Gerçekler

1.2K 100 12
                                    

♦♣♠♥TRAO♦♣♠♥

Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas Douglas

Kafamı masnaın üzerindeki belgelerin üzerinden kaldırıp dönen sandalyemde geriye yaslandım ve dönmeye başladım. İncelenmeyi ve değerlendirilmeyi bekleyen belgelere kafamı veremiyordum. Aklıma bir isim yerleşmişti ve çıkmıyordu. Çıkaramıyordum. Sanki o elime batan bir iğne gibiydi. Çıkarmaya çalıştıkça daha derine ilerlemiş ve benim bir parçam haline gelmişti. Çıkarmaya çalıştığımda ise canı yanan ben oluyordum.

Masamın üzerindeki telefonum titremeye başladığında dönmeyi bırakıp elime telefonumu aldım. Mesaj gelmişti. O'ndan.

'Benim tatlı Trao'm ne yapıyormuş?'

Mesaj atmakla atmamak arasında kaldım. Normalde olsa yapmam gereken bir iş olduğundan ve mesajı o attığından cevaplamazdım ama şuan aklımdan çıkmadığı için belki mesaj atarsam kendimi sonra işime verebilirim diye umarak elimi harflerde gezdirdim ve ona mesaj gönderdim.

'İş'

Çok samimiydik, değil mi? O kadar samimiyiz ki samimiliğimizden öleceğim. Uzun bir süre mesaj gelmeyince elimden telefonu bırakıp masanın üstüne koydum. Şaşırmış olmalıydı. Benim onun mesajına karşılık vermem şaşırtıcıydı çünkü. Kendim bile şaşırıyordum. Ve belki de zaten mesaj atmayacak diye düşünerek telefonu kuytu bir köşede bırakmıştı ve mesajıma ancak yarın cevap verebilirdi. Ben aklımdan çıkmayan kişiye mesaj atarsam kendimi işe verebileceğimi mi düşünmüştüm? Yanılmıştım. Şimdi ne mesaj atacağını düşünmeye başlamıştım ve bu sinir bozucuydu. Sandalyede tekrar dönmeye başladım.

Onunla tanıştığımız günü hatırlıyorum da oldukça garipti. Onu ilk ve tek üzgün gördüğüm zamandı. Eline bir taş almış önündeki denize küfredercesine atıyordu taşı. Bense kraliyet muhafızlarına yeni katılmış olmama ve eğer bir adım atarsam şeytanların bölgesine girecek olmama rağmen canımı o an hiçe sayarak nedense yanına gitmiştim. Belki de teselli etmek istemiştim, bilmiyordum.  Yanına gidip kumların üzerine oturduğumda denize taş atmayı kesip az önce üzgünlük kırıntılarının gezindiği ama şuan buz gibi soğuk bir bakışa sahip olan gözlerini bana çevirmişti. Vücuduma bir ürperti yayılırken taraf amblemimi görmediğine sevinmiştim. Görürse neler olacağını kestiremiyordum. Büyük ihtimalle beni öldürür diye düşünüyordum o zaman. O gün hava soğuk olduğundan hırka giymiştim ve dolayısıyla kolumda olan amblemin görülmemesine yol açmıştım. O bana bakarken hırka giydiğime şükretmiştim hatta. Dudaklarım kendiliğinden aralanmıştı ve ben "Keşke." demiştim. "Keşke bende senin gibi duygularımı gizleyebilsem."

Bunu dedikten sonra yanıma, kumların üzerine oturmuştu ve konuşmaya başlamıştık. Ama ne adımızı sormuştuk birbirimize ne yaşımızı. Güçlü yanlarımız ve güçsüz yanlarımız hakkında konuşmuştuk. Hatta o bir yabancı olan bana neden üzgün olduğunu anlatmıştı. Yakın olduğu birini tarafına ihanet ettiği için öldürmek zorunda kalmıştı ve bu o kadar üzücüydü ki.. Çünkü o aynı zamanda geçen gün bize gelip şeytanlar hakkında bilgi veren kişiden başkası değildi. Bize bilgi veren birini korumamız gerekmez miydi? 

Yanımıza birileri geldiğinde hızla beni kendine çekmiş ve "O benim." demişti. Ne yaptığını anlayamamıştım tabi. Hızla onu itmeye çalışsam da beni daha da kendine çekmiş ve "Uslu ol, küçük kraliyet muhafızı." demişti. Benim kraliyet muhafızı olduğumu başından beri bilmesine rağmen beni öldürmemiş hatta en ufak bir zarar bile vermemişti. Hatta diğerleri benim kraliyet muhafızımı olduğunu her nasıl olduysa anladığında 'O benim' diyerek yine beni korumuştu. O günden sonraki her karşılaşmamızda ise onu kendimden uzaklaştırmaya çalışmıştım. Nedeni ise basitti. Biz düşmandık ve tanıştığımız gün sadece bir istisnaydı. Ben onun benim tarafımı bilmediğini düşünerek hareket etmiştim.

MutasyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin