Selamlar, öncelikle bütün güzel yorumlarınıza teşekkür ederim, burda olduğunuzu bilmek çok değerli :)
Bir adet ufak bir duyurum var. Bu hikayeyi yazmak için öncesinde hiçbir hazırlık yapmadığım için yolun ortasında kuruyorum bazı kısımları. Bunlardan bir tanesi de ana karakterimiz olan Farah'ın ismi. Duyurum şu ki, Farah bana Farah gibi gelmiyor, sanki başka bir şey olmalıymış gibi ismi:) Bu yüzden sizlere özür dileyerek, Farah'ın ismini Toprak olarak değiştirdiğimi söylemek istiyorum. Umarım sizlere de daha yakın hissettirir:)
İyi okumalar...
Görseldeki Ege karakterimiz... Toprak bir sonraki bölümde:)
3. Bölüm
"Mitolojiye göre Kıbrıs'lı bir heykeltraş olan Pygmalion, ne kadar arasa dahi aradığı kadını asla bulamayacağına karar verir. Beklentilerini karşılayacak kadar güzel bir kadın yoktur yeryüzünde. Bu yüzden hayalindeki kadını kendi elleriyle yapmaya başlar. Fildişinden tane tane oyduğu kadının heykeli o kadar güzel olmuştur ki, yaşayan hiçbir kadında öylesine kaybolmamıştır Pygmalion. Sonunda elinde olmadan aşık olur kendi heykeline, kendi tutkularına ve beklentilerine... Heykelin ismini "uyuyan aşk" manasına gelen Galatea koyar ve aşkını o cansız yapıda bırakıp, bereket ve güzellik tanrıçası olan Afrodit'ten, kendisine Galatea'ya benzer bir gelin vermesini ister, arzularını kabul etmekten korka korka. Evine dönüp, Galatea'nın dudaklarını son kez öptüğünde, kadının dudaklarının sıcak olduğunu hisseder. Bir de bakar ki emek emek oyduğu heykelden kadın, kanlı canlı karşısında duruyor. Anlar ki Afrodit ona dileğini bağışlamış, Galatea'ya bir ruh vermiştir. Arattığı, yetiştirdiği, dönüştürdüğü, değiştirdiği hatta var ettiği karaktere ve kişiye aşık olmanın işlendiği hikayelerin esin kaynağıdır Pygmalion."
Yakup hoca'nın yavaş bir ses tonuyla anlattığı bu hikaye, sınıfta pür dikkat dinlenmişti. Herkes gözleriyle Yakup Hoca'nın sınıfta yaptığı yavaş dolanma hareketlerini izliyor ve bir sonraki cümlesini ne olacağını merak ediyordu. Avluda yaptığım kendi iç muhakememden sonra, aşkı, mucizeleri ve belki heykelleri bile kendime yasaklamıştım. Açıkçası kendime karşı böyle acımasız olmak istemiyorum ama manasız detaylardan mutlu olup, kendi oluşturduğum o mutluluk havuzunda boğulmak istemiyordum. Bu yüzden avluda her şeyi kabullenip, aklımı ve kalbimi özgür bıraktım. Sonrasında bir salata alıp, kütüphaneye yazarlık dersim için gereken ödevi yazmaya geçtim. ve işte şu anda da buradayım. Yazarlığa giriş dersi. Yunan Mitolojisi. Yakup Hoca'nın kahverengilere bürünmüş hali, dağınık saçları, o vurucu ses tonu ve bugün verdiğim tüm kararlarıma bir başkaldırış gibi anlattığı o hikayesi.
