Kısım 18

1.9K 131 0
                                    

Keyifli Okumalar... :))

Angela'nın işaret parmağı, incelikle işlenmiş yüzüğün etrafında dolaşıyordu, parmağıyla her tur attığında yüzüğün soğuk metalinin dokusunu hissediyordu. Gözleri, uzaklara dalıp gitmişti, adeta Eire'nin dudaklarından dökülen sözcüklerle birlikte derin bir yolculuğa çıkmıştı. Eire, eşinin sonunu anlatırken, cümlelerinin arasında yankılanan sessiz çığlıklarla, gözlerinin derinliklerindeki acıyı ifşa ediyordu. Hikâyenin detayları belirsizdi, üzerinden beş yıldan fazla geçmişti ancak anlatımındaki ince nüanslar, Angela'nın kalbinin derinliklerine saplanan oklar gibiydi. Eire'nin anlattığı acı, odanın içine yayılan bir melankoli haline dönüşmüştü, Angela'nın etrafındaki her şey bu hüzünlü atmosferle doldu. Zaman durmuş gibi hissetti, gardıropta duran kanlı elbise olsun, şu an parmağına taktığı yüzük olsun ruhunun daralmasına neden oluyordu.

Eire, masasının başında oturmuş, derin düşüncelere dalmış bir haldeydi. Masasının üstünde tam bir kaos hakimdi. Masaya bir sürü kâğıt ve kitap yığmış, saatlerdir çıt çıkarmadan ve gözlerini ayırmadan kelimelerin arasında geziniyordu. Düşüncelerine gömülmüş bir haldeydi. Saçları, düzensizce dağılmış, yüzünü hüzünle örtmüştü. Karanlık gölgeler, yorgun gözlerinin altında derin çukurlar oluşturmuştu. Odanın içindeki solgun gün ışığıyla birlikte çok daha kasvetli bir görünüme sahip olmuştu. Oturduğu yerde aniden irkildi, zihni o korkunç anıya geri döndü. Eski anısı, onu adeta bir fırtına gibi sarsıyordu. Elleri titriyor, sanki o korkunç anın ağırlığını hala hissediyordu. Eire, eşinin ölü bedenini kollarında tutarken yaşadığı dehşeti ve çaresizliği canlı bir şekilde hatırlıyordu.

Odadaki sessizlik, içeri giren hizmetlilerin telaşı ya da başka bir dış etkenle değil, zamanla yarışırcasına süregiden içsel bir sükûnetle kırılamadı. Güneş batmış, yerini gümüşi ay ışığına bırakmıştı. Odayı, loş mum ışıkları ve şöminenin içinde dans eden tatlı ateşler aydınlatıyordu. Odanın içinde, zamanın durağanlığı ve sessizlik, sanki bir hüzün perdesiyle örtülmüş gibiydi. Mumlar, duvarlara belirgin gölgeler yansıtıyor, odanın her bir köşesinde farklı bir hikâye yükseliyor gibi hissettiriyordu. Eire ve Angela, bu sessizliğin içinde, birbirlerinin varlığını hissetseler de tek kelime dahi etmiyorlardı. Bir süre sonra Angela, sessizliği nazik bir şekilde kırdı, boğuk bir ses tonuyla konuştu;

-Eire.

Eire, sessizlikte birden yankılanan ismini duyunca dikkatlice kafasını kaldırdı. Angela, hemen yanı başındaydı, bir elini sandalyenin sırtına dayamış, diğer eliyle ise sabahtan beri sadece karalamalar yaptığı defterleri nazikçe kapatmıştı. Sandalyesinde geri yaslanırken gözleri Angela'nın gözleriyle buluştu. Meraklı bir şekilde başını sola doğru yatırırken hafifçe esnedi. Aynı pozisyonda saatlerce kıpırdamadan durmak uykusunu getirmişti. Bu sırada Angela sözlerinin devamını getirdi:

-Düşünüyordum da bana biraz etrafı göstersen daha iyi olabilir, hem sen burada olmayınca canım sıkılmaz.

-Bir tür kaçış planı falan mı hazırlıyorsun?

Eire'nin uykulu ve yorgun sesine rağmen şakacı tonu sesinde oldukça barizdi. Angela'nın dudakları yukarı doğru kıvrılırken hafifçe iç çekti.

-Evet, senden ve senin kokulu ilaçlarından ne kadar hızlı kurtulursam o kadar iyi olacak gibi düşünmeye başladım.

Eire gülümseyerek ayağa kalkarken başıyla onayladı. İleri doğru uzanıp Angela'nın önüne düşen bir tutam saçını kulağının arkasına attı.

-İlginç, oysa ki yemekteki ilaç daha az koku yapar diye düşünmüştüm.

Angela suçluluk duygusuyla alt dudağını ısırdı ve bakışlarını kaçırdı. Bu durumu nasıl açıklayacağını kestiremiyordu. Ağlayarak koridorda yığıldığını mı itiraf edecekti yoksa sabah kaçmaya çalıştığını fakat yakalanınca bir hikâye uydurmak zorunda kaldığını mı? Sıcak basmış bir şekilde boğazını temizledi, Eire'nin sorgulayan bakışlarını üzerinde hissediyordu. Fakat bir anda cesaretini toplamayı başardı, çenesini kaldırıp gözlerini onun gözlerine korkusuz bir şekilde kilitledi.

Bir Savaşçının KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin