BÖLÜM 9

126 17 115
                                    

Yüzümü yıkamak için lavaboya girdim. Kemal Müdürüm sağ olsun, İstanbul’da geçecek olan şu kısa süre için bize bir ev ayarlamıştı. Tabii bir şartı vardı: Baki Kara’yı görev başına getirmek.

Kazım İnce’nin, Kemal Müdür’ün yapamadığını biz mi yapacaktık yani? Evet, Kemal Müdür’e göre öyleydi işte. Sıcak su vardı fakat ben buz gibi suyu avcuma doldurup yüzüme çarpmıştım.

“Senin işin de zor be birader!”

Bu ses… Hayır, olmasın lütfen! Başımı kaldırıp aynaya baktım. Ben nereden bulmuştum bu pahalı takımı? Hadi takımı buldum, fiyakalı kol saatinin kolumda işi neydi? Hadi ona da inandım! Sabahın şu vaktinde neden üzerimdeydi bunlar? Yansımamın yüzü neden kupkuruydu?
Kendi üzerime baktım. Beyaz bir tişört ve siyah bir şorttan başka bir şey yoktu.

“Sakin ol, sakin ol. Hemen heyecanlanma!” dedi aynamdaki yansımam. Hayır, saçlarımı da o kadar güzel taramış ki, sanki uzun zamandır yapmak isteyip de yapamadığım saç modeliydi.

“Sen neden benim yaptıklarımı yapmıyorsun? Yansımamsın sen benim ya!” dedikten sonra tekrar yüzüme buz gibi suyu çarptım. Tekrar baktım aynaya. Gitmemişti.

“Ben kafayı yedim, değil mi? Söylesene.”

“Öyle demeyelim de…” diye işaret parmağını salladı. “Aslında sıkıntı sende değil, biliyor musun? Sıkıntı bende. Sıkıntı da demeyelim. Şöyle düşün. Ben senin bildiğin yansımalardan değilim.”

“Ouvv!” diye karşılık verebildim.

“Öyle öyle… Şimdi diğer yansımaları düşün. Aynaya baktığınızda gördüğünüz yansımalar kişiyi taklit etmekten başka bir şey yapmıyor.” Bekledi. “Tüm yansımalar!” diye bağırdı. “Aynadan, camdan ya da sudan yansıyan tüm yansımalar aynı şeyi yapıyor. Taklit ediyorlar. Söylediğiniz her şeye Eyvallah diyorlar. Ama benim adım Gölge! Ben doğru bildiklerimi söylemek için buradayım.”

“Yok canım. Ben kafayı yedim şu an!” dedim aynadaki yansımama yaklaşarak. Başkası duymasın diye fısıltıyla devam ettim. “Hazır kafayı yemişken müsaadenle bir insanlığa seslenebilir miyim?”

“Tabii tabii, buyur.”

Kollarımı açtım.

“Ey insanlık, Allah belanızı versin!” diye bağırdım. “Pardon pardon…” diyerek özür diledim. “O başka mesele. İyi dinleyin beni ey insanlık! Bu konu sizi pek yakından ilgilendiriyor. Beni de pek yakından ilgilendirmişti zamanında. İlgilendirmiş hatta ve hatta bilgilendirmişti. Fakat ben dinlememiş, hayatın üzerimi çizmesine izin vermiştim.

Şöyle ki Ey İnsanlık! Sevmemeyi öğreteceğim size. Öğrenmek istemeyenler, dinlemeyecekler dışarı çıksın. Sonra vay efendim bu konuyu anlatmadınız demesinler! Sevmeyeceksiniz. Aşk mı? Ya âşık olmak kolay, mesele âşık olmadan yaşayabilmekte! Mezarlıklar… Mezarlıklar aşkından sürünen gençlerle dolup taşmış vaziyette. Diyelim ki yaptınız bi’ manyaklık, sevdiniz. Vazgeçeceksiniz. Çöle mi düştünüz? Hemen bir taksi çağırıp ‘Birader, Beşiktaş sahile!’ diyeceksiniz.
Aşkınızı içinizde bitirin. Yoksa hayatınızın içine ederler Ey İnsanlık!”

Kapının çalmasıyla sözlerime ara verdim.

“Görüyorsun değil mi Gölge. İnsanlığa iki çift lafım vardı. Bir çiftini bile ettirmiyorlar.”

“Samet!” diye seslendi Tugay kapının arkasından. “Çıkman gerekiyor. Polisler aşağıda.”

“Tamam, Ey İnsanlık! Bakın, ben size sevmeyin demiyorum. Ama içinizden sevin!” dedikten sonra kapıya döndüm. “Hemen geliyorum.”

ŞUBATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin