Bölüm 8: Bir taç kırıldı...

1.8K 127 45
                                    

Bölüm 8: ''Bir taç kırıldı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm 8: ''Bir taç kırıldı...''


Kadın, telaşla telefonuna gelen çağrıyı cevapladı ve etrafına bakındı. ''Baba?''
Titrek sesi karşı tarafı tedirgin etti. ''Miyase? Kızım ne oldu?''

Musa Bey, telefonu sıkı sıkı tutup kızına seslendi ancak karşı taraftan ses gelmedi. ''Miyase? Neredesin?!''

Kadın hızlı adımlar ile ilerlerken nefes nefese mırıldandı, ''Baba, neler... Neler olduğuna inanamayacaksın!''
Musa kaşlarını çattı, kızının neyden bahsettiğini anlamaya çalıştı. ''Neredesin sen? Koşuyor musun?''

Miyase bu soruyu es geçti, sızlayan bacaklarını umursamadan adımlarını daha da hızlandırdı. ''Eve gelemem baba, bir yerde buluşmamız lazım.'' Kadın inledi, elini hemen şişkin karnına götürdü. O kadar telaşla ve korkuyla koşmuştu ki, hamile olduğunu bir an için unutmuştu. Gözüne çarpan ilk banka oturmak zorunda kaldı, elinin tekini beline yaslayıp ağrıyan yerlerini ovuşturdu. Bebeği huysuzlanmıştı.

''Riskli bir hamileliğin var, neden koşuyorsun?!'' diye seslendi babası öfkeyle. ''Çünkü beni görmüş olabilirler.'' dedi kadın, titrek sesi ile. Yaptığının bu şekilde sonlanacağını bilse, asla o laboratuvara gitmezdi. O konuşmaları duymak istememişti ancak öyle korkunç şeyler duymuştu ki, kendini suçlu hissediyordu.

O adamlar neler konuşmuştu böyle... Eski Doktor Hicran Bey bunları yapabilecek kadar kötü müydü? Babası Musa'nın bahsettiği onca zorluğun içine bu ölümlerde giriyor muydu? Onların birini öldürdüğünü ve bunu gizlediklerini biliyor muydu? Peki ya, Miyase bu bilgileri kullanmalı mıydı, yoksa unutup hayatına devam mı etmeliydi?

Peki, ha hangi hayatına devam edecekti? Bebeğinin öldüğü hayat mı, yoksa kendi öldüğü bir hayat mı?

Oraya sırf bebeği için yardım dilenmek için gitmişti ancak şimdi onların bir katil olduğunu biliyordu. Gerçekten ne yapacaktı? O katiller, kendisini görmezden gelip rahat bırakacak mıydı, yoksa bir kurban daha mı açığa çıkacaktı?

Miyase, o katillerin peşini bırakmayacağını biliyordu çünkü çok fazla şey duymuştu. Kendisini görmüş olma ihtimalleri yüksekti, peşinden geleceklerdi. Polislere mi gitmeliydi? Ya bebeği ne olacaktı?

''Kim görmüş olabilir?! Miyase delirtmesene adamı, ne oldu kızım?'' Miyase düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Karnındaki sancı iyice artmıştı, acıyla sızlandı. ''Şimdi hastaneye geçeceğim, yine sancılarım başladı. Sende lütfen oraya gel, anlatmam gereken bir şey var.''

Telefonu kapadı. Kararsızlık ve korku içinde ayaklandı ve elini karnına dolayıp ağlaya ağlaya acı içinde yürümeye başladı. ''Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim bebeğim...''

***

''Komiserim!''

Ezgi duyduğu ses ile hızla başını kaldırdı ve etrafına bakındı. Serdar koşturarak yanına geliyordu. ''Ne oldu gözlük?''

Nefes nefese kalmış genç komiser mırıldandı. ''Az önce bir ihbar gelmiş... 4/1 tren yolunda bir kadın raylarda ölü bulunmuş...'' Serdar soluklanmak için masaya yaslandığında Ezgi doğruldu ve ona baktı. ''Ve?''

Serdar yutkundu, ''İntihar ettiği düşünülüyor...''


***


''Serdar! Sana ona haber vermemeni söylemiştim!'' diyerek sarışın adamı azarladı, Komiser Vural. Serdar kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. ''Üzgünüm ama siz beni aradığınızda çoktan yoldaydık.''

Komiser burun kemerini sıkıştırdı ve ofladı. ''İşler şimdi daha çok karışacak!''
Serdar omuzlarını silkti. ''Ne oldu? Bir sorun mu var?''

Komiser başını kaldırdı ve aracın yanında bekleyen Komiser Ezgi'ye döndü. ''Sorunun en büyüğünü az önce yanında getirdin!''

Serdar arkasına baktı, Ezgi telefonu ile konuşuyormuş gibi görünüyordu ancak dikkati üzerlerindeydi. Biraz sonra telefonu kapadı ve yanına doğru adımladı. ''Evet, cinayet bürodan birilerini istemişsiniz?''

Komiser, Ezgi'ye döndü, başını salladı. ''İntihar olup olmadığından emin değiliz...'' Ezgi başını salladı. ''Tamam, gidip görelim.''

Ezgi önden ilerlemeye başlayınca komiser Vural ve Serdar birbirine baktı, bir şey demeden takip ettiler. Biraz ilerledikten sonra polis şeritleri ile çevrilmiş alana girdiler. Etrafta birçok polis memuru ve hemşireler vardı. Çoğu rayların üzerinde, cesedin yanındalardı.

''Kadının kimliği tespit edildi mi?''
Komiser Vural etrafına bakındı, tedirgindi. ''Üzerinden çıkan kimlikte, Miyase Akınsu yazıyor. 24 yaşında evli bir kadın. Hamileymiş... Eşi ve babasına haber verildi, birazdan olay yerinde olurlar.''

Ezgi başı ile rayları işaret etti. ''Rayları gören kamera göremedim, bu garip bir durum.''
Serdar başını kaldırıp direkleri tek tek tararken Vural Bey cevapladı. ''Burası eski bir istasyon, gelirken fark ettiyseniz çevresi neredeyse çorak arazi; Etrafı girilmemesi için tellerle çevrilmiş... Tren yolcu taşımıyor ve yalnızca günde bir defa buradan geçiyor. Evet, rayları gören tek bir kamera olmasına rağmen çalışmıyor. Çalışanlar burada sık yaşanan bir durum olduğunu söyledi.''

Serdar dudaklarını büktü. ''Burada gerçekten çalışan var mı? Pek ilgilenilmemiş gibi görünüyor.''
Komiser başı ilerideki polisler ile konuşan iki adamı işaret etti. ''Trenin geçeceği vakitlerde kontrol için ara sıra geliyorlarmış, ilgilenilmediği konusunda hemfikiriz. Bugünde trenin saatine yetişememişler, cesedi ilk gören ve polisi arayan onlar...''

Ezgi başını salladı. ''Yine de çevre kameraları takip edebiliriz. Gidip cesede bakacağım.''
Vural, telaşla Ezgi'nin kolunu tuttuğunda Ezgi tek kaşını kaldırıp merakla komiserine döndü. Komiser şaşırıp ne diyeceğini bilemeden ona baktı. ''Cesedin durumu... Pekiyi değil...''

Ezgi kaşlarını kaldırıp güldü, ''Bunu bana söylemeniz biraz garip doğrusu...'' dedi. Cinayet büroya yıllarını vermiş ve onca ilginç vakada çalışmış birisi olarak Ezgi'ye hiçbir kötü ceset garip gelmezdi. Alışmıştı...

Vural Bey kolunu bırakınca adımlarını hızlandırdı ve raylara doğru ilerledi. Polisleri geçip cesedin başına geldiğinde, hemşireler açılıp Ezgi'ye yer verdi. Ezgi, gördüğü görüntü ile donakaldı.


Raylara dik bir şekilde yatmış, parçalanmış kadın cesedinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Raylar 5 metre boyunca kanla ve farklı vücut parçaları ile kaplıydı. Kadının 4-5 metre kadar sürüklendiği belliydi, ceset ters dönmüştü. Cesedin yerinde kalan tek bir parçası dahi yoktu, boynu ve bacakları trenin üzerinden geçmesi ile tamamen parçalanıp dağılmış, şişkin karnı ise trenin alçak tabanından dolayı adeta yerinden sökülmüştü. Sıyrılmış etlerinden geriye kalan birkaç kırık kemik parçası korkunç bir görüntü sergiliyordu. Başı, rayların dışına fırlamıştı, tıpkı diğer et parçaları gibi dört bir yana dağılmıştı.

