FİNAL: Gündüzlerin katilini geceden mahrum bırakalım.

2K 93 116
                                    

Çok çok seveceğiniz ve heyecanlanacağınız bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Aylar önce bitirmeme rağmen finali şimdi paylaşmak istedim çünkü finalle ilgili ufak bir değişiklik yapıp sonuna eklediğim gibi, kitaba çok güzel teklifler geldi. Birkaç yayınevi ile görüşmeler devam ediyor. Umarım en güzeli, en hayırlısı ile kitabımın basıldığını ve sizlerin keyifle okuduğunuzu görebilirim. 

Bu, bu kitap için ufak bir veda olabilir... Ama diğer kitaplarıma profilimden ulaşabilirsiniz. Kitap hakkındaki yorumlarınızı lütfen benimle paylaşmaktan çekinmeyin. İster yorum, ister mesaj yoluyla kitaplarla ilgili konuşabiliriz. 
Sizleri seviyorum, keyifli okumalar diliyorum. ^^


Bölüm 30: ''Gündüzlerin katilini geceden mahrum bırakalım.''

İkindi vaktiydi; güneşin denize karışmasına iki saat vardı. Hava şimdiden boğuklaşmış, tek tük bulutlar anlaşmış gibi kaybolmaya başlamıştı. Soluk gökyüzü, ölümü hatırlatıyordu.

Ezgi, rüzgârdan savrulan kısa saçlarını şapkası yardımı ile hizaya soktu. Kulaklarında dalgaların sesine karışmış küreğin çırpınışları vardı. Doldurduğu silahını beline sıkıştırdıktan sonra diğer silahı eline aldı. Mermileri özenle şarjöre yerleştirdi. İki dolu silahı, birde botunun içine gizlediği bıçağı vardı.
Doğu'yu Aksel'in elinden almanın kolay olmayacağını biliyordu; Aksel hem kuvvetli birisiydi hem de soğukkanlı bir katildi. Polislerin gelme ihtimaline karşı hazırlıklı olmalıydı.

Ezgi, dikkat çekmemek için bindikleri küçük botun aniden sallanması ile yanındaki meslektaşına tutundu. ''Ne oldu?''

5 kişiden oluşan küçük ekibinin şaşkın bakışları Ali'ye döndü. ''Şurayı görüyor musunuz?'' diye sordu, işaret parmağı adada bir noktayı gösterirken. ''Şu ahşap evin yanındaki kırmızı ışığı...''

Bakışlar o yöne çevrildi. Aksel'e ait olduğunu düşündükleri adaya oldukça yaklaşmışlardı. İleride, denizin ortasında bir başına kalmış küçük kara parçası; üzerinde etrafı ağaçlarla çevrili ahşap bir ev ve bolca sessizlik vardı. Evin yanında ise, tıpkı feneri andıran bir silindirik yapı kırmızı ışıklar saçıyordu.

''Şuanda adada elektrik yok. Birisi elektriği kesmiş, güneş battığında tamamen karanlıkta kalacağız.''
Ezgi kaşlarını çattı. Aksel'in bir şeyler planladığı belliydi. Eğer doğru adaya gelmişlerse, şuanda Aksel'in tuzağına doğru çekiliyorlar demekti. Elektrikleri kesmesinin bir nedeni olmalıydı. İşin kötü tarafı, Doğu şuanda burada olmayabilirdi.

Birkaç dakika içinde adanın iskelesine yaklaştılar ve hızla adaya çıktılar. ''Botu saklayın ve evin çevresini araştırın. Şüpheli bir durumda yalnız hareket etmeyin ve bana haber verin. Planı unutmayın.''
Ekip onaylar onaylamaz etrafa dağılırken Ezgi Serdar'a baktı. ''Olası kaçış güzergâhını takip et, adadan çıkmasına izin veremeyiz.''
Serdar komiserini onaylayıp silahını sıkıca kavradı. ''Dikkatli olun.''

Ezgi bir süre yalnız başına ağaçların ve bakımsız toprakların arasında ilerledi. Ada serindi, rüzgâr burada şiddetini arttırmıştı ve Ezgi'nin gizleyemediği heyecanı an be an katlanıyordu. Nefesi düzensizdi, bu ilk seferi olmamasına rağmen. Onu rahatsız eden şey de bu değildi zaten; temkinli ve telaşlı adımlarının sebebi aciz bir kadının tehlike içinde bekliyor olmasıydı.

Henüz farkında değildi ancak Doğu'nun başına bir iş gelir ya da onu elinden kaçırırsa bunu kaldıramazdı. Bunu kendine yakıştıramazdı.

Eve yaklaştı, Bir uçurumun tepesinde gibi duran eve aşağıdan baktı. Pencereler kapalıydı, en ufak bir ses dahi ahşap duvarları aşamıyordu. Genç polis göze batmamak için gideceği en mantıklı güzergâhı seçmeye çalıştı. Ezgi, yüksek kayaların arasından eve doğru tırmanmaya başladı. Ayakları sürekli kayıyor ve sık sık etrafını kontrol ediyor olduğundan yolu biraz uzun sürdü. Sonunda küçük pencereye yaklaştığında eğilip perdenin hafif aralık yerinden içeriye baktı. İçerisi şüphesiz boştu...

Ezgi botuna gizlediği bıçağı çıkarıp pencereyi küçük uğraşlar sonucu açtı. Perdeyi çekip içeriye girdi. Toprak dolu botları yere değer değmez tok bir ses çıkarınca yeniden silahına sarındı. Oda tamamen boştu, kullanılmamış temiz bir yatak dışında hiçbir şey yoktu. Kapıyı sessizce açıp ağır adımlarla odadan çıkarken solunda uzanan koridoru takip etti. Silahı yüzünün hizasına kaldırıp ilerledi, sonunda merdivenlere yöneldi, sessizce aşağıya indi. Dağınık salona ulaştı. Yere düşüp parçalanmış televizyonu es geçip karşısına çıkan ilk odaya girdi. Açık dolap kapaklarını ve çarşafları sökülmüş yatağı taradı. Birisi etrafı hallice dağıtmıştı. Odadan çıkıp başka bir koridoru takip ettiğinde ise kapısı açık bırakılmış bir oda dikkatini çekti. Silahını sıkıca kavramış, ileriye doğru uzatmış halde bekliyordu ancak bu odada boştu. Odada sessizce ilerledi, buranın Doğu'nun odası olduğunu anlaması da çok sürmedi. Yatağın başında yarım kalmış bir serum vardı, ince uzun borudan akan şeffaf sıvı ahşap zemine yayılıp küçük bir gölet oluşturmuştu. Akmaya da devam ediyordu ki, Ezgi şüphelendi.

Serumu dahi kapatmalarına vakit olmadan apar topar buradan gitmeleri mi gerekmişti?
Serum hala damla damla akıyor, an be an azalıyordu. Öyleyse fazla uzaklaşmış olamazlardı. Yani, Doğu hala adada bir yerlerde olabilirdi. Tıpkı Aksel'in bir yerlerde pusuda beklediği gibi...

Ezgi apar topar evin kapısına yöneldi. Açık kapıdan çıkmak üzereydi ki yerde, kapının eşiğinde incecik bir ipin bağlı olduğunu gördü. Oldukça alçaktan ve saydam bir ipten yapılmış bu düzeneğin fark edilmesi zordu. Ezgi havada asılı kalan ayağını indirdi ve ipin ucunu takip etti. İp, duvar boyunca ilerliyor ve masanın altındaki küçük, metal bir cihazda son buluyordu.

''Delilleri yok etmenin başka bir yolunu buldun demek...'' diye mırıldandı, apar topar kaçtığını düşündüğü Aksel'e karşı. Evden hızla çıktı, düzeneği öylece bıraktı. Burada olduğunun bilinmesini istemiyordu. Belindeki telsizi çıkardı, ''Ev tamamen boş, onlar burada değil. Apar topar çıkmışlar, etrafta kaçabilecekleri bir araç olmalı. Aracı bulduğunuz anda çalışmaz hale getirin.''
Birkaç saniye içinde ''Anlaşıldı komiserim,'' sesleri kulağında yankılandı. Ev, adanın en yüksek yerlerinden birinde olduğu için buradan etrafı rahatlıkla görebiliyordu. İskeleye yaklaşmış başka bir tekne olduğunu da o an fark etti. Bir düzine insanı rahatlıkla taşıyacak bu teknenin yanında iki adam vardı, ikisi de silahlıydı. Tekneyi koruyor ya da gelecek kişileri bekliyorlardı.

Onlar kimdi ve burada ne işleri vardı?

''İskelede bir tekne var. Biri kim olduklarını öğrenmenin bir yolunu bulsun.''
''Anlaşıldı komiserim.''

Ezgi ağaçların arasından aşağıya inmeye başladı, kimseye görünmeden ve etrafı tarayarak ilerliyordu. Şapkasını gözlerini gölgeleyecek hizaya getirip gür ağaçlar arasında ilerledi. Ada o kadar sessizdi ki, nefes alışverişinin birkaç metre öteden duyulabileceği hissi onu daha da tedirgin ediyordu. Ayağının altında ezilen toprak ve bir iki çalı, hışırtı sesleri çıkarıyordu.

Biraz sonra gökyüzünü yarıp geçen bir el ateş sesi duyuldu, ardından gür bir ses yankılandı. ''Burada!''
Oldukça yabancı ve tüyler ürperten bir ses...
İkinci bir silah sesi baş gösterdi.

Ezgi adeta dondu, gözleri deli gibi etrafa gezindi.
Sakin ol...

Telsizine yeniden sarındı. ''O ses bizden miydi? Kim bağırıyor?''
Uzun bir süre cevap gelmedi. Biraz sonra ''Silah sesi bizden değil,'' dedi Ali.

Silah sesi bizden değil, karşı taraf ateş açtı.

Ezgi aniden hızlandı. Koşarak ağaçların arasından süzüldü ve sese doğru ilerledi. Peşi sıra ateş sesleri çoğaldı. Biri, bu yabancılara karşılık vermeye başladı. Karşılıklı çatışma sesleri tüm adada yankılandı, kuşlar havalandı.

Ezgi çatışmanın olduğu yere koştu, silahının tetiğini çekmiş hazırda bekliyordu. Çok geçmeden siyah giyimli kalabalığa yaklaştığında işler onun için daha karmaşık hale geldi. Eğildi, sırtını ağacın pürüzlü yüzeyine yasladı ve saydı. 7 kişi...

Karşı taraf şimdilik 7 kişiydi... Bir kayanın, birkaç ağacın arkasına saklanmış durmadan ateş ediyorlardı.
Üzerlerinde kurşungeçirmez yelekleri vardı. Yüzlerinin yarısının kapalı olduğunu fark etti, genç komiser.

Onlar polis miydi? Buraya ne diye gelmişlerdi? Sonunda Ezgi'nin şüphelerinde haklı olduğunu fark edip bu adayı mı bulmuşlardı? Ama öyle olsaydı, Serdar'ın bundan mutlaka haberi olur ve kendisine iletirdi.

Bu silahlı adamların burada ne işi vardı?
Aksel'in tuzağı bu muydu?

Tuzak...
Tanıdık bir sesin acı dolu inlemesini duyunca bakışları kurşunları takip etti. Başka bir ağacın ardına saklanmış ve muhtemelen yaralanmış olan, pes etmeden ateşe karşılık veren kişi Ali'ydi. Yanında ekibinden iki kişi daha vardı.

