Merhabalar iyi akşamlar.;)
Nasılsınız bakalım?
Şahsen ben biraz kafayı yemiş haldeyim, neden derseniz son bir aydır çikolata yemiyorum!
İnsan bu halde olunca bölümde yazamıyormuş resmen kafam çalışmıyor! Ama bir hafta geciken bölümü telafi etmek adına, iki bölümü birleştirip tek seferde atıyorum yani uzun bir bölüm sizlerle. Umarım bayılarak okursunuz.
Gelecek bölümlerin aksiyonuna bir derece değinmeye çalıştım, asıl konuya geçiyoruz bilginize canlar.:)
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için çok önemli:)
Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥
Wattys2019’a katılmak istiyorum bu konuda düşünceleriniz nedir bir tanelerim?
İlk yoruma ithaf var benden söylemesi kuzular 📣fatmaersu Seeriza okurlarıma ithaf edilmiştir :)
Medya: Ela
★Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım★
Adı batasıca manda, ile ilişkinizi kesmemiz üzerinden geçen dört günün sonunda yeni evime dair önemli pek çok şey hallettim. Tam bir yıllık kira sözleşmemle, ağabeyimin karşısına çıktığımda kızılca kıyamet koptu ama evin güvenlikli olması konusundan yırttım. Fazla uzatmadı.
Şimdi de pek saygı değer ağabeyimin düğünü daha doğrusu nikahı için kıyafet bakmaya çıktım.
İki tarafında ailesi olmadığından düğün olmayacak ama nikahtan sonra eş dostla güzel olacağını umduğum, kutlama yemeği yenecek. Tam da bu sebepten ötürü aşırı abiye elbiselerden mümkün mertebe uzak durmayı hedefliyorum.
Alışveriş merkezinde gördüğüm ilk mağazaya girdim, yarım saatlik uğraşın sonunda elim boş çıktım. İkinci mağazaya girdiğimde gözüme takılan elbiselerin uygun bedenlerini alıp soluğu kabinde aldım. Denediğim dördüncü elbise en çok hoşuma giden oldu.
Aynadaki yansımama bir kez daha baktım, koyu yeşil ince askılı V yaka, derin yırtmaçlı elbise tam da istediğim gibi. Ne çok abiye, ne çok sıradan. Asıl bir duruşu ve güzel bir havası var.(Ceylin’in elbisesi)
Elbiseyi çıkarıp, kendi kıyafetlerimi giydim ve doğruca kasaya geçtim, ödemeyi yapar yapmaz en üst kata çıkıp bir güzel karnımı doyurdum.
Hazır alışveriş merkezine gelmişken de evimin ufak tefek eksiklerini tamamladım.
Neredeyse yatak odam ve salonun istediğim kıvama gelmişti bile. Ne yalan söyleyeyim, evimle uğraşmasam o mandanın sinirini biraz zor atardım!
Sanki alelade bir hemşireymişim de onunla ilgilenmek zorundaymışım gibi davranması kadar illet bir şey olamaz her halde! Öküz bildiğin katkısız öküz!
Akşamın bir körü ağabeyimle kaldığımız eve geçip kendimi yatağa attım. Neden bilmiyorum ama tek başıma bir eve taşınacağım için deli gibi mutluyum ve heyecanlıyım...
Kafamda yeni evimde yapacaklarımın planlarıyla uyuyakaldım.
Sabah alarm sağ olsun, deli dürtmüş gibi anında uyandırdı! Saf gibi alarmı açık unuttuğuma inanamıyorum!
Bugünün cumartesi olması ve benim kargalar bokunu yemeden uyanmış olmam ne kadar da büyük bir olay!
Ofla puflaya yataktan kalkıp banyoya geçtim, yarın ağabeyimin nikahı olduğundan son geceye kadar evde kalacağımın sözünü verdiğimden, kendi evimde kalmayıp buraya geldim. Ağabeyimin son bekar gününün tadını çıkarmak adına mükellef bir kahvaltı hazırladım. Sesimi duyduğundan mı yoksa çoktan uyandığından mı bilmem, sessizce mutfağa gelip masaya oturdu. Çaylarımızı koydum ve yerime geçtim.
Sanki evde düğün havası yoktan cenaze havası var gibi büyük bir ölüm sessizliğinde yemeğimizi yedik, ki bu durum hayli can sıkıcı...
Sessizliği bozmak adına, “Abi, yarın için her şey hazır mı?” diye sordum çekingen bir tavırla.
“Hazır fındık, hazır...” dedi hafif kederli sesiyle.
“Sen neden böylesin o zaman!? Neşeli kaçıran bir şey mi oldu?” diye sordum elimde olmadan, aklım karıştı. Müstakbel yengemle kavga etmiş olmasın sakın?
“Oldu tabi, kardeşim yarın sabah bu masada olamayacak!” dedi öfkeli bir tavırla.
“Aman abi dert ettiğin şeye bak! Canım sıkıldıkça size geleceğim böyle ufak şeyler için canını sıkma.”
“Ufacık olduğunu kabul ediyorsun yani!”
“Of abi, o anlamda söylemediğimi sende çok iyi biliyorsun. Lütfen, sadece beş sokak ötede oturuyor olacağım...” dedim uysal bir tavırla.
Derin bir nefes alsa da bir şey demedi, ağabeyimle tek geçireceğim son günü, en güzel şekilde değerlendirdim. Birlikte film izledik, bol bol sohbet ettik, o benim saçlarımı tararken çocukken yaptığım muzurluklardan söz etti... O akşam ağabeyimin göğsüne yatıp, son zamanların en huzurlu uykusuna daldım... Muhteşem bir gün geçirdik.
Pazar sabahı, evde tabiri caizse curcuna vardı. Üzerimdeki pijamalara aldırmadan oradan oraya koşturmam şöyle dursun o kepaze kılığımla, Tuana’yı alıp kuaföre geldik. Ah gariplerim gülmek isteseler de gülemediler...
Tuana’nın saçı yapılırken başka biride benim saçımı yapmaya başladı. Diğer yandan makyaj yapıldı. Kuaförde üzerlerimizi giydik ve ağabeyimin bizi almaya gelmesini bekledik. O bekleme aşamasında müstakbel yengem ayakkabısının altına kocaman harflerle adımı yazdı ki ona engel olamadım!
“Yenge bu yaptığını abim görmesin...”
“O neden ki?” dedi keyifle kıkırdarken.
“Evlenmemi istemiyor nedense?”
“O niyeymiş?”
“Kıskanç abi tripleri işte ne yaparsın?”
Esaslı bir kahkaha attı, “Senin şu yanlışlıktan dolayı evli göründüğünü ilk öğrendiğinde kudurmuştu,” dedi keyifle.
Ona doğru yaklaştım, “Ciddi misin? Benimle dalga geçip, alay etmişti!” dedim hayretle.
“Ah sen ne diyorsun canım, abin olacak akıllı, çakma kocanı bulmak için neler yaptı da bulamadı. Tüm emniyeti seferber etti, sırf sen bu durumdan kurtul diye ama senin çakma kocan, karabatak gibi bir anda yok olduğundan bulamadı,” dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.
Hayretler içinde dinledim...
“Bana belli etmedi demek ki... Düşünceli abim ben ya...”
“Düşüncelidir benim aşkım,” dedi gururla.
Konuşmamız ağabeyimin gelmesiyle son buldu.
Ağabeyim müstakbel karısını gelinlik içinde görünce resmen büyülendi... Dolan gözleri, yüzündeki tebessümüyle aşkını haykırıyordu resmen.
Ağabeyim, sevdiği kadına sarılıp sahiplenircesine alnından öptü. Aklıma benim manda geldi!
Gerçek manada evli değildik ve aramızda romantik sayılabilecek pek bir şey geçmedi, tamam! Ama gitmeden önceki son gece... İşte o gece saatlerce ona sarılı kaldım, kalbinin atışını tüm bedenimde hissettim. Kalbi taş olan bile, bir şeyler hisseder, kaldı ki bir yıl boyunca beni unutmamış, hatta taşınmış olmama rağmen yeni yerimi eliyle koymuş gibi buldu. Üstelik sahiplenici Çilli Gelinciğim lafını da unutmamak gerek! O mandanın kalbinde bir tuz tanesi kadar bile olsa bir yerim var, buna eminim...
Hatta kafesinin adı bile Çilli!
Bu ismi öylesine seçmiş olamaz herhalde!
O manda ne derse desin, beni önemsiyor, istediği kadar yeni taliplerinden söz etsin başka kadınla hiç bir şey yapamaz.
Yapacak olan adam bu zamana kadar kırk kere yapardı... Değil mi canım!?
Ben kendimi tam da rahatlatmışken iç sesim, ‘Başka kadınlarda huzur bulmadığını nereden biliyorsun? Adam yüzüğünü bile gerisin geriye aldı!’ dedi ve tüm umutlarım alabora oldu.
“Çilli!” diye sert sayılabilecek bir tavırla seslenen ağabeyimle düşüncelerimden sıyrıldım.
“Ne oldu?”
“Kızım iki saattir sana sesleniyorum daha fotoğraf çekimine yetişeceğiz hızlı olsana!” deyince gelin arabası olarak süslenmiş arabaya kendimi attım.
Bilmem kaç saatlik yolun sonunda İstanbul çıkışında ormanlık bir alana geldik. Çekim için mekan hazırlanmış ve sadece bizimkilerin gelmesi kaldığından, biz mekana vardığımızda hemen çekim başladı.
Üç saatten fazla süren çekim sonunda koştura koştura nikah salonuna geçtik. Tabi süper zeka ben, telefonumu fotoğraf çekimi yapılan yerde unuttum, tabi ki tüm suç ağabeyimin, iki elimi bir pabuca sokmasaydı bunlar başıma gelmezdi!
Bir de işin yoksa yemek davetinde sonra bilmem kaç saatlik yolu tepip telefon almaya git! Harika!
Nikah salonuna geldiğimizde ağabeyimin en yakın arkadaşı Mert ağabey, bizden önce gelmiş salon girişinde bekliyordu. Tuana’nın yakın arkadaşı Melis geldikten beş dakika sonra nikah başladı.
Bana hala şaka gibi gelen ve gerçekliğine bir türlü akıl erdiremediğim nikahı gözlerimden akan yaşlarla izleyip, ağabeyimin telefonuna nikahı kaydettim. İmzalar atıldığında ağlamamı bastırıp derin bir nefes aldım. Gelin ve damadı topluca kutladıktan sonra nikaha gelen konuklarla birlikte büyük bir restorana yemeğe gittik.
Müzikli olan mekan bana düğün salonlarını anımsatmıştı.
Yemekler yenildi danslar edildi, kahkahalar havada uçuştu diyebilirim...
Mükemmel geçen akşamın sonunda ağabeyime sıkıca sarıldım ve kulağına, “İlk ben vardım unutma,” dedim huysuz bir kardeş olarak.
Samimi bir kahkaha attı, “Sen benim prensesimsin...”
“Sen de benim prensimsin...”
Ağabeyime ve yeni yengeme veda ettikten sonra derin bir hüzün sardı içimi...
“Hadi güzellik, daha fazla geç olmadan senin telefonu almaya gidelim,” diyen Mert ağabeye kafamı sallayıp arabasına bindim.
“Gürkan’dan adresi aldım, telefonu aldıktan sonra seni evine bırakırım oradan da otele geçerim artık.”
“Mert abi, olur mu öyle şey? Saat zaten yeterince geç oldu, bir de telefonu alıp beni eve bırakacaksın iyice geç olur, en mantıklısı gece bende kalırsın.”
“Ulan Çilli sen harbi adamı deli edersin! Kızım yeni taşındığın evine ilk andan erkek atarsan adını çıkarırlar, düşünde konuş,” dedi tıpkı kendi ağabeyim gibi konuşurken.
“Ay onlara ne oluyor be!? Sen benim abimsin!”
“Aksini iddia eden olmadı ama dedikoducular abin olduğumu nereden bilecek? Onlara laf olsun yeter.”
“Of iyi be ne halin varsa gör! Sana acıyanda kabahat.”
“Çilli sinirlenme, bunlar acı gerçekler,” dedi yumuşak bir tavırla.
Omuz silksem de cevap vermedim, bir saat kadar sonra çekim yapılan yere gelip telefonumu teslim aldım. Bir saat on beş dakika sonra da evimin önündeydik, “Mert abi, sana da zahmet verdim çok sağ ol,” dedim biraz mahcup bir ifadeyle.
Elini saçlarıma atıp karıştırdı, “Abiler zahmet etmez, hizmet eder Ceylin hanım, daha öğrenemedin!” dedi alayla.
Tebessüm edip sarıldım, “Yarın çalışıyorum görüşemeyiz şimdiden iyi yolculuklar.”
“Eyvallah...”
“İyi geceler...”
“Sana da.”
Arabadan inip doğruca apartmana girdim ve evimin olduğu kata çıktım, tam salonuma girmiştim ki telefonum çalmaya başladı.
Ekrandaki Öküz yazısını görünce ister istemez kocaman kahkaha attım ve telefonu açtım. Hayret gecenin bu saatinde nereden aklına geldim acaba?
“Efendim?”
“Öldürürüm!” dedi öfke dolu sesiyle.
“Pardon?”
“O piçi öldürür leşini önüne atarım!” dedi son derece ciddi bir tavırla.
“Aaaa o da ne demek şimdi, hani herkes kendi yoluna bakacaktı? Hani kısmetler kapanmayacaktı? Cık cık cık hiç yakıştıramadım.”
“Benimle dalga geçme sonu çok kötü olur!”
“Allah Allah! Benim hiç bir şeyim olmayan bir adam ne demeye bana karışıyor merak ediyorum doğrusu... Üstelik, adımın yanında soyadını da taşımıyorum!” dedikten sonra telefonu suratına kapattım. Laf sokmuş olmanın şahane mutluluğuyla kocaman bir kahkaha attım.
Salonuma geçip, yeni koltuklarımın üzerine oturdum, buz mavisi ve kırık beyaz olarak dizayn ettiğim salonuma keyifle bakıp, ayağımdaki topukluları çıkardım. Güzellik iyi boşta çok can sıkıcı. Şu ayaklarının haline bak resmen davul olmuş!
Sallana sallana odama geçip yeni aldığım makyaj aynamın önüne oturup keyif makyajımı sildim.
Gözlerim masanın üzerindeki telefona kaydı, ve sinirle ofaldım.
Daha pazartesi günü havadan atıp tutuyordu, gelmiş şimdi de tehditler savuruyor...
Bu adam harbi deli hem de zırdeli!
Beni takip etmiş olduğu gerçeği de gözümden açmış değil hani!
Beni eve bırakan Mert ağabeyi görmüş ki esip gürlüyor...
Neymiş efendim öldürür leşini de önüme serermiş! Bak sen öküz efendiye. Utanmadan onca lafı et sonra da takip et, yok öyle yağma. Ama sen dur Çakır Yalçınkaya, sen dur! Neler yapacağım ben sana.
Pijamalarımı giyip yatağıma keyifle yattım. Son bir haftadır içimdeki sıkıntı büyük ölçüde gitti, derin bir nefes alıp huzurla uyudum.
Sabah erkenden kalkıp banyoya girdim ve bir önce ki günün yorgunluğunu atacak kadar uzun duş aldım.
Banyodan sonra kahvaltılık gevreğimi kemirip, hızla hazırlandım ve iş yerime geçtim.
Her zaman ki gibi revire gelen miniklerle ilgilendim, sınıfları gezip çocukları gözlemledim derken saat çoktan akşamın beşi oldu bile.
Çantamı koluma takıp okuldan çıktım, insan tek olduğunda hayat ne kadar da sıkıcı oluyor öyle. Tüm gün gözüm telefonda mesaj beklediğimden falan sıkılmadım yani, hiç alakası yok.
Sahil boyunca yürüyüp neler yapacağımı düşündüm. Bir telefon uzağımda olan dengesiz öküzle yapmam gerektiğine dair en ufak fikrim yok. Sadece bir şeyler yapmam gerektiğini biliyorum.
“Buraya gel!” diye bağıran sesi duyunca ister istemez arkama döndüm. Aşağı yukarı benim yaşlarımda olan bir kadın, bas bas bağırıyordu. Bir ara göz göze gelince “Tut!” diye gürledi, ancak o zaman insanlar arasında koşan ve elinde kırmızı bir çanta tutan adamı gördüm. Elinde çantayla koşan atamın önüne geçmeden çelme takıp yere serdim ve dirsek hamlesiyle sersemletip elindeki çantayı aldım.
Bir anda vücuduma dolan adrenalin sağ olsun canlanmamı sağladı. Az önce bağıran kadında nefes nefese yanıma geldi ve hızla çantayı elimden kaptı!
Ne bir teşekkür, nee minnet!? Çantasını aldığı gibi ilerledi! Ah utanmaz! İnsan bir teşekkür eder! Doğru insan olsa teşekkür ederdi!
Kız bir yana, yerden kalkıp kalabalığa karışan adam diğer yana ilerleyip gözden kayboldu.
“Şaka gibi!”
Bir elimi saçlarımdan geçirip bir soluk verdim.
Karmaşık duygularıma iyi gelmesini umduğum denize bakarak yürümeye devam ettim. Bir kaç saat sonra evimin bulunduğu sokağa girdiğimde ancak kendime geldiğimi hissettim.
Yol üzerindeki markete uğrayıp ihtiyacım olan şeyleri aldım, çarçabuk pişen makarnadan da almayı ihmal etmedim.
Binadan içeri girip doğruca asansöre bindim. Dairemin bulunduğu kata gelmiştim ki, tam karşımda bulunan dairede bir kaç saat önce sinirimi zıplatan kızı gördüm. Elindeki anahtarlığa saydırarak kapıyı açmaya çalışan kıza hayretle baktım.
“Hay ben senin kapı gibi!”
Resmen çatacak yer arayan kıza onaylamaz bakışlar atıp kendi dairemin önüne geçtim. Tek seferde bulamadığım için oflayarak aramaya devam ettim, çantanın içinde kaybolmuş anahtarı güç bela bulduğunda, “Oh be! Sonunda...” dedim ve ister istemez asabi komşumun dikkatini çektim.
İkinci defa göz göze geldiğimizde, sarı saçlarını eliyle savurup, “Teşekkür etmedim diye beni takip mi ettin?” dedi alaycı bir tavırla.
“Tatlım, dünya senin etrafında dönmüyor ama ne kadar hoş ki nezaket kurallarına uymadığının farkındasın! Şimdi izninle,” dedikten hemen sonra elimdeki anahtarı gösterdim, saçlarımı savurup hızla evime girdim.
Ay içimin yağları eridi resmen!
Elimdeki poşetleri mutfağa yeni koymuştum ki kapım tıklanmaya başladı.
Kesin huysuz komşum geldi!
Kim o? Diye sormadan kapıyı açtım tam da tahmin ettiğim gibi, huysuz komşum bir eli belinde, sağ ayağını zemine ritmik bir şekilde vurarak bakışlarını bana çevirdi.
“Sen kim olduğunu sanıyorsun?