Parçalanmış cesedin karnında bebekten geriye bir şey kalmamıştı, karın duvarından sökülmüş plasentası kan içinde yerdeydi. Kan ve kemik yığını bir görüntü vardı, var olan deliller çoktan silinmişti.

Etrafa dağılmış olan et parçalarına bakınırken burnunu kapadı, koku rahatsız ediciydi. Yanına gelen Serdar'ın verdiği maskeyi hızla taktı. Serdar cesedi görür görmez birkaç adım geriledi. ''Olamaz, hiçbir şey kalmamış.''

Ezgi başını diğer tarafa çevirip cesetten biraz uzaklaştı ve gözlerini kapatıp derin nefesler aldı. Serdar da dayanamayıp yanına geldiğinde, ağzına gelen mide sıvısını geri götürmekle uğraşıyordu. Ezgi gözlerinin dolduğunu hissetti, elini başına götürüp öylece bekledi. Başı dönüyordu, yerin sallandığını hissetti.

''Komiserim?'' diye telaşla sordu Serdar, Ezgi'nin kendisinden daha kötü bir halde olduğunu ancak fark edebildi. Ezgi cevap vermedi, başını eğip yüzünü iyice sakladı. Serdar hemen arkasına dönüp Vural Komisere seslendi. Vural Bey başını iki yana sallayıp yanlarına geldi.

''Ahh, ilgilenecek başka birilerini bulabilirim. Siz neden gitmiyorsunuz?''
Ezgi bir süre sessiz kaldı, Serdar Vural'ı hemen onayladı. ''Tabii, zaten Doğu Erge vakası ile ilgili gelişmeleri takip ediyorduk.''

Serdar Ezgi'nin omzuna dokundu. ''Komiserim, gidelim mi?'' diye kibarca sordu, maskenin ardından sesi boğuk çıkmıştı.

Ezgi cevap vermeyince Serdar telaşlanmaya başlamıştı, başını kaldırıp adli ekiplere baktı. Ard arda patlayan flaş sesleri ve cesedin durumu ile ilgili konuşmalar alanı kaplamıştı. Biraz sonra bir çığlık sesi yükseldi, herkes hızla sese döndü.

Yaşlı, kel bir adam ve yanında ki uzun boylu genç ağlayarak raylara doğru koşuyordu. Birkaç polis önüne geçip onları durdurmaya çalıştığında, polislere direnip bağırmaya başladılar. ''Miyase! Miyase!''

Ezgi başını kaldırdı, dolmuş gözleri ile bağıran kişilere baktı. Bunların ölen kadının yakınları olduğu açıktı, birisi babası Musa Bey diğeri ise eşi Akınsu idi. Ağlayıp acı içinde bağırarak yere düştüler, birkaç polis ve sağlık görevlisi onları sakinleştirmek ve durdurmak için uğraştı. Ezgi şakaklarını ovuşturdu ve ağlayan insanlara daha dikkatli baktı, o kadar çaresiz görünüyorlardı ki, bir zamanlar ki halini hatırladı.

Aynı şekilde acı içinde bağıra bağıra raylara koştuğunu, çığlıklarının tüm alanı doldurduğu, insanların acıyarak kendisine baktığı anları hatırladı. Ağlayan insanların yerinde kendini gördü, başını ağırca raylara çevirdi. Parçalanmış kadının yerinde kendi kardeşini gördü bu defa... Kanlar içinde yatan bedeninin yanında duran onlarca fotoğrafı hatırladı, gözlerinde gördüğü o hüznü hatırladı...

Aynı anı daha önce kendisi de yaşamıştı, zihninde onlarca iz bırakmıştı bu anlar. Canı şimdi aynı şiddetle yanıyordu, göğüs kafesi sıkışıyordu, kalbi zorlanıyordu. Gözyaşları usul usul yanaklarından akıp o güçlü, yenilmez bedenini yıkıp ne kadar üzgün olduğunu belli ederken, şakaklarındaki sızıyı ovuşturuyordu çaresizce.

Maskeyi biraz daha çekti, neredeyse gözleri kapanacak derecede. Kimse ağladığını görmesin istedi, yıkıldığını anlamasın istedi. En önemlisi, kardeşinin o görüntüsünün gözünün önünden yok olmasını istedi.

Görüntü kaybolmadı ama Ezgi adımlarını hızlandırdı. Birkaç metre ileride duran kopmuş kafaya doğru ilerledi. Önce tepeden baktı, sonra eğildi ve birkaç adli görevli ile kafayı inceledi.
Kadının boynu tamamen parçalanmıştı ve kanlar bu kısımda daha yoğundu. Damarları ve et parçaları aşağı doğru sarkıyordu, uzun saçlarının bir kısmı yüzünü örtmüştü. Görevliler yüzünü açtığında, Ezgi gözlerini birkaç saniye kapamak zorunda kaldı.

Kadının yüzünde kendi kardeşinin yüzünü görmüştü...

Gözlerini zoraki açtı, kardeşinin görüntüsü kaybolunca kadını inceledi. Gözleri berbat durumdaydı, boynundaki basınçla birlikte yerinden fırlamış ve beyaz, akışkan bir sıvı ile kan göz çukurlarında birikmişti. Dudakları aralıktı, dili geriye doğru kıvrılmıştı. Derisi solmuştu, yüzünde sinekler gezinmeye başlamıştı. Tek kulağında kırık bir yıldız küpesi vardı, kırmızıydı.

Komiser Vural uzaktan Ezgi'ye bakıyordu, Serdar'a doğru eğildi. ''Bunu kendisi açıklasın isterdim ancak bu vakitten sonra onunla ilgilenmen gerekeceğini düşündüğümden anlatacağım.'' Serdar komiserine döndü. ''Ezgi'nin...'' dedin bir nefes aldı. ''Kendinden iki yaş büyük bir ablası vardı, yaklaşık 4 yıl önce vefat etti. İsmi Gazel'di...''

Serdar başını salladı. Hiç dile getirilmemiş olsa da bunu yeğeni ile ilgili konuşmalardan zaten anlamıştı. ''... Ablası, bir metronun önüne atlayarak intihar etmişti. Onun parçalanmış cesedini ilk gören Ezgi'idi...''
Serdar şaşkınlıkla dudaklarını araladı ve komiserine baktı. Şimdi, ölen kardeşini hatırladığı için acı çekiyor olduğunu düşündü. Yerde yatan cesedin kendinden bir parça olmasının acısını bilmiyordu, Ezgi için üzüldü.
Komiser Vural omzunu dürttü, ''Üzüldüğünü belli etme, bundan hoşlanmayacaktır. Onun kafasını dağıtmasına yardımcı ol.''
Serdar dudaklarını birbirine bastırdı ve bükülen kaşlarını düzeltmeye çalıştı. ''...O bu anı hiç unutmayacak...'' dedi, bakışları odağını değiştirmeden. Komiser Vural onu onayladı.

Ezgi ayağa kalktı ve başını iki yana sallayıp cesetten uzaklaştı. Tedirginlikle kendisini bekleyen Serdar'ın yanına geldi ve başını eğdi. Dolan gözlerini hala daha saklamakla uğraşıyordu. ''Kamera kaydı ve adli tıp sonucu çıkınca bize haber verirsiniz.''

Komiser öksürdü. ''Vaka ile ilgilenmene gerek yok...'' dedi, alanda yükselen çığlık sesleri duraksamasına neden oldu. Miyase'nin ailesini durdurmak zordu. ''...Eğer intihar değilse bile...''

Ezgi başını kaldırdı ve komiserine baktı. Koyu renkli gözleri akmayan gözyaşlarından dolayı parıldıyordu, derin bir nefes aldı. ''İntihar değil.'' dedi Ezgi, hızlıca.


***

Serdar telefonu kapadıktan sonra hızla ayağa kalktı. Koşarak Komiser Vural'ın odasına ilerlediğinde, elinde kahve bardağı ile ilerleyen Ezgi'yi gördü. Adımlarını aniden durdurdu ve kendisini fark eden meslektaşına döndü. ''Ahh, komiserim... Dinleneceğinizi sanıyordum?'' dedi, birkaç saat önce uyumak için arka ofislerden birisine gitmişti.

''Uyuyamadım, kamera kayıtları geldi mi?''
Serdar ne söylemesi gerektiğine emin olamadı, Vural Bey Ezgi'ye görünmeden yanına gelmesini söylemişti, vakayı Ezgi'den saklamaya çalışıyorlardı.

