1. Bölüm
"Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir..."
Onu ilk gördüğümde bundan 3 yıl önceydi. Sınıfa biraz geç kalmış, ilk bulduğu yere hemen oturmuştu. Üzerinde siyah bir deri ceket vardı, düşündüm de o siyah deri ceketi onun üzerinde bir daha hiç görmedim.
Her neyse, sınıfa geç geldi ve orta sıranın en sağındaki koltuğa oturdu. Dersimiz yazarlığa girişti. Sanki tüm sınıf birbirini tanıyor, tek yabancı benmişim gibiydi. Hoca o dönem güncel olan birkaç haberi anlatarak derse başladı; kız ve erkek öğrencilerin ayrı eğitim görmeleri konusunda çıkan tamamı deli saçması olan haberleri eleştiriyordu.
Aslında o ana kadar sınıfta hocanın anlattığından başka bir şeye dikkat etmiyordum ama sonrasında Ege kollarını yukarı kaldırdı, deri ceketinin içine giydiği açık mavi kazağı çıkarttı, bu sırada saçları önce yukarı sonra omuzlarından aşağı döküldü, içindeki beyaz tşirtün yakası dağıldı, önce yakayı düzeltti sonra bozulan dalgalı saçlarını elleriyle arkaya itti ve örmeye başladı.
Bense birkaç sıra arkasından onun bu doğallığını, doğallığının içindeki güzelliğini, güzelliğindeki sırrı sevmeye başladım. Ama tüm bunların ötesinde ona dair en sevdiğim şey başkaları için böylesine bir uyuşturucu olduğunun hiç farkında olmayışıydı. Onun tek ilgilendiği şey kendi tutkularıydı; iyi bir yazar ve iyi bir dansçı olmak..
İlk ders olduğu için hoca ders hakkında kısa bir tanıtım yapıp dersi bitirdi ve bir sonraki ders için bizlerden kendimiz hakkında hayatımızdaki diğer insanların bilmediği ve sadece bu sınıftakilerin bileceği birkaç şey düşünmemizi ve bunları bir kompozisyon şeklinde yazıp sınıfa getirmemizi söyledi. Yazmak benim için uzak bir eylem değildi ancak kendim hakkımda kimsenin bilmediği şeyleri yazmak korkutucu gelmişti.
Ders bitti, herkes ayaklandı, bense arkada toparlanırken göz ucuyla Ege'yi izliyordum, henüz ayaklanmamıştı yanına gelen 2 kızla konuşuyordu, uzun zamandır görüşmedikleri belli oluyordu. Sonunda toparlanıp ayağa kalktım ben de, sınıftaki merdivenlerden inerken Ege'nin ve kızların da toplanıp benim bulunduğum merdivenlere doğru geldiklerini gördüm.
İlk kez yüzünü görmüştüm, belki 15 dakikadır arkadan izlediğim, aklımda habire oynattığım sahnelerin başrolünün yüzünü ilk kez görüyordum. Buğday teni, masmavi gözleri, dalgalı, kahverengiden koyu sarıya çalan saçları, ufak burnu ve sanki karşıdakine bir silah amacıyla koyulmuş kırmızı kalın dudakları.
Bu kısa zamanlı ve nefessiz geçen karşılaşma, Ege'nin ve yanındaki kızların basacağım basamağa benden önce geçmeleri ve benim afallamamla birlikte son buldu ve Ege tam önümde bir türlü kurtulamadığım saçlarını yüzüme vurarak sınıftan çıktı. Ege ve düşme tehlikesi birleşince biten nefesime ihtiyacım oldu ancak boğazımdan çıkamayan soluk orda sıkıştı ve ufak bir öksürük krizine sebep oldu.
Nefesimi düzenleyip kendime gelmeye çalıştığım sırada hala sınıfta olan Yakup Hoca, bana doğru yaklaştı ve "Belki ödevinde bu karşılaşmayı yazabilirsin." dedi ve sıcak bir şekilde gülümseyerek "İyi misin?" diye sordu. Yeteri kadar oksijene sahip olamadığımdan sebep olacak ki hocanın ne kast ettiğini anlayamadım ve kendisine sadece olumlu şekilde başımı sallayabildim.
Yakup Hoca, 50li yaşlarında, hafif beyaz saçlı ve sakallı, ela gözlü, kahverengi çerçeveli gözlükleri olan bir edebiyat profesörüydü ve sanırım dersin başından beri Ege'yi izlediğimi, onu görünce şaşkına döndüğümü, düşme tehlikesiyle burun buruna kaldığımı fark etmişti.
Sınıftan Yakup Hoca'yla birlikte çıktık, tuhaf bir şekilde ilgisini çekmiştim sanırım ya da arka arkaya yaşadığım şoklara kayıtsız kalamamış ve halime üzülmüştü... Sessiz bir şekilde koridorda beraber yürüyorduk. Elinde bir sürü kitap olduğunu görünce kitaplara göz ucuyla bir baktım, bir tanesi dikkatimi çekti çünkü daha birkaç hafta önce okuduğum ve çok etkilendiğim Marcel Proust'un Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde kitabı olduğunu fark ettim.
Yakup Hoca önceki bakışlarımı olduğu gibi bunu da fark etmiş olacak ki bakışlarını yürüdüğü yoldan ayırmadan, sakin bir ses tonuyla sanki tüm bakışlarımı, bakma sebeplerimi ve soluksuz kalışlarımı özetlemek istercesine şu alıntıyı yaptı kitaptan; "İnsan bir kişiden hoşlanabilir ama aşkı hazırlayan o hüznün, o telafi edilmezlik duygusunun, o iç daralmalarının ortaya dökülmesi için, bir imkânsızlık ihtimali gereklidir." ve hiç temposunu bozmadan ve bakışlarını değiştirmeden yolda yürümeye devam etti.1. Bölüm Sonu
Crimson and Clover by Tommy James & The Shondells
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunshine (GirlxGirl)
Romance"Senin evinde yatağın içindeydik, yaklaşmaya korkuyordun. Tek bir gece vardı elinde ama bakışlarıma yakalandıkça saçlarını geriye itip gözlerini kaçırıyordun. Yataktan kalktın ve salondaki gitarını alıp tekrar geldin. Cam açık, rüzgar çılgın, sen de...