpırdamadan yatan adama baktı. Angela ağzını kapattığı elini hafifçe ileri doğru uzattı ve içinden adamın göğsüne saplanmış okun, onun onu olmamasını diledi. Birkaç adım atmış ve adamın kalbine saplanmış oka bakacakken ormanın içinde birden yükselen ses etraftaki kuşların aniden havalanmasına neden oldu.
- Eire! Neredesin seni küçük sıçan? Hemen yola çıkmamız gerekiyor, koca poponu kaldır da gidelim artık buradan, Eire!
Angela olduğu yerde donup kalmıştı, adam hem yalnız değildi hem de ismini daha önce bir ilanda gördüğüne emindi. Hızlıca hareket ederek sağlam bir ağaca tırmandı, ortalığın karışacağını şimdiden hissedebiliyordu. Az önce Eire'a seslenen adam homurdanarak sırtındaki erzakları yere koydu ve hançerini çekip yanındaki ağacın kabuğuna sapladı. Hançerin ucuyla ağacın üzerindeki yosun bağlamış kabuğu kaldırdı ve hançerini ağacın derinlerine saplarken içine yayılan zevkin yüzüne de yansımasına izin verdi. Sonrasında çatırdayarak kopan kabuğu aldı ve parmakları arasında çevirmeye başladı, etrafta saçma sapan geziniyor ve aynı hareketi tekrarlıyordu ta ki bir anda Eire'nin yerde tepki vermeden yattığını görünceye kadar. Elindeki kabuğu yere attı ve koşarak arkadaşının yanına gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Savaşçının Kalbi
FantasiaRible'ye soğuk bir kış vurmak üzeredir. Kral ve kraliçe kışı atlatmanın planalrı içinde boğulmuşken, bu krallıkta hapsolmuş Avcı Angela'nın omuzlarında ise çok daha ağır yükler bulunmaktadır. Mantıklı kararlar almak zorunda olan avcının önünde ise b...