Kendisi ve Serdar bu çatışmanın dışındaydı.

Kurşunlar havada uçuşmaya ve ara sıra acı dolu inlemeler duyulmaya devam edilirken Ezgi saklandığı yerden çıkmak için ayağa kalktı. Çatışmadan uzaklaşması gerektiğini biliyordu. Harekete geçmek üzereyken ardından gelen ses ile hızla arkasına döndü. Silahını anında kaldırıp namlusunu ileriye doğru uzattı. Arkasında kimse yoktu ancak silahının namlusu sesin sahibini bulmak için etrafta gezinmeye devam etti.

Bir çatırtı sesi, ardında bekleyen sıcak bir nefes, bir adam...

Ezgi kısa bir an arkasında kalan çatışma seslerini dinledi, gözleri hala etraftaydı. 'Tuzak!' diye düşündü. 'Bu bir tuzak... Buradan hemen uzaklaş...'

Komiser az önce duyduğu o tarifsiz sese doğru ilerledi. Ne bir ses çıkarıyor, ne de silahını indirmek için hamlede bulunuyordu. Tehlikeli bir şekilde ilerledi, biraz sonra ise aradığı ipucunu buldu. Ağaçların arasında, çalıların altında, oldukça karanlık bir köşede küçük, metal bir kapak buldu. Evden ve çatışmadan fazla uzakta değildi.

Beklemeden kapak üzerindeki yaprakları iteledi, ince bir mandal buldu ve çekiştirdi. Ağır kapı hareket etti. Ezgi kapağı zorlukla açıp içerideki karanlığa doğru bakındı. Silahını kenara koyup aşağıya eğildi; orada toz bulutundan başka hiçbir şey görünmüyordu. Başını geri çektiği sırada elini kapaklar altındaki küçük bir çiviye sürttü. İnce derisi yarılıp sızlarken Ezgi küfretti ve elini nereye çizdiğine baktı. Duvara saplanmış küçük bir çivi ve ucuna asılı küçük bir not buldu.

Ezgi, çiviye asılı kalmış beyaz bilekliği eline aldı. Bu bileklik, hastane yatış yapan hastaların bileğine takılan bir isim bilekliklerindendi. Üzerinde yazılı isim ise, o an genç kadın için umudun harfleriydi.

''Doğu Erge''

Genç komiser fazla düşünmedi, potansiyel kaçış yolunu bulmuştu.

Aşağı inen merdivenlere ayağını yasladı ve karanlığa doğru süzülürken metal kapakları ardından kapadı. Merdivenlerden hızla indi, karşı karşıya kaldığı karanlık onu korkutmadı. Sağ tarafında kalan duvara yaslandı ve ileride bir yerlerde belli belirsiz parıldayan ışıktan yararlanarak uzun bir koridorda olduğunu anladı. Bir eli duvarda, büyüyen irisleri ile koridorda ilerledi. Duvarın soğukluğu tenine işledi. Havadaki toz ciğerlerini acıtsa da yüzünü buruşturmaktan başka hiçbir şey yapmadı. İleride gördüğü ışığa ulaşıncaya dek sessizce ilerledi.

Işık, tavandaki küçük bir pencereden, yaprakların arasından sızıyordu. Işığa geldiğinde ise koridorun iki farklı yöne ayrıldığını gördü. Yerdeki toprak parçaları yardımına yetişti. Daha önce bu yoldan geçildiğini belli eden izleri takip ederek sağına döndü. Karşısına çıkan yeni koridor ise öncekinden daha aydınlık ancak daha tehlikeliydi. Koridorun her iki tarafında da karanlığa açılan küçük koridorlar vardı. Yeniden sağındaki duvara yaslandı ve ağır ağır adımlar atmaya devam etti. Silahını tutan parmaklarını ara ara sıklaştırdı.

İlerledikçe karanlık koridor, taş duvarlarla kaplı bir tünele dönüştü. Adımlarının oluşturduğu tok sesler, çürümüş otlar nedeniyle azaldı.
Çıkışa yaklaştığını düşündüğü bir vakit, şapkasının gölgesi altında kalmış gözleri hızla açıldı. Sağından gelen ani darbe ile bedeni hızla savrulup arkasındaki taş duvara çarptı. Acıyla sızlanmaya vakti olmadı, karşısındaki adam üzerine atıldı.

Tünelde onu pusuda bekleyen biri vardı...

Ezgi omuzlarını hareket ettirip duvarda bir adım yana kıvrıldı ve adamın darbesinden kurtuldu. Yumruğunu duvara çarpan adama dirseğini geçirdi. Dönüp silahını doğrulttuğu sırada adamda aynı hızla silahını kavrayıp namlusunu Ezgi'ye çevirdi. Silah doğrultmuş iki el aynı hizada, birbirine zıt yönlerde yan yana duruyordu şimdi. Tek fark bir elin şimdiden titriyor oluşuydu.

Karanlıkta iki keskin göz birbirini buldu, Ezgi şapkasını hafifçe yukarı kaldırdı. ''Komiserim?''
Şaşkınlık dolu sözü, adamın bir adım geri çekilmesine neden oldu. Tavandan tünele vuran loş ışık sayesinde birbirlerinin yüzlerini görebildiler. Aklaşmış saçları, kırışık göz kenarları, geniş omuzları ve karanlıkta kalan bedenine rağmen onun kim olduğunu anladı, Ezgi.
''Sizin burada ne işiniz var?''

Komiser Vural, başını hafifçe yana eğdi. Ezgi'nin yüzüne dikkatle baktı. ''Aynı şeyi bu sabah evinde dinleneceğine dair bana söz veren inatçı meslektaşıma sormak istiyorum. Senin burada ne işin var Ezgi?''

Ezgi silahını ağırca indirdi ancak tetiği çekilmiş bir halde bekletti. ''Size katili bulacağımı ve Doğu'yu korumak için elimden geleni yapacağımı söylemiştim.'' Komiser Vural'ın titrek nefesi karanlıkta şeffaf bir bulut oluşturdu. ''Bu yüzden araştırmalarıma devam ettim ve şuanda elimizden kaçırmak üzere olduğumuz Aksel'in peşine düştüm.'' Sözlerini destekler nitelikte elini Vural Komiserin arkasında kalan tünele doğru çevirdi. ''Pekâlâ, sizin burada ne işiniz var? Ezkaza bana inanıp buraya mı geldiniz?''

''Birini takip ettim.''
Soğuk bir açıklama... Hala kendisine çevrilmiş olan silahın namlusu, Ezgi'yi şüpheye düşürdü. ''Öyle mi? Kimi takip ettiniz?''

Bu kişi kendisi miydi? Komiser Vural'ın takip ettiği kişi kendisi miydi? Neden?

''Aradığım kişiyi buldum diyelim, kâfi.''
Ezgi kaşlarını çattı, silahı üzerindeki işaret parmağı kısa bir an tekledi. ''Beni vuracak mısınız?'' diye aniden sordu. Komiser Vural şaşırır gibi oldu.

''Zira silahınızı yanlış kişiye doğrulttuğunuzu düşünüyorum.''
Komiser elini ağırca yere indirdi ancak Ezgi rahatlamadı. ''Sana söyledim Ezgi, artık Doğu Erge ile ilgilenmemeni söyledim. Neden bu kadar ısrar ettin? Neden buradasın?''

''Ben burada olmasaydım, sizde burada olmazdınız!'' Ezgi sözlerine bastıra bastıra, kendinden emin bir şekilde konuştu. Vural derin bir nefes aldı. ''Tamam, ben uyarımı yapmıştım. Vakadan tamamen alınmakla kalmadın Ezgi...'' dedi.

Ölüm Döngüsü I-IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin