Çocukların son oyununu oynadığı, babaların işten çıkıp İstanbul trafiğine takıldığı, annelerin balkona çıkıp çocuklarını çağırdığı saatlerdi. Ya da parktaki âşık çiftlerin birbirlerine sımsıkı sarıldığı, sevdiğinden ayrılmış gencin sigarasının sonlarına geldiği dakikalar…
Simsiyah arabalarıyla kuzey kapısından depoya giriş yapan takım elbiseli adamlar da saate baktıklarında aynı şeyi görüyorlardı: 19.57
Dostlarını karşılamak için beş araba adamla arabalarından inip ayakta bekleyen Barın Gündüz’ün yüzündeki o duygusuz ifade saatler geçse de değişmeyecek gibiydi. Fazla bekletmeden deponun güney kapısından giriş yapmıştı Fuat Kayaoğlu. Aynı şekilde karşılarında dizilmişti arabalar. Depo onlarca arabanın içinde olmasına rağmen yine bomboş gözükmekteydi. Kocaman sütunlarla ayakta kalabilmekteydi metruk depo.
Yalnızca kaş göz işaretleriyle anlaşabilen patronlar birbirlerine selamını vermişlerdi çoktan. Fuat Kayaoğlu’nun adamları, patronlarının emriyle malları arkadaki kamyondan indirirken Barın Gündüz “Merhaba eski dostum!” diye seslendi.
“Merhaba Barın. Seni görmek ne güzel, yıllar sonra.”
“Seni de öyle,” dedi Barın Gündüz, duygusuz yüzüne bir tebessüm yapıştırarak. “En son aldığım malların tadı hâlâ damağımda. İstanbul’a iner inmez seni aradım bu yüzden.”
“Uzun zaman oldu. İstersen bir dene!” dedi önlerine dizilmiş uyuşturucu dolu kasaları gösterirken.
“Gerek yok Fuat’ım,” diye dostça gülümsedi. “Benim sana güvenim…” diye sözüne devam edecekti ki araya giren şarkı sesi konuşmasına engel olmuştu.
“Oof, aşk yüzünden! Arapsaçına döndüm. Çöz beni arapsaçı!”
Ses deponun doğu kapısından giren arabadan geliyordu. Tüm korumalar ellerindeki işi bırakmış, silahlarına sarılmışlardı. İki patron birbirlerine şaşkın ve şüpheci gözlerle baktıktan sonra, yine başlarını gelen arabaya çevirmişlerdi.
Adam paketten bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına iliştirdi. Müziğin sesini kısıp arabadan indi. Siyah pantolonunun üzerinde papyonsuz beyaz gömleği bulunuyordu. Siyah kaşe kabanıyla böyle bir ortama girmek için fazla şık görünüyordu.
“Selamünaleyküm beyler!” diye seslendi kalabalığa. Kalabalık da kalabalıktı hani. Selamını almayan yaklaşık kırk adam…
“Kimsin lan sen?” diye sordu Fuat.
“Selamünaleyküm!” dedi, bu sefer daha katı bir şekilde.
Zorla selamını aldı kalabalıktan bir kaçı.
“Aleykümselam,” diye sakinleşmiş gibi gözüktü Fuat. Sesini tekrar yükseltip sordu: “Kimsin lan sen?”
“Yoldan geçiyordum ben. Kibritim bitti. Ateş sormaya geldim.”
Fuat belinden silahını çıkarıp doğrulttu yabancı adama.
“Ne saçmalıyorsun lan sen sikik?”
“Hee…” dedi adam, gülümseyerek ağzındaki sigarayı eline aldı. “Yanlış anladınız siz. Ateş deyince sizin akıllar tabii hep aynı yere gidiyor. Sigara da mı içmiyorsunuz hiçbiriniz?”
Sinirlenerek mermiyi namluya sürdü Fuat.
“Lan siktir git amına kodumun manyağı!”
“Şşş… Yakışıyor mu sizin gibi takım elbiseli adamlara. Oğlum indir şu silahı. İki lafın belini kıralım. Ya da indirmeyin,” dedi kollarını yana açarak, gülümsedi, “ben hepinizin belini kırayım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞUBAT
Mystery / ThrillerKendi yazdığı cinayet romanının ortasına düşen, olay yerinde parmak izi bulunan bir yazar... Maktullerin kanıyla polislere notlar bırakan bir seri katil. Hüzünler, gamlar, kederler kalemimizin büyüsüyle usulca uzaklaşırlardı. Ya da adalet sağlanırd...