Anlatamıyorum, anlamıyorlar, anlamayacaklar.
Ben de bıraktım kendimi okyanusun yıllardır korktuğum derinliklerine.
Artık çıkmak için de uğraşmıyorum.
Kurtaracak birini de beklemiyorum, çünkü biliyorum ki bu boş bir umuttur benim için.
Sessiz kalıyorum artık.
Tıpkı içinde bulunduğum derin sulardaki sükût hâli gibi, sessiz.
Ağzımı açsam içime dolacak olan sular yüreğimin yangınını söndürür mü?
Çırpınıyorum.
Lâkin içinde bulunduğum labirentte yolumu kaybedişim misali, ne tarafa yüzmeliyim bilmiyorum. Işık yok ki bana yolumu göstersin. Karanlıklar içerisinde eriyen ruhum bir şeylere muhtaç. Gözlerimi kapatıyorum. Dalgalara teslim oluyorum artık.
Boğazın soğuk suları ben oluyorum.
Vazgeçmiştim. İnsanlar bir şeyler yaşar ve bu yaşadıklarının dünyadaki en zor his olduğunu söylerler. Olayları kabullenmenin güçlüğünden yakınır dururlar. Oysa insan ruhuna en ağır gelenin ne olduğundan bîhaberdir çoğu. Ölümü kabullenmek... Öleceğini anlamak ve yaşamak için çabalamayı bırakmaktır nefse en ağır gelen. Çünkü nefis, yaşamak ister. Dünyaya aşıktır, bırakamaz. Yıllardır bir dediğini iki etmediğim nefsim, artık acı çekiyordu. Onu dünyadan çekip çıkarmak, derinin vücuttan ayrılışı gibiydi, zulümdü adeta. Ölümü kabullenmek, bir insanın zirvesiydi. Ötesi yoktu.
Sonra... Işık hüzmesi göz kapaklarımdan içeri süzüldü. Oksijene hasret kalmış beynimin bunu algılaması zaman aldı. Lâkin umut, her şeyin üstesinden geliyor olmalı ki gözlerimi açıp ışığın kaynağına doğru yüzmeye başladım. Birisi beni fark etmiş olmalıydı, şükretmeliyim. Buradan sağ çıkabilirsem şayet, çokça şükretmeliyim.
Bitkin kalmış kaslarımın yüzeye ulaşmamda beni yalnız bırakmamaları için yalvarıyordum.
Bedenim, soğuk suların arasında yangın yeriydi sanki.
Yüzdüm, gücümü son kırıntısına kadar kullanmalıydım.
Fakat bir türlü yüzeye ulaşamıyordum. Olmuyordu. Çaresizlik ruhumu ele geçirmişti. Su altında ağlamak mümkün mü bilmem, lâkin ağlıyordum. Yüreğimin duyduğu hisler gözyaşlarım ile İstanbul Boğaz'ına karışıyordu. Gerçekten de bu şehrin soğuk suları ben olmuştum. Ve eğer burada, bu derin sularda can vereceksem, sahiden de buraya ait olacaktım.
İstanbul, ben...
Ben, İstanbul...
Bilincim beni terk etmeden evvel, annemi düşündüm. Arzu'yu düşündüm. Hiçbir zaman kalbimde yer alamamış olan arkadaşlarımı düşündüm. Hayal meyal hatırladığım babamı düşündüm, sonumun onunla aynı olacağını tahmin edebilir miydim?
Ve onu... Turgut Sancak.
Onun direksiyonu sıkan parmakları... Korku dolu gözleri... Endişeyle yutkunurken adem elmasının hareket edişi geldi gözlerimin önüne.
Annemin, öz annemin bana bağırışı...
"Katil!"
Ve dizlerinin üzerine çöküşü...
"Katilsin sen! Kocamı sen öldürdün!"
Ruhumda açtığı yara... Asla kapanmayacağını bildiğim, asla kabuk tutmayacak olan...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladı
Ficción General"Yeryüzünü bulutlar kapladı Verdâ. Bâtılın kara bulutları yüzünden insanlar gözlerinin önündeki hakîkati idrak edemez olmuş." Travmaların, yalnızlığın, geçmişin aydınlığındaki kavrayışın ve şefkat yüklü bir sevginin hikâyesi. "Sevmekten daha zordur...