Dalgalar sakince denizdeki gizemleri kıyıya taşımaya devam ederken, kumsalda yatan ölü bedenler, birkaç saat önce yaşanmış felaketin sadece küçük bir özetinden başka bir şey değildi. Lord Arthur ölü bedenlerin arasında son bir umut için gezinirken, ölümün kokusu yavaş yavaş geceyi kaplamaya başlamıştı. Gecenin asil karanlığı ölülerin üzerini bir battaniye gibi örtmeye başlarken Lord Arthur'un adamları arasındaki fısıltılar rüzgarla birlikte etrafa kasvet saçıyordu.
Lord Arthur pes etmiş şekilde yerde yatan cansız bedenlere baktı, ardından beklemekten yorulmuş ve ölü insanlarla aynı havayı solumaktan neredeyse baygınlık geçirecek genç askerlerine baktı. Artık yola çıkmaları gerekiyordu ama içinden bir ses fıçıların yanında ağlarla sarılmış adamın yanına gitmesi için onu dürtüyordu. Lord Arthur, sakince adamın yanına giderken elindeki meşaleyi hafifçe adama yaklaştırıp diz çöktü. Kendi adamları yaptığı bu hareketten dolayı daha yüksek sesle homurdanmaya başlamıştı ama umursamayarak adamı incelemeye başladı.
Adamın tamamen parçalanmış ve kanlar içindeki suratına rağmen susuzluktan çatlamış dudaklarıyla boğazından yükselen bir hırıltıyla kesik kesik nefes alıp veriyordu. Lord Arthur bir anlık heyecanla yardım istemek için elini kaldırdığı anda yerde cansız gibi yatan adam son gücünü kullanıp Lord Arthur'un bacağını yakaladı ve kendisini lorda doğru çekmeyi başardı. Lord Arthur son nefesini vermeden önce adamı koltuk altlarından yakaladı ve adamın çenesini tutup kendisine sertçe çevirdi. Adam boş ve güçsüz bakışlarla Lord Arthur'a baktı küçümseyerek bir kahkaha attı ve aşırı hırıltılı bir sesle konuşmaya başladı her söylediği sözcükle ağzından biraz kan geliyordu;
-Benim için çok geç anlamıyor musun?
-Hala birkaç dakikalık ömrün var yaşlı adam soğuk kılıcımın tadına bakmadan konuşmaya başlasan iyi olur.
-Emin ol benim için çok daha huzurlu bir ölüm olurdu ama bugün için değil.
-Kimsin? Bu topraklarda ne işin var?
Adam şiddetli bir şekilde sarsılmaya başlayınca kollarının üzerinde düştü ve ağzına biriken kanı yere tükürdü. Ağzının kenarlarından akan kanı koluyla sildikten sonra onunla birlikte yere eğilmiş Lord Arthur'un güçlü suratına baktı. Bir insan ölürken böyle bir surat görmemeli diye geçirdi içinden ama başka şansı yoktu. Elini tehdit oluşturmayacak bir sakinlikle iç cebine götürdü ve küçük bir defter çıkarıp Lord Arthur'un göğsüne doğru ittirdi ve kendisini zorlayarak konuşmaya devam etti;
-Çok büyük bir ordu. Tek başınıza baş edemezsiniz. Ben görevimin kendime ait kısmını yerine getirdim denizlerin yaratıcısı da şahidimdir.
-Ne ordusu be adam neden bahsediyorsun?
-Benim için çok geç. Onu kurtar. Görevi ne pahasına olursa olsun bitirmesini söyle.
-Kimi?!
Adam tamamen yere düşmeden önce eliyle defteri işaret edip elini Lord Arthur'un kalbine koydu ve gözleri yukarı doğru kayarken ruhu bedeninden sıyrılıp özgürlüğüne kavuştu. Lord Arthur hiç vakit kaybetmeden defteri kemerindeki cepçiğe koydu ve ayağa kalktı. Gürültülü bir şekilde ıslık çalıp tüm adamlarının dikkatini üzerine çekti ve birden denize doğru döndü. Sanki gecenin karanlığında birileri onları izliyormuş gibi bir his dolmuştu içine. Kalbi korkuyla karışık bir heyecanla atarken adamları meraklı bir şekilde lordlarına bakıyordu. Lord Arthur sesinin titremeyeceğine emin olduktan sonra bakışlarını denizden bir saniye bile ayırmadan konuştu;
-Hepsini kontrol edin, aralarında hala nefes alan varsa hemen kaleye götürün ve hepsinin üstünü arayın şüpheli bulduğunuz her şeyi bana getirmenizi istiyorum. Hızlı olun oyalanacak vaktimiz yok!
Adamlar bir anda lordlarının verdiği emirle ölü bedenlerin üstüne çullandı ve aramaya başladı. Lord Arthur ise hızlı adımlarla atına doğru gitti. Hemen kaleye dönüp kral ve kraliçesine rapor vermesi gerekiyordu. Atına bindiğinde adamlarına son bir bakış attı ve dört nala atını kaleye doğru sürmeye başladı.
***
Kral Henry ve Kraliçe Anna tahtlarına oturmuş ülkenin içine girdiği tahıl sorununu hararetli bir şekilde derebeyleriyle tartışıyorlardı. Bu sırada Lord Arthur büyük salonun sonunda durmuş olan biteni sakince dinliyordu. O kadar sıkıcı bir tartışmaydı ki, Lord Arthur eğer biraz daha bunu izlerse ayakta uyuya kalabileceğinden endişeleniyordu. Neyse ki kurtarıcısı tam zamanında yetişmişti. Başhekim Ackerley'in çıraklarından biri aniden salona dalmış ve herkesin dikkatini çekmişti. Çırak içeri bu kadar patavatsızca girdiği için birkaç kere özür dilemiş ve elindeki mektubu Lord Arthur'a huzursuzlanarak uzatmıştı. Lord Arthur kaşlarını çatarak konuştu;
-Bunun için biraz daha bekleyemez miydin?
-Çok üzgünüm efendim ama bunu size ulaştırmam istendi.Lord Arthur ilk önce izin istemek için kral ve kraliçesine baktı. Kraliçe durumu başıyla hafifçe onaylarken, Kral Henry bacak bacak üstüne attı ve salondaki herkesin dışarı çıkması için bir işaret yaptı. Derebeyleri hızlı bir şekilde salonu terk ederken Lord Arthur tahta doğru yaklaşırken mektubun mührünü dikkatlice kırdı ve nefes almasını bile zorlaştıracak o yazıyı okudu;
-Mektup Lord Ralcha'dan geliyor kral ve kraliçem. Yazdıklarına bakılırsa kaçak askerleri orman içinde takip ederken bir andan kaybetmişler. Saatler süren kovalamaca sonucunda kaçak askerlerden daha çok kayıp vermişler. Ayrıca Lord Ralcha onları kaybetmeden önceki son alanda yerde yeşil bir kumaş bulmuşlar. Kumaş kanla kaplıymış ayrıca bir ağaçta boğuşma izleri varmış ve başka bir ağaçta da kan izleri.
-O halde o anda kaçmak yerine ilgilendikleri başka bir şey daha vardı.
-Burada kırılmış ağaç dallarından ve askeri ayakkabıya sahip olmayan birisinin izlerini de bulduklarından bahsetmiş kralım.Kral Henry düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı. Acaba köylüler kıtlık yüzünden kuzey ormanına girmenin yasak olduğunu bilmelerine rağmen avcılık mı yapıyordu? Göz ucuyla kraliçesine baktığında tıpkı kendisi gibi onun da derin düşüncelere dalmış olduğunu fark etti. Buna karşın Lord Arthur hafifçe kaşlarını çatarak mektubu okumaya devam ediyordu. Tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada Kraliçe Anna konuşmaya başladı;
-Bu durumdan hiç hoşnut değilim Lord Arthur. İlk önce topraklarımızda bir gemi karaya vuruyor ve saçma sapan bir görevden ve ordudan bahsediyor. İki gün sonra bir handa 3 askerimiz halk tarafından aşağılanıyor, şimdi de bu! Lord Ralcha'nın yazdıklarına bakacak olursak, şu an kuzey topraklarımızda çok büyük bir tehdit var. Ülkemize gelen en önemli ticaret yollarından birisi kuzey topraklarımızdan geçerken ormanda saklanan haydutlar var, bu durumumuzu daha da kötü etkiler. Halk kıtlıkla karşı karşıya olduğumuzu bilmemeli. Kuzey yolunu kullanarak gelen kervanların başına bir şey gelirse bunun altından kalkamayız.
-Kuzey ormanını araştıracak silahlı bir ekip gönderebilirim kraliçem.
-Sadece bir ekip yeterli olmayacaktır. Görmüyor musun daha Lord Ralcha hiçbir şey yapamayıp kayıp verirken çömez askerlerimizi ölüme itemeyiz.Kral yavaşça uzanıp kraliçesinin elini tuttu ve dudaklarına doğru götürdü. Her şey geçecek demek istiyordu ama bu büyük bir yalandan başka bir şey olmazdı. Hüzünlü bir şekilde Lord Arthur'a baktı, Lord Arthur ise yavaşça öne eğilip selam verdi ve topuğunun üstünde dönüp yürümeye başladı. İşler çıkılmaz bir hal almaya başladı. Kraliçe haklıydı, kuzey toprakları şu an ülkeyi besleyen ana damar gibiydi. Madem askeri birlikle gidemiyordu o halde sıradan biri gibi gidecekti. Tamamen çıkmadan önce omzunun üstünden kral ve kraliçesine baktı. Kraliçe hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordu, kral ise önünde diz çökmüştü. Yöneticiler bu kadar zayıf olmamalı diye geçirdi içinden Lord Arthur ve karanlık koridorlarda kaybolarak odasına gitmek için yürümeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Savaşçının Kalbi
FantasíaRible'ye soğuk bir kış vurmak üzeredir. Kral ve kraliçe kışı atlatmanın planalrı içinde boğulmuşken, bu krallıkta hapsolmuş Avcı Angela'nın omuzlarında ise çok daha ağır yükler bulunmaktadır. Mantıklı kararlar almak zorunda olan avcının önünde ise b...