Gecenin 3'ydü, üstünde kollarından aşağı dökülen salaş, siyah bir hırka, altında mini eteği, dağınık saçları ve ağlamaktan kızarmış gözleriyle Can'ın evinin önündeydi. Arabasını park etmiş bir halde şoför koltuğunda oturuyordu hala, arabasından indiğinde verdiği karardan geri dönüş olmayacaktı. Gözlerini kapattı kısa bir an için, kırıntı bile olsa cesarete ihtiyaç duyuyordu. Aklına gelen ilk anı bulmaya çalıştı, içini huzurla kaplayan, dönmek istediği küçük bir anı. Gözlerinin karanlığında Toprak'ın yüzü belirdi. Ege'nin avuçlarının arasında, dudaklarının birbirine dokunup ayrıldığı, masumiyetini ve dürüstlüğünü her defasında biraz daha yitirdiği o an belirdi. Gözlerini açtı yavaşça, Can'ın evinin camlarına baktı ifadesiz bir şekilde, içerde ışıklar yanıyordu. Önüne gelen saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi, arabanın anahtarını çıkarttı ve kapıyı açıp arabadan indi. Elinde sadece telefonu ve anahtarları vardı. Beyaz kapıya ulaştığında derin bir nefes aldı ve zile bastı. Son gücüyle ayakta durmaya çalışıyordu, kalbinin ikileminde ortada kalmıştı, yükleri ağır geliyordu. Elleri önünde birleşmiş bir şekilde yere bakarak, kapının açılmasını bekliyordu. Bu sırada Can kapıyı açtı, Ege kafasını kaldırdı ve bakışları birbiriyle buluştu. İkisi de bir şey demedi o an, bir süre birbirine baktıktan sonra, Can çekingen bir ses tonuyla, "İçeri gelsene." dedi.
Duygular öyle başına buyruk varlıklardı ki, birbirine ait iki insan, duyguların eseriyle iki yabancıya dönüşebiliyorlardı. Birbirilerine dokunmaktan bile korkuyorlar, ellerini koyacakları yeri şaşırıyorlardı. Ege yavaş adımlarla içeri girdi, her noktasını bildiği evin salonuna geçti ve hırkasını çıkarıp koltuğa oturdu. Can hala kapının ordaydı, endişeli bir şekilde yavaşça kapıyı kapattı ve sakin adımlarla Ege'nin yanına doğru yürüdü.
İkisinin de hareketleri, tepkileri, hisleri yavaşlamıştı, hata yapmamaya çalışan küçük korkak çocuklar gibilerdi. Can, kendi evinin salonunda nereye oturacağını, sevgilisine sarılıp sarılamayacağını bile bilemiyordu.
Yavaşça Ege'nin karşısına oturdu. Cevabı biliyordu ama yine de sordu "Bir şeyler ister misin?" Ege oturduğu yerde yavaşça kafasını salladı olumsuz manada. Sonra gözlerini Can'a doğrulttu, uzatmanın manası yoktu. Bir çocuğa bakar gibi şefkatliydi ona karşı, gözyaşlarını tutmak istiyordu ama bu mümkün olmayacaktı. Sesindeki titrekliği kontrol etmeye çalıştı ve derin bir nefes alıp "Can" dedi ve durdu.
Aklından silmeye çalışsa da bir türlü gitmeyen o düşünceler Can'ı yakalamak üzereydi, korkuları gerçekleşiyordu.
"Bir şey konuşmamız gerek." ikisi de büyük çaba gösteriyorlardı bu anın altında kalmamak için.
Birbirlerine kısa bir süre bir şey söylemeden baktılar. Gözlerini kaçırmak ya da söyleneni duymamazlıktan gelmek çözüm değildi. Zamanın iyileştirici etkisi kadar, yıkıcı etkisi de vardı ve küçük bir zaman diliminde, öyle sessiz öyle durağan bir şekilde birbirlerinden kopmuşlardı ki, şu anın içindeyken yaşanılan ve söylenilen şeyler ikisi için de gerçeküstü geliyordu. Ege gözleri dolu bir şekilde Can'a bakmaya devam etti. Ne hakkında konuşacağını anladığını biliyordu, bu yüzden Can'ın yüz ifadesindeki değişikleri kalbi acıyarak izliyordu.
Can yutkundu, acısını ve korkusunu kamufle etmeye çalışarak ince bir ses tonuyla, "Konuşalım." dedi. Bakışları bir kez daha birbirlerine kitlendi ve kısa bir sessizlik oluştu.
Ege derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı, "Ben.." dedi ve durdu, saçlarını geriye attı, Can'a bunları yaşattığı için canı çok acıyordu ama onu daha fazla aldatmak da istemiyordu, bu yüzden tek nefeste söyledi içindekileri "Ben ayrılmak istiyorum."
Son birkaç haftadır aralarındaki uzaklık ve Ege'deki değişikler, Can'a zaten bunları hissettirmişti ama bu anın sesli ve somut bir şekilde karşısına çıkacağını hiç düşünmemişti Can. Gözlerinde bir umut beklentisiyle Ege'ye bakmaya devam ediyordu ama maalesef bu an gerçekten gerçekleşiyordu.
"Keşke senin görmek istediğin kişi olabilseydim ama değilim." kısa bir süre durakladı ve sonra ekledi "daha fazla bu yanılgıyı yaşatmak istemiyorum, ne sana ne kendime."
Can hiçbir şey söylemeden Ege'yi dinliyordu. Gözlerindeki ifade hiç unutulmayacak bir biçimde Ege'ni hafızasına saplanırken, Ege kendisini daha fazla tutamadı ve gözlerindeki tek minik yaşın yavaşça yanaklarından akmasına izin verdi.
"Özür dilerim"
Can oturduğu yerde Ege'yi izliyordu, tüm bu yoğun duygu halleri, bu değişik tavırları, bu uzaklığı ve daha birçok anlamadığı şeyi oturtmaya çalışıyordu ama çoğu şey ayakta kalıyordu. Elindeki son çabayla sağlam kalmaya çalışıyordu Can. Olan her şeye rağmen, Ege'yi anlamaya ve birbirlerini kurtarmaya çabalıyordu.
Can gözlerine dolan yaşın akmaması için savaşıyordu. Bakışlarını Ege'ye çevirdi, gözleri kızarmıştı, titrek bir sesle "Ben yanlış bi şey mi yaptım?"
Ege'nin gözyaşları gözlerinde tekrar belirirken kafasını yavaşça olumsuz bir şekilde salladı ve kısık bir sesle "Hayır" dedi. "Senin bir suçun yok."
"Sebep ne o zaman? Bir açıklama yapmayacak mısın? Böyle mi biticek yani?"
"Can" dedi Ege yorgun bir sesle,
Can, Ege'yi kesti ve "Tamam anlıyorum, son zamanlarda uzak kaldık birbirimizden, belki ben de iyi yönetemedim ama sebep bunlar değilse ne Ege?"
Can oturduğu yerden kalktı, ellerini ensesinde birleştirip Ege'ye sırtını döndü, anlamaya idrak etmeye çalışıyordu. Sonra tekrar Ege'ye dönerek "Napıcağımı ne diyeceğimi bile bilmiyorum. Sanki bir yabancıyla konuşuyorum. Her şey bu kadar kolay tükenmeye hazır mıydı?"
Can'ın duygularını kontrol etmek için verdiği çaba yetersiz geliyordu. Konuşulanlar onu tatmin etmiyor, yeni sorular oluşturuyor, kalbindeki boşlukta gitgide yalnızlaşıyor ve daha da çaresizleşiyordu. Ellerini açarak "Hiçbir şey anlatmadan özür dileyip bitirmeye çalışıyorsun. Bütün sorguları, soruları, düğümleri bana bırakıyorsun. Kim oldun sen, bu benim sevdiğim insan mı cidden?"
Ege oturduğu yerde duruyor, Can'ın haklı soruları arasında gitgide çaresizleşiyordu. Eliyle gözündeki yaşları sildi tekrar.
Can olduğu yerde durdu ve keskin bir ses tonuyla "Ege" dedi. Ege kafasını kaldırdı ve kızarmış gözlerle Can'a baktı, "Başka biri mi var?". Bu cümle ikisinin de kalbine ince, keskin bir buz batırdı ve evdeki her şey durup sessizleşti. Bakışları birbirindeyken, kaçacakları hiçbir yer yoktu. Ege bu konuşmayı aklında defalarca yapmıştı ama bunun için verilebilecek cevap hala belirsizdi. Bu soruyu sesli bir şekilde dile getirmek bile böyle ağırken, cevabını beklemek bir işkence gibiydi. Ege'nin dudakları adeta birbirine kitlenmişti. Birkaç saat önce, kirli bir bar tuvaletinde kendini bıraktığı anı, kalbindeki ayrılıkları, aklının bölünmesini, bir tarafının her defasında Toprak'a kayışını nasıl anlatacağını bilmiyordu.
Soru havada bir toz bulutu gibi parçalara ayrılıp, Can'ı ve Ege'yi birbirinden biraz daha ayırırken, aralarındaki sessizliği bozan ve sorunun cevabını veren ses duyuldu. Ege'nin telefonu çaldı, arayan Toprak'tı. İkisi de kafasını refleks olarak sehpanın üstünde duran telefona çevirdi. Arayanın Toprak olduğunu görünce, Ege telefonu kapatmaya çalıştı ve Can'a baktı.
Can kaşlarını çatmış, şaşkın bir şekilde bir telefona bir Ege'ye çevirdi bakışlarını, cevap bekler gibiydi. Sonra acı çeken bir ifadeyle gözlerini kapattı, kendini ellerinin arkasında gizledi ve Ege'ye sırtını dönüp hırıltılı, titrek, yıkılmış bir ses tonuyla acısıyla yüzleşti "Ahh.. hayır ya, hayır, hayır..."
Sunshine
19. Bölüm Sonu
1. Sezon Finali
"Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunshine (GirlxGirl)
Romance"Senin evinde yatağın içindeydik, yaklaşmaya korkuyordun. Tek bir gece vardı elinde ama bakışlarıma yakalandıkça saçlarını geriye itip gözlerini kaçırıyordun. Yataktan kalktın ve salondaki gitarını alıp tekrar geldin. Cam açık, rüzgar çılgın, sen de...