Ben bu fikirlerle boğulmuşken, Yakup Hoca zihnimin derinliklerinden beni çıkarırcasına enerjik bir sesle "Evet arkadaşlar, Yunan mitolojisi hayal gücünüzü zorlayacak aşk hikayeleriyle dolu, bu hikayeler uzar gider. Şimdi sizin hikayelerinizi duyalım bakalım. Hakkında kimsenin bilmediği, sadece bu sınıfın bileceği gizli bir bilgi arıyoruz. Var mı gönüllü olarak başlamak isteyen?" dedi. Sınıfa baktığımda kimse el kaldırmıyordu. Gözlerim, ben her ne kadar kaçınmak istesem de tuzak gibi Ege'ye kayıyordu. Biraz sakin görünüyordu, sanki sınıfta değil gibiydi. "Yok mu gönüllü? Benim kaldırmamı istiyorsunuz yani illa. Pekala, o zaman ilk şanslı kişiyi seçiyorum. Göz temasından kaçınmaya çalışanlar sizleri de görüyorum merak etmeyin." dedi ve gülümsedi. Sonrasında sakin bir ses tonuyla ekleyerek "Arkadaşlar yazdıklarınızdan korkmayın. Fikirlerinizden korkmayın. Hissettiklerinizden korkmayın." dedi, içimde bir şeyler kıpırdanmıştı sanki. "Toprak, başlamak ister misin?" Allahım, bu cümleyi duymuş olamam değil mi? 20-30 kişilik bir sınıfta ve üstelik Ege'nin olduğu sınıfta, ilk olarak benim okumamı istiyor. Oh hayır, şaka olmalı. Cümlesi her ne kadar bir rica gibi görünse de aslında bir emirdi ve bundan kaçamayacağımı, eninde sonunda yakalanacağımı biliyordum. "Bir de arkadaşlar, lütfen herkes buraya, benim olduğum yere gelip, yüzünü arkadaşlarına dönerek okusun. Biliyorum kulağa korkutucu geliyor ancak buna alışmanızın başka bir yolu yok, içimizdeki o korkak, ürkek kişiliğimizi eğitmemiz ve onu korkularından kurtarmamız gerek." dedi ve bana doğru baktı "Toprak sen de buraya gelip okur musun?". Sınıftaki herkes en arkada oturan bana acıyarak bakıyor ve büyük ihtimal içlerinden yerimde olmadıklarına seviniyorlardı. Bakanlardan bir tanesi de Ege'ydi, bu sınıfta küçük ve önemsiz de olsa tek etkileşimim onla olmuştu. O etkileşim sonucu içimde çatışmalara girmiş, üstelik kaybetmiş ve kendime yeni bir yol bulmuştum. Hepsi bugün gerçekleşiyordu üstelik. Şimdi de o kişinin karşısına geçip kendi yazdığım kompozisyonu okuyacak, kendimle alakalı tüm sınıfla birlikte ona da bir sır verecektim. Peki bu sırrı 1 kişiye anlatmak neden 30 kişiye anlatmaktan daha zor geliyor? Keşke sınıfta olmasaydı... Her neyse, derin bir nefes alıp yavaşça ayağa kalktım, masada duran kağıdı elime aldım, pantolonumun paçaları otururken yukarı kalktığı için paçaları indirip düzelttim ve merdivenlerden yavaşça inmeye başladım. Peki bu adam benim ismimi nerden biliyordu? 2.kez ismimi söyleyince aklıma bu gelmişti, ismimi söylediğimi hatırlamıyordum ona. Yanına ulaştığımda bana "İstediğin bir şarkıyı aç ve onunla birlikte oku. Daha rahat olur." dedi. Sonrasında da bilgisayarını gösterdi. Bilgisayara yöneldim ve aklıma ilk gelen şarkıyı açtım. Artık geri dönüş yoktu, yazdıklarım artık sınıfa doğru, daha da kötüsü Ege'ye doğru yol alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunshine (GirlxGirl)
Romance"Senin evinde yatağın içindeydik, yaklaşmaya korkuyordun. Tek bir gece vardı elinde ama bakışlarıma yakalandıkça saçlarını geriye itip gözlerini kaçırıyordun. Yataktan kalktın ve salondaki gitarını alıp tekrar geldin. Cam açık, rüzgar çılgın, sen de...