19

4.4K 225 36
                                    

Savaş

"Ece nasılsın?"

Saatlerdir oturduğu yerin yakınlarında gezip Ece'yi aradığım için yürümekten şişmiş ayaklarım ve her üzgün olduğumda sanki bütün vücudumdaki su göz pınarlarıma depolandığı için kuruyan dudaklarımla artık umutsuz bir şekilde eve doğru yürümeye başlarken sonunda onu bulabilmiştim.

Ece.

Saçılarını dağınık bir şekilde topuz yapmış ve üzerindeki kendisine birkaç beden büyük gelen kıyafetleriyle, daha doğrusu pijamalarıyla marketten çıkıyordu.

Ona seslendiğimi duyunca bir an afallasa da hemen ellerini saçlarına atıp hiçbir işe yaramadığını kendisinin de bildiği birkaç düzeltme çabasına girdi ve şaşkın olduğu her halinden belli olan yüzüne bir gülümseme yerleştirdi, daha doğrusu öyle yapmaya çalıştı. Sahte gülümsemeleri anlamaktaki ustalığım beni hep üzmüştür.

"Savaş? Ne işin var senin burda?"

Kurumuş alt dudağımı dişlerimle çekiştirmeye başlarken etrafa göz gezdirmeyi de ihmal etmiyordum, sonuçta kıza seni aramaya çıkmıştım ve seni bulduğum için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam ama beni sapık zannetme diye her şey tesadüfmüş gibi davranıyorum diyemezdim değil mi?

"Şey, bir tane arkadaşım buralarda oturuyor da buluşup bir şeyler içmiştik. Ben de tam eve gidiyordum," elimle hayali bir yeri göstererek konuştuğumda o tarafa baktı ve kafasını aşağı yukarı salladı. Umarım oralarda bir yerlerde bir oturma alanı vardır.

Ayrıca sinirlenmiş miydi o?

"Sonra işte seni gördüm ve bir selam vereyim dedim, aslına sormuştum ama cevaplamayı unuttun sanırım, nasılsın?"

"İyiyim iyiyim çok iyiyim görünüşe göre sen de iyisin, hatta baya iyisin sanırım, ha?"

Şu hayatta belki de yapmaktan en çok nefret ettiğim ve genellikle beni tanıyan insanlara karşı bütün duvarlarımı yıkan ama tamamen istemsiz olarak yaptığım o gereksiz hareketi yine yaptım ve elimi saçlarımın arasına daldırdım.

"Neden bahsediyorsun?"

Market poşetini tuttuğu sağ elini kaldırarak omzuma yerleştirdi ve hafifçe sıktı, "Hiçbir şeyden bahsetmiyorum, hem sen beni nasıl hatırladın? Senin hafızan on saniyede bir silinmiyor muydu?"

Hafızam? On saniye? Silinmek? Neden bahsettiğini anlamadığım için kaşlarım çatılmış ve yüzümdeki ifade açık bir anlam verememe şeklini almıştı ki hemen durumu fark edip konuşmama gerek kalmadan zihnimdeki bütün sorulara cevap vermeye başladı.

"Yani Sare öyle söylemişti. O gün onu eve bırakmak için çıktığında ismini unutmuşsun ya? Sahi o masada elli kere falan ismi geçen kızı nasıl unuttun acaba sen?"

Demek bana olan nefretini herkese anlatıyorsun gökyüzlüm, demek hiç şansım yok senin için.

Sare hakkında onun yanında konuşmaktan, özellikle de şu an bütün her şeyi açık etme gibi bir riskim varken, konuşmaktan korktuğum için onu es geçtim ve direkt ismini nerden hatırladığım palavrasını anlatmaya başladım. Aslında pek de zor olduğu söylenemezdi çünkü bütün bu anlattıklarımı zaten yaşıyorduk. Tanıştığımız günden beri yani. O günden önce Poyraz Ece'yi benden, bizden sır gibi saklamaya çalışmıştı. İlk defa böyle şeyler yaşayan bizonum utanmıştı galiba, bilemiyorum.

Benim salak, bir odundan farksız arkadaşım da sevebiliyormuş.

"Poyraz senden ne kadar çok bahsediyor tahmin bile edemezsin Ece. Çocuk resmen seninle yatıp seninle kalkıyor ve tahmin edersin ki gün içinde kendi ismimden çok senin ismini duyuyorum artık, yani tanıştığımızdan beri durumlar böyle."

Ve tüm her şeyim üzerine yemin edebilirim ki, Ece daha az önce avına saldırmak üzere pençelerini törpüleyen bir aslanken şu an saf sevgiden oluşmuş bir kedi yavrusuna dönüşmüştü.

Ah şu kızlar.

"Ya... Benim küçük tırtılım."

Şu an şu dünyadaki en son gülmesi gereken kişi olduğum halde büyük bir kahkaha dudaklarımdan firar etti ve ellerimi saatlerdir yürüdüğüm için ağrıyan bacaklarıma yaslayıp eğildim, "Tırtıl mı? Tırtıl ha? Bir de küçük? Bizim bir oturuşta üç kişilik yemeği tek başına yiyen Poyraz'dan bahsediyoruz şu an değil mi?"

Ve az önce tırnaklarını törpüleyen aslan şu an bana o tırnakları geçirmeye başlamıştı, ne hoş. Artık yüzünde tırnak izleri olan ama hala yakışıklılığından hiçbir şey kaybetmemiş bir mükemmellik abidesiydim, çiziklerle dolu.

"Of... Ah! Kes şunu, tamam bir şey söylemedim tırtılına, tamam!"

Beni dövmek için yere bıraktığı poşeti alıp eline verirken gözlerinin içine baktım, "Sana sadece tek bir şey söyleyeceğim, onu iki senedir tanıyorum ve bu süre boyunca içten bir şekilde sadece iki ya da üç kere gülerken gördüm. Şu andaysa telefondan gelen kıytırık bir mesaj sesini duyunca bile gülümsüyor, sana belki de kendisinden bile çok değer veren bir oduna sahipsin. Bu yüzden onu sakın bırakma."

Dolan gözlerini saklamaya çalışan ve onları serbest bırakmamak adına konuşmaktan vazgeçip yavaşça kafasını aşağı yukarıya doğru sallayan Ece yine küçük bir kedi yavrusuna dönüşmüştü.

Gülümsedim.

"Hazır seni görebilmişken Sare'nin kaybettiği kolyesini versem ona ulaştırabilir misin? Galiba beni görmek istemiyor kendisi, kargodan falan bahsetmişti."

Kot ceketimin cebinden küçük bir hediye paketiyle beraber çıkardığım kolyeye bakıp kafasını salladı ve hediye paketini görünce yüz ifadesinin değiştiğini gördüm, merak ediyormuş gibiydi, sanki eğer ben söylemezsem kendi açıp bakacaktı.

Ellerim yine saçlarıma gitti.

"Yaptığım öküzlüğün farkındayım merak etmeyin, yani sen de etme o da etmesin. Bu küçük özür hediyesini de kolyenin yanında ona ulaştırabilirsen sevinirim."

Elimdekileri alırken 'endişelenme' dermiş gibi kafasını salladı ve onları siyah pantolonunun arka cebine koydu.

"Onları götüreceğime emin olabilirsin."

"Teşekkür ederim."

-

19. Bölüme geldik ama hala hikaye benim istediğim kıvama gelmedi 🤦🏼‍♀️ galiba bu gidişle 200 bölüm sürecek 🤷🏼‍♀️♥️

Sürmedi (haha)

-

☁️

RAYİHA.  |texting|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin