Bölüm 1: "Karanlığa Düşen Gölge"

691 16 14
                                    


Acı, ruhumu harmanlayan, benimle büyüyen ve asla geçmeyen bir duyguydu. İçime gömdüğüm o kadar çok şey vardı ki, hepsi etrafımda birikmiş, adeta beni içinde hapseden kalın bir duvar hâline gelmişlerdi.

Bakıyordum ama görmüyordum.

Duyuyordum ama anlamıyordum.

Yaşıyordum ama hissizdim.

Belki de dünyadan tüm beklentimi kesmiştim.

Hayat, elimden birçok şeyi almıştı. Değer verdiğim her şey parmaklarımın arasından kum taneleri gibi akıp gittiğinden, değer vermekten de korkuyordum şimdi. Sevmek bana zarar veriyordu, sevdiklerime de verdiği gibi.

Yattığım yatakta boş bakışlarla tavanı incelerken, bir an kirli beyaz zeminde kendimi görür gibi oldum. On dokuz yıldır hiçbir mecburiyetim olmamıştı, çünkü bana bir şeyleri mecbur kılabilecek birileri yoktu. Çoğu insanın isyan ettiği zorunluluklar, benim için birer ihtiyaç hâline gelmeye başlamıştı.

Bir süre hareket etmeden tavandan bana bakan kadını izledim; o kadın bendim. Bir deniz kadar canlı görünen, ama solgun bakan mavi gözlerim, hastalıklı gibi sapsarı kesilen esmer tenim... Tanıdık yüzüm bir o kadar da yabancıydı bana. Artık kendimi tanıyamıyordum. Ben bu değildim.

Ben bu olmamalıydım.

On dört yaşımdayken annem ve babamın yokluğunu bana unutturmaya çalışan, beni yaralarımdan tutup saran Okan olmuştu. Sevgilim... Onun yokluğunu kim saracaktı şimdi?

Mavi harelerime çöken hüznü savuşturmaya çalıştım. Hiçbir zaman güçsüz olmamıştım ya da ben böyle sanıyordum. Kabuğuma çekilerek içime kapanmak bana iyi geliyor gibi olsa da, öyle olmadığını biliyordum. Bilinçsizce etrafıma yığdığım duvarları aşamadığım sürece, adım anlamının hakkını vererek bir ateş parçası gibi yakacaktı beni kimsenin haberi olmadan. Bunu istemiyordum. Bir kez daha zarar görmek, kırılmak, incinmek istemiyordum. Bu hayata daha sağlam tutunabilmem için ilgiye, belki biraz da sevgiye ihtiyacım vardı ama bana tüm bu eksikliklerini hissettiğim duyguları aşılayan adam artık yoktu. Tavanda canlanmaya başlayan sahnelere engel olmadım, bana o acı veren sahneleri tekrar ve tekrar izledim, yeterince acıyı bedenimde taşıyor olmama rağmen.

Kahverengi gözler, yumuşak yüz hatları ve kadifemsi dalgalı saçlar.

Okan'ım.

Beni doğum günümü kutlamak için bir yere götüreceğini söylemiş, gideceğimiz yeri belirtmemişti. Muhteşem başlayan, ancak bittiğinde kalbimi de yanında alıp götüren bir gündü.

Okan’ın evinde, onun odasında, onun yatağında oturmuş hazırlanmasını bekliyordum. Hem doğum günüm, hem de birlikte geçireceğimiz altıncı yılın ilk günüydü. Başlarda küçüktük belki, sevgi nedir bilmezdik pek. Ama o gün on sekiz yaşıma giriyordum, küçük yaşlarda başlayan belli belirsiz sevgimiz, büyüdükçe şiddetlenmişti. Artık sevgi nedir, biliyorduk, biliyordum. Sevginin tanımı oydu:

Okan Kandemir.

Banyodan çıkarak tek eliyle ıslak saçlarını karıştırırken onu izliyordum. Yataktan sallandırdığım bacaklarıma, iki yandan topuz yaptığım saçlarıma, üzerime giydiğim, hediyesi olan bembeyaz, dizlerime dek uzanan baharlık elbiseme bakarak tebessüm ettiğinde şu ana dek kesinlikle utançtan alev alev yanarak yatağı eritmem gerekiyordu ama artık onun yanında kasılmıyordum. Koskoca dört yılın bir getirisiydi bu da.

ABRAKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin