İyi bayramlar sevgili okur...
“Ben çok oynadım, sarmıyor.”
Boğaziçi Köprüsü’nün, Anadolu yakasındaki ayaklarının hemen dibinden başlayan, sahilden tepelere doğru uzanan maviyle yeşilin kavuştuğu, fakat izbe sokaklarında âşıkların kavuşamadığı, -neyse, konumuz o değil- iki köprüyü de gören duruşuyla akşamın bi’ farklı yaşandığı mekânlardan birinde rutin akşam yemeğini yemekteydi misafirlerden bir tanesi. Bu saatlerde maviyle yeşil kavuşamazdı. Yalnızca kapkaranlık Marmara’nın üzerinde noktalanmış ışıklar… Masadaki şarküteri tabağında isli et, gurme peynir, yanında semizotlu yoğurt, deniz börülcesi, közlenmiş patlıcan ezme, yağ biberi, yaprak sarma gibi başlangıçlar, özel sosunda da marine edilmiş dana antrikot vardı.
Güler yüzlü garson şarabı sol eliyle altından, sağ eliyle de boynundan tutarak masaya getirdi, etiketi görünecek şekilde misafire gösterdi. Onayı aldıktan sonra şarabı servantın üstünde tirbuşon ile açtı. Küçük ve ince detayları da halletti, mantarı şişeden çıkarırken ufak bir ses çıktı. Her şey harika gidiyordu, ta ki kadehteki şarabı misafirin üzerine boca edene dek.
“Ne yapıyorsun!” diye hiddetlendi misafir, “beceriksiz herif.”
“Özür dilerim efendim, hemen halledeceğim…” gibi sözlerle hatasını telafi etmeye çalışan garson hakaretlerden kurtulamayacaktı anlaşılan.
“Şu üzerimdeki takımın ne kadar olduğundan haberin var mı senin ahmak herif!” Restoranın müdürü varlıklı misafirinin bağırışlarını duyup masaya kadar gelmiş, bin bir çeşit sözlerle özürler dilerken garsonu da yollamıştı.
“Bırakın, ben hallederim,” diyerek kalkıp lavaboya gitti gömleğinin üzerine dökülen kırmızı şarap lekesini masadaki peçeteyle silmeye çalışan misafir. Vestiyere bıraktığı paltosu, ihtişamlı takımıyla kusursuz bitirmeyi düşünüyordu bu akşamı.
Ama o akşam bu akşam değildi.
Suyu açıp gömleğini temizlemeye çalıştı. Dışarıda bekleyen korumalarından bir şeyler istemek aklına gelmiş, sonra bu düşüncesini savmıştı beyninden. Küçücük bir leke, diye düşündü, fakat sinir bozucu.
“Aptal herif! Bir bardak tutmayı bile beceremiyor!” diye söylendi kendi kendine.
“Bize bardak tutmayı değil, silah tutmayı öğrettiler.”
Başını kaldırdı, aynaya baktı. Arkasında gördü beceriksiz garsonu. Beyaz gömleğinin üzerinde güzel görünen siyah papyonu öfkeyle çıkardı garson. Şaşkın gözlerle garsona bakmaya devam ediyordu misafir.
“Ne bakıyorsun?” dedi garson gülümseyerek. “Çok sıkıyor bu papyon. Siz de çok sıkıyorsunuz. Ulan bi’ akşam yemeği yiyeceksin, girdiğin hallere bak.”
“Ne diyorsun sen? Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin?”
“Kusura bakmayın beyefendi, nasıl konuşmamı istersiniz? Ağzınıza silah mı dayayayım?” dedi belindeki silahı göstererek.
“Kimsin sen?” diye titrek bir sesle sordu misafir.
“Benim kim olduğum önemli değil, senin ne bildiğin önemli?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞUBAT
Mystery / ThrillerKendi yazdığı cinayet romanının ortasına düşen, olay yerinde parmak izi bulunan bir yazar... Maktullerin kanıyla polislere notlar bırakan bir seri katil. Hüzünler, gamlar, kederler kalemimizin büyüsüyle usulca uzaklaşırlardı. Ya da adalet sağlanırd...