9 ARALIK 1977 CUMA
~ The Revenant - Main Theme / Ryuichi Sakamoto
Hogwarts neşesini kaybetmiş, bir çocuğun kahkahaları gibi ışıldayan güneşe rağmen ruhu karanlığa bürünmüştü.
Taş koridorları soğuk, o neşeli, konuşkan tabloları suskundu. Öğrenciler ortak salonlarında öğretmenler ile birlikteydiler ama ters giden bir şeyler olduğunun farkında, bir boşlukta öylece beklemekteydiler. Büyük Salonun kapıları kapanmış, içinde bulundurduğu dehşet veren görüntüyü gözlerden saklamıştı.
Ama görenler olmuştu, onu yaşayanlar.
Olaya tanık olan öğrenciler, soruşturmaya tabi tutulacakları için ortak salonlarına gönderilmemiş, Büyük Salondan çok da uzak olmayan bir koridorda beklemekteydiler bir öğretmeni, bir Bakanlık görevlisini, bir Rosier'i...
Dün gece şatayu sarsan fırtınaya rağmen bugün güneş yüzünü göstermiş, sabah itibariyle her yeri çabucak ısıtmıştı. Islak çimler kurumuş, toprak kokusu tüm koridorlara yayılmıştı.
Jane elleri dudaklarının üstünde bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Lana bir duvara yaslanmış iç çekerek, sessizce ağlıyordu. Bellatrix kendisini gölgeye gizlemiş, tek bir ifade barındırmayan gözleriyle boşluğu izliyordu.
Alice ise hem oradaydı hem değildi.
Etrafındaki herkesin farkındaydı. Olanları görüyor, diğer evlerin konuşmalarını işitiyordu. Bir yandan da zihninde Jake'in o görüntüsü capcanlı bir şekilde dururken, duvardaki mesaj ile Sırlar Odasının bir bağlantısı olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Yazı titrek bir yazıydı ama diğer mesajları yazan yazı ile aynıydı. Günlerdir Sırlar Odası'nın mesajlarını yazıp, saldırıları düzenleyen Jake'ti. Ama neden? Niye? Ona saldırmasına rağmen Alice'in unvanını, Slytherin'in adını kullanması büyük bir risk ve tehlikeydi. Jake buna neden kalkışmıştı?
Sol eli saçlarını geriye taradı ve duraksadı.
Zihnindeki soru 'Neden?'di. Neden? Neden? Neden? ...
O sırada yanlarında olan Hufflepuff'ın kızları Nia ve Abigail, Ravenclaw'ın Amber Jones'u ve Carlee Finley'i baş başa vermiş, olanları fısıltı ile tartışıyorlardı. Raphael ve Charles yanlarında, gözleri ise Alice'in üzerindeydi; suçlayan ve kızgın bakışlarla.
Neler düşünüyorlardı kim bilir!
Birkaç gün önce, sırf arkadaşlarına yapılan saldırılardan dolayı Slytherin evini idam etmeye hazırlardı. Ve şimdi bir ölüm olmuştu. Mutlu muydular?
Kızlar ağlayıp duruyor, sessizce iç çekiyorlardı. Hepsi oyun muydu?
Alice'in içindeki yılan kıvrandı. Onların bu oyuncu hallerini yakıp yıkmak istedi. Her birine gerçek acıyı tattırmak istedi. Elleri kıvrıldı, tırnakları avucuna battı. Ama acı onu kendine getirmedi.
Yeşile döndüğünü bildiği gözleri ile onları izlemeye devam etti. Ardından gözleri Gryffindorlulara kaydı.
Lily ve Alice gerçekten sarsılmış görünüyordu. Eliza da en az onlar kadar şaşkındı ama kendini tutuyordu. Marie Turner ise kollarını göğsünde bağlamış, Slytherinlileri izliyordu. Gözleri kendisi ile birleştiğinde dudakları büzüştü.
İnatla kendisine bakarken Alice kıpırdamadı. Tek bir şey bekliyordu. Tek bir hareket. İçindeki öfkeyi kusmak için onlardan yalnızca tek bir hamle bekliyordu.
Marie'nin dudakları oynadı ancak ikilinin arasına Sirius'un silüeti girdi.
Onun kendisine bakan gözlerini gördüğünde Alice irkildi, geriye doğru bir adım attı. Griler, Marie'ye çevrildi ve bir şey söyleyip onu diğer tarafa doğru çevirdi. Sirius cadıya dokunduğunda Alice'in yatışmış olan yılanı başını kaldırıp tısladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Slytherin Prensesi
Fiksi Penggemar"İnsan kim olduğunu seçemez. Ne sen onun kızı olarak doğmayı seçtin, ne de ben bir Black olarak doğmayı." ~Bir Çapulcu Masalı