Gözlerimi kapatıp esen rüzgârı içimde hissetmek için çabaladım. İçimdekileri de alıp öyle devam etsin yoluna istedim. Tüm bu karmaşıklığımı silip süpürsün. Hiç var olmamış olsun yaşananlar.
Canım hiç yanmamış olsun, hiç can yakmamış olayım istedim.
Dalgalara kapılıp gitti aklım.
Su sesinin verdiği huzuru soludum.
Sanki bir daha bana hiç uğramayacakmışçasına...
Ruhumun gelgitlerinden kaçan ben, dalgaların gelgitlerinin senfonisinde kayboluyordum. Adeta bir orkestra gibiydi her şey. Uzaktan gelen kuş sesleri tüm olanlara rağmen gevşememi sağlıyordu. Onlar gibi bu sonsuz gökte süzülebilseydim, belki her şey daha sorunsuz olurdu. Uzaklara gidebilirdim, kaçabilirdim buralardan. Huzuru kanatlarımın arasından süzülen havada hissedebilirdim. İçimdeki bu boşluğu doldurabilirdim. Belki.
Telefon sesiyle gözlerimi araladım. Hava iyice kararmıştı, oysa geldiğimde ufuktaki pembelik içimi okşamıştı. Ne kadar süre burada öylece dikildiğimi merak ettim, fakat pek de önemi yoktu elbet.
Telefonumun ekranında beliren ismi görünce şaşırmadım. Ondan başkası aramazdı zaten. Tüm bu olanlardan sonra...
"Efendim?" dedim, çatallı çıkan sesimle.
"Verdâ, neredesin?"
Sesindeki çekingenliği kilometrelerce öteden sezebiliyordum. Elindeki bardakları kırmamak için özen gösteren bir çocuğun hassaslığı vardı konuşmasında.
"Ne önemi var?"
Konuşmak istemediğimi anlamasını istiyordum. Aslında bunu zaten biliyor olmalıydı, beni tanıyordu.
"Emniyetten geldiler Verdâ. Biliyorum hiç zamanı değil, bunu ben de söyledim ama dinlemediler. Seninle konuşmak istiyorlar. Yani, endişelenme lütfen, yalnızca bilgi almak için."
Son cümleyi bir çırpıda söylemişti. Onu yanlış anlamamdan gerçekten korkuyordu. Benim zerre umurumda olmasa da, o beni düşünüyordu. Gelen polislerin, annem beni şikayet ettiği için değil de, görevleri icabı geldiğini anlatmaya çalışıyordu. Çaresizce çabalıyordu, daha fazla yıpranmamam için. Oysa fazlası zaten imkân dahilinde değildi. Daha fazla parçaya bölünemezdim. Sınırlarımı çoktan aşmıştım.
Sessizliği bozan o oldu.
"İstersen konum at, seni almaya geleyim. Olur mu canım?"
Olur gibi bir şeyler mırıldanıp telefonu kapattım. Konumu gönderdikten sonra tekrar indirdim göz perdelerimi. Hemen gelmemesini umarak, avuçlarımdan akıp giden huzuru içime çekmeye çalıştım. Öyle güçlü bir çekişti ki bu, göğüs kafesimin içinde saklamak istedim soluduğum havayı.
Nafile.
Çok geçmeden korna sesiyle dalgalar da geri çekildi. Elveda ettiğim huzur şimdiden kilometrelerce öteden bana el sallıyordu.
"Verdâ, hadi gel canım. Biraz acele etsek iyi olacak."
İstemsiz hareketlerle ön koltuğa, Arzu'nun hemen yanına oturdum. Buruk bir gülümseme vardı yüzünde. İçimde bir yerlerde tebessümüne karşılık vermek istesem de bu öyle zayıf bir istekti ki, gücüm yetmedi. O da fazla üstlemedi zaten. Bakışlarını yola çevirip gaza bastı.
Yol uzadıkça uzuyor gibiydi. Arzu'nun da bir açılıp bir kapanan ağzı, bir şeyler söylemek istediğini fakat cesaret edemediğini ele veriyordu.
"Ne söyleyeceksen söyle de kurtul istersen."
Acıyan gözlerle baktı bana. Ve daha fazla dayanamayıp ağzında tutmakta zorlandığı kelimeleri üzerime kustu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladı
General Fiction"Yeryüzünü bulutlar kapladı Verdâ. Bâtılın kara bulutları yüzünden insanlar gözlerinin önündeki hakîkati idrak edemez olmuş." Travmaların, yalnızlığın, geçmişin aydınlığındaki kavrayışın ve şefkat yüklü bir sevginin hikâyesi. "Sevmekten daha zordur...