"Seni bir imgede sakladım
Şiirde görseler de
Kimseler tanıyamayacak"Kendini içine hapsettiğin kalenin bir köşesine ürkekçe çöküp birinin seni bu soğuk duvarların arasından çıkarması için sessizce beklerken; yıllar sonra o kalenin muhafızı olursun da artık yaklaşan herkes olası bir tehlikedir senin için.
Fakat o sert mizaçlı muhafızın hâlâ içinde bir yerlerdedir, o ürkek kız...
Her vazgeçişin ucunda bir umut asılıdır. Söylemeye dilin varmaz ama kimseler yokken etrafta, duâ duâ yakarırsın. Omuz silkersin insanların arasında da kalbin aksini söyler. Bilmesinler istersin, hâlâ bir umut taşıdığımı bilmesinler.
Duâlarımı...
Gözyaşlarımı...
Duâlarımı ve gözyaşlarımı...
Duâlarıma karışmış gözyaşlarımı bilmesinler.
Her şeyden uzaktaydım. Bir yanım deniz kokusunu hâlâ duyar gibiydi, bir yanımsa endişeyle karışık umut dolu sözleri işitir gibi. Köşe bucak kaçmak istedim, tüm bu uzaklığa rağmen. Beni bulmasınlar, ayırmasınlar.
Oysa ben değil miydim bu anlamsızlığa daha fazla dayanamayarak hakikat her ne ise, ona dönmeyi arzulayarak yola çıkan?
Şimdi ise razıydım.
Bu bir rüya ise şayet, varsın uyuyayım.
Ruhum takılı kaldı ise geçmiş asırlarda, kalayım öylece.Kimse bilmesin yerimi.
Uyandırmasınlar beni.
Ben bilinçsizce kaçarken son sürat, sesler de yerini denizin yumuşak kokusuna bırakıyordu. Gözlerim aralanınca, gökyüzünün o güzelim renklerine varla yok arasında gülümsedim.
Güneş doğmamıştı henüz, epey serindi, titredim. Geleceğini belli ediyordu, maviliklere bıraktığı turuncu ile.
Sabah namazı.
Hemen dikilerek nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Dalgalar büyük oranda durulmuştu, çok az bir akıntı vardı yalnızca. Nerede olduğum konusunda ise pek bir fikrim yoktu, görünürde başka sandal da yoktu.
Ufak kovayı denize daldırdım. Muhtemelen olur da sandal su alırsa diye boşaltmak için konulmuştu buraya. Çabucak abdest aldım. Kıblenin ne taraf olduğu konusunda fikir yürütmeye çalıştım, güneşin bıraktığı turunculuktan faydalanarak.
Sabah namazını eda ettikten sonra tüm dikkatimi nerede olduğumu anlamaya verdim. Fakat nafile idi. Binalardan yoksun olan bu asırda her yer birbirine benziyordu.
En yakın görünen kıyıya doğru kürek çekmeye başladım. Arada sırada evden aldığım birkaç lokmayı ağzıma atıyordum.
İçimdeki endişe olmasa, güzel bir ortamdı aslında. Sessiz, sakin... Gökyüzünün güzelliği, denizin durgunluğu ve oksijen bolluğu insanı kendine çekiyordu. Onu düşündüm. Nefesim hızlanır gibi olunca başımı iki yana salladım, böyle yapınca kafamın içinden düşecekmiş gibi. Acaba hakkımda ne düşünüyordu? Bana kızgın mıydı? Ya da belki de artık inancını kaybetmişti, iyi biri olduğuma dair olan inancını... Hatta bir ihtimal, rahatlamıştı. Mecbur kalmadığı için...
Ne kötü bir ihtimal diye söylendi içim.
Fâtıma Ana'yı ve Âişe'yi düşündüm. Kim bilir ne kadar endişelenmişlerdi. Onlara iyi olduğumu söyleyebilmeyi ne çok isterdim. Yaptığımın sonucu olan vicdan azabı her geçen saniye artıyordu sanki. Dönmeli miydim? Doğru düzgün veda etmek en doğrusuydu belki de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladı
Ficción General"Yeryüzünü bulutlar kapladı Verdâ. Bâtılın kara bulutları yüzünden insanlar gözlerinin önündeki hakîkati idrak edemez olmuş." Travmaların, yalnızlığın, geçmişin aydınlığındaki kavrayışın ve şefkat yüklü bir sevginin hikâyesi. "Sevmekten daha zordur...