" Sen benim uykumda uyuyorsun,
Sen benim gözyaşlarımda ağlıyorsun.
Hayallerimde senin fısıltın,
Sen yokken bile sen varsın.
Sen benim acımın sonucusun
Benim kalbimin duâları, senin sokakların. "
Elime bir bıçak alıp hiç durmadan ruhuma saplamış gibiyim bugün.
Kanıyor ruhum, durduramıyorum.
Sızlayan bedenimde yalnızca tek bir yer hissiz: Kalbim.
Hissedemiyorum çoğu zaman.
Zamana bırakıyorum ruhumu, kendimi denize bırakırmışçasına.
Lâkin batıyorum.
Dibe batıyorum.
Yaklaşık iki saattir dışarıdaydık. Aktarcı Mehmed ile konuşan Âişe'ye baktım. Elinde tuttuğu şişelerin içindeki tozları koklayıp sürekli bir şeyler soruyordu. Mehmed Ağabey de ona yanıt verirken bir yandan da diğer müşterileri ile ilgilenmeye çalışıyordu.
Evden çıkmadan evvel sorduğu soruyu düşündüm.
"Merak ederim, ne oldu da o hâle geldiydin? Anlatmak istemez isen seni zorlamam tabi fakat anan, baban yok mudur? Kimsesiz misin?"
Kimsem yok demiştim. Babam öldü dedim, ölmüştü. Öyle biliyordum en azından. Âişe'nin evvelsi gün anlattığı masal gelince düğümlenen boğazım bana aksini söylese de, yıllarca ölü bir baba ile yaşamıştım ben. Günlerce penceremden mezarlığı seyretmiş, saatlerce dua etmiştim. Bir mezarı dahi olmayan babam için...
Anlattığı her şeyin birebir aynısını yaşamıştım. Babam... O yaşıyor olabilir miydi sahiden? Ruhumun şifâsı, babam olabilir miydi?
"Kimsem yok Âişe, babam ben çok küçükken vefat etti. Annem ile ise aramız pek iyi değildir."
Turgut gelmişti aklıma.
Dolan gözlerimi fark etmemesi için ayağa kalkmıştım. Fâtıma Ana'ya bakacağımı söyleyerek yanından ayrılmıştım.
Beni ilk gördüğünde neden o vaziyette olduğumu ise yanıtlayamamıştım fakat o da üzerine düşmedi zaten. Zorlandığımı anlamıştı. Zeki kızdı Âişe, bazen dile dökmediklerimi gözlerimin içinden okuyacak diye endişeleniyordum.
"Ah ellerinde zerdeçal kalmamış bu sefer de. Elhamdulillah ki biberiye ve kimyonu getirtivermişler. Onlar da olmasa idi ne derdim anama?" derken bir anda durdu, beni süzüyordu.
"Ah Verdâ! Vallahi çok yakıştı yaşmak sana, anamın gözleri doluverdi bunu üzerinde görünce." derken kimse duymasın diye kısık sesle konuşmuştu.
Yüzündeki kocaman gülümsemeye karşılık verdim. Yaşmak dediği şey benim asrımdakinden farklıydı. Kumaşı ve giyiş şekli oldukça değişik gelmişti. Daha önce böyle bir şey giymişliğim yoktu tabi fakat İstanbul'da yaşıyordum sonuçta. İllaki görüyordum yüzlerini örten insanları. Etraftan geçip giden Osmanlı hanımları da üzerimdekine benzer şeyler giymişlerdi. Zamanında şaşkın şaşkın üzerimde gezinen gözler artık yerdeydi. Dikkat çekmiyor oluşum hoşuma gitmişti doğrusu.
Asfalt ile kaplanmış olmasına alışık olduğum yollar topraktan ibaretti. Cumbalı evlerin pencerelerinden bizlere el sallayan rengarenk çiçekler gülümsememe sebep oldu. Çok fazla oyalanmadan evin yolunu tuttuk. Âişe hararetli hararetli bir şeyler anlatırken etrafı seyrediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladı
Ficção Geral"Yeryüzünü bulutlar kapladı Verdâ. Bâtılın kara bulutları yüzünden insanlar gözlerinin önündeki hakîkati idrak edemez olmuş." Travmaların, yalnızlığın, geçmişin aydınlığındaki kavrayışın ve şefkat yüklü bir sevginin hikâyesi. "Sevmekten daha zordur...