''Bilmiyorum...'' dedi, ağzının içinde. Ezgi, gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve kısa saçlarını iyice dağıtıp elindeki sıcak kahveyi tek seferde içti. ''Komisere soralım, gel benimle.''
Ezgi ağır adımlarla önden ilerlemeye başlayınca Serdar kendi kendine küfredip mecburen onu takip etti. Biraz sonra komiserlerinin odasına geldiklerinde, Vural başını kaldırıp ikiliye baktı. Ezgi'yi görünce kaşları aniden çatılmıştı, hemen Serdar'a baktı. Serdar Ezgi'nin arkasından mecbur olduğunu belirten işaretler yaparken Vural dişlerini birbirine bastırdı, başarısız olmasına sinirlenmişti.

Zira Ezgi'nin bu ölümden çokça etkilendiği belliydi, onun iyiliğini düşünüyorlardı.
''Kamera kayıtlarına bakmak için gelmiştik.'' diye mırıldandı Ezgi. ''Çoktan gelmiş olmalılar...'' Komiser derin bir nefes aldı ve başını salladı. ''Geldi tabii, gelin bakalım.''

Ezgi ve Serdar komiserlerinin masasını dolandı ve bilgisayarın karşısına geçtiler. Kayıtlar ekranda hazırdı, Vural başlattı.

Ekranda 4/1 tren yoluna giden birkaç farklı kamera görüntüleri vardı, 3 sokak aşağısının da dahil olduğu görüntüler eklenmişti. Ölüm saatinden birkaç saat öncesinden başlıyordu. Trenin geçme saatine kadar kayıtlarda neredeyse kimse görünmemişti. Saatler 16:34'ü gösterdiğinde, 2 numaralı kameradan genç bir kadın koşarak geçti.

Kayıtlar takip edildiğinde, kadının tren alanına girene dek telaşlı bir şekilde ardına baka baka koştuğu görüldü.
Kadın, koyu renk uzun saçlara sahip üzerinde çiçekli bir elbisesi olan hamile bir kadındı, Miyase Akınsu olduğundan şüpheleri yoktu.

Kadın, ardına baka baka tren alanına girdi, bundan sonrası görüntülerde yoktu. Alandan geri çıkan kimse olmadı, birkaç saat içinde de görevliler ve polisler geldi.

''Neden arkasına bakıp durmuş?'' diye mırıldandı Serdar. Kayıtları başa alıp ağır çekimde yeniden izlediler. Vural elindeki kalem ile ekrandaki kadını işaret etti, ''Kadın oldukça korkulu, kayıtlarda görünmese de birinden kaçıyormuş gibi görünüyor.''

Ezgi onu onayladı ve adamı işaret etti. ''Tehlikede olduğunu, belki de öldürüleceğini biliyordu.''

''Yani bu bir intihar değil...''
''Doğru...'' dedi Vural.

Vural Ezgi'ye baktı. ''Ne düşünüyorsun?''

Ezgi kollarını göğsünde bağladı ve dikeldi. ''Biri kadını öldürmek için kovalıyor, sonra da raylara atıp kameralara görünmeden kaçıyor.''
''Birisi neden başkalarının onu bulabileceği bir yere ceset bıraksın ki? Sonuçta tren onu yok etmedi, sadece parçaladı.''

Ezgi başını salladı. ''Cesedin yok olmasına gerek duymadı, belki de intihar sanılması işine gelecekti...''
Kısa bir sessizlik oluştu. ''Pekte yabancı gelmedi değil mi?'' diye ekledi Ezgi.

Serdar ve Vural birbirine baktı. ''Otopsi sonucunu bekleyelim...'' dedi Vural sonunda. Ezgi ve Vural kayıtlar hakkında konuşurken, Vural tüm dikkatini Ezgi'ye verdi. Ezgi'nin kötü geçmişinden dolayı mantıklı kararlar veremeyeceğini ve vakadan kötü etkileneceğini düşündüğünden dolayı onu yormak istemiyordu. Ancak Ezgi olayların merkezine düşmek üzereydi, bunu kimse engelleyemezdi.


***

Hicran, kadının meraklı bakışlarını umursamadan odadan çıktı. Geniş alana geçip koltuklardan birine oturdu ve sabırsız bir şekilde beklemeye başladı. Birkaç saat önce aradığı adam hala gelmemişti, gecikmiş olması onu daha da tedirgin ediyordu.

Biraz önce çıkmış olduğu odadan yükselen sesler, başını iki yana sallayıp derin bir nefes almasına neden oldu. Kadın hala içeride, sedyeye mahkûm bir halde yatıyordu. Adamın beklentilerinden çok daha farklı şeyler gelişiyordu ve onun bundan henüz haberi yoktu.

Zaten, Hicran dışında kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu; Bu yük yaşlı adama ağır geliyordu.

Biraz sonra kapı sesi duyuldu, adam içeriye girdi. Heybetli bedeni ve keskin yeşil gözleri anında yaşlı adamı buldu. Çatık kaşlarını düzeltip başındaki siyah şapkayı çıkardı ve ağır adımlarla adamın yanındaki koltuklara kendini attı. Dışarının temiz havasından çok laboratuvarın dezenfektan kokulu havasını daha çok seviyordu, derin bir nefes aldı.

Başını arkaya atıp gözlerini kapadığında, yaşlı adam ancak cesaretini topladı. ''Bugün çok geç kaldın?'' dedi. Adam onaylayan mırıltılar çıkardı. ''Bu saate kadar neredeydin? Sana önemli bir şey olduğunu söylemiştim!''

Öfkesini gizleyemedi, bu adamın gözünden kaçmamıştı. Başını ağırca kaldırdı ve yeşil gözlerini Hicran'ın gözlerine dikti. ''Benimde önemli bir işim vardı.'' Kesin ve netti.
''İyi, halledebildin mi bari?''
Adam başını salladı, ''Küçük tanığımız ortadan kalktı.''

Hicran kaşlarını havaya kaldırdı, alnı kırış kırış oldu. Adamın korkunç bir şey yaptığından emindi ancak ne olduğunu soramadı. En önemlisi sormak istemedi çünkü adamın karşı koyulamaz arzular beslemeye başladığını fark etmişti, bunları şimdilik duymak istemiyordu. Daha önemli bir meselesi vardı...

''Sen neden aradın beni?'' dedi adam, ellerini koltukların kolluğuna yasladı. Hicran doğruldu, terlemiş elleri ile oynamaya başladı. ''Bunca zamandır... uğraştığın şey hakkında...'' dedi, nasıl başlayacağını bilemez bir şekilde. Adam tek kaşını kaldırıp ilgisini yoğunlaştırdı.

''...O uyandı...'' Hicran tek seferde söylediği şeyden sonra gözlerini kapadı ve bekledi. Adam ise şaşırmış, öylece kalakalmıştı. ''Ne?''

''O uyandı.''
Adam aniden ayağa kalktı ve bakışlarını koridora doğru çevirdi. O kadın uyanmış mıydı?

''Yani... O uyandı ve... Başardım mı?''
Hicran'da zoraki ayağa kalktı ve başını salladı. ''Onu ölümden döndürmeyi başardın...''
Adam yüzünde oluşan gülümsemeye engel olamadı, uzun zaman sonra ilk defa samimi bir şekilde gülümsemişti. Çünkü başarılı olmuştu, o bir ölüyü diriltebilecek başarılı bir doktor olmuştu.

''Başardım...'' diye kendi kendine mırıldandı ve heyecanla koridora ilerlemek için iri cüssesini harekete geçirdi. Ancak Hicran hızla önüne geçti. ''...Bekle!'' dedi. Adam kaşlarını çattı ve geçmek için hamle yaptı ancak Hicran elini göğsüne yaslayarak onu durdurdu.

''Bir şey daha var...'' dedi, adam birkaç adım geriledi. ''Ne var?'' Adam durdurulmaktan hoşlanmamıştı ancak bilmesi gereken bir şey daha vardı. Hicran göğsünü şişirdi ve adamın canını yakacağını bile bile bu sözleri mırıldanmaktan çekinmedi. ''O uyandı ama her şeyi hatırlıyor...''

Adam şaşırdı. ''Ne?''
''O kadın her şeyi hatırlıyor... Adını, evini, eşini, hayatını... Her şeyi...'' Adam geriye doğru tökezledi, şaşkınlıkla kaşlarını çatmış ve yeşil gözlerini gölgelenmişti, bakışları yeniden koridora kaydı. ''Nasıl hatırlayabilir?'' diye fısıldadı, kendi kendine.

''O, Doğu Erge olduğunu hatırlıyor...''



Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Ölüm Döngüsü I-IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin