· 18 : elemkârâne ·

114 21 14
                                    

"Akşamın rengi suya dalıyor
Gözlerim denizde beni süzüyor
Gördüm, yalnızlığımı gördüm
Çok derinde bana bakıyor

İçimdeki sonsuz duygular
Su kesilmiş yüzümde ellerimde
Vay benim, vay benim alınyazım
Vay ıssızlığım, vay gözyaşlarım"

Uçurumun kenarındayken de böyle hissetmiştim; rüzgar, saçlarıma dolanırken ve nefesimi keserken.

Biri beni tutsun, ve çıkarsın içinde bulunduğum bu ıssızlıktan; benim yerime sarsın yaralarımı, silsin gözyaşlarımı. Anlatmam gerekmesin, gözlerini gözlerime çevirmesi yetsin içimi okumaya. Herkes gibi "Neyin var?" sözcükleri ile kurcalamasın kalbimi, yalnızca sarılarak tamamlasın eksik kalmış yanlarımı.

Gidesim yokken gidiyorsam şayet; engel olsun. 

Kalasım yokken kalıyorsam da alsın götürsün beni buralardan.

Gidesim yok.

Allah biliyor ya, benim hiç gidesim yok. Sizlere bakarken ciğerlerime yeterli gelmiyor oksijen, burun direğim ekşi bir şey yemişçesine sızlıyor ve de boğazım düğüm düğüm oluyor.

Boş umutların yeri değil burası, yani dünya. Gerçeklere ne kadar erken alışırsan, o kadar az yanar canın.

Birkaç gün olmuştu çarşıya tekrar gideli. 

"Nakit işini hiç sıkıntı etmeyesin. Benim kenara koyduğum az bir şey vardı, feda olsun böyle güzel bir niyete." demişti gözleri parıl parılken.

"Boyunu nasıl ölçeceğiz ki?" diye sormuştum. Bacak uzunluğu, omuz ve el arası uzunluk... Bunların bilinmesi gerektiğini söylemişti marangoz amca. Hâliyle, yirmi birinci yüzyıldaki gibi ayarlanabilir şeylerden değildi yapacağı şey. Ayrıca canının yanmaması ve yara oluşturmaması için yumuşak süngerlere ihtiyacı olacağını söylemişti. O fikirlerini anlattıkça ben heyecanlanmıştım yeniden.

"Merak etmeyesin, o iş en kolayıdır. Çarşıdan epey evvel aldığım kumaşlar vardı. Vakit olmadı ki yeni bir şeyler dikeyim. Onu bahane edip ölçülerini alırım bir güzel inşallah. Hafiye gibi olduk emi..."

Ben gülünce o da gülmüştü. Mutluydum fakat hüzün doluydu içim. Onlardan ayrılmaya karar vermiş olmak içten içe vicdan azabına sebebiyet verse de bu onlar için de benim için de en doğrusuydu.

Bir süredir ağababa ile de yalnız kalmamıştık ki aklımdakileri ona da anlatayım. Ya Âişe oluyordu yanımızda ya da Fâtıma Ana. Onunla konuşmadan gidemezdim, hâlimi bilen sadece o vardı. Hatta benim bildiklerimin de ötesini bilen...

Akşama doğru bahçe kapısının sesini duyduk. Âişe hemen örtündü, tok sesli tokmak vurulmuştu, gelen namahremdi.

Birkaç dakika sonra elinde kumaşa sarılı olan hayalim ile içeri girdi. Yüzü gülüyordu, ona da anlatmıştık Fâtıma Ana ile olan işbirliğimizi. İlk onunla konuşmadım diye alınacak gibi olmuştu ama sonucu düşününce heyecandan unutmuştu belki de.

Fâtıma Ana da elindeki bezi bir kenara koyup hemen yanımıza geldi. Kumaşı açınca karşımıza ahşaptan yapılmış desteklik çıktı. Diz kısmını koyacağı yerde kumaş, onun içerisinde sünger vardı. Cilalanmıştı ahşap ve kenar kısımlarında ufak işlemeler dahi vardı.

Ayrı bir tahta daha vardı. İlk etapta alışana kadar bundan destek almasının daha iyi olacağını söylemişti marangoz amca. Gerçekten ustaca bir iş çıkarmıştı. Eğer gitmeyi kafama koymuş olmasam yanına gidip ona son bir kez teşekkür etmek isterdim. Benim gibi bu işlerden anlamayan biri dahi üçümüzün hayranlıkla incelediği bu şeyin epey kaliteli olduğunu söyleyebilirdi.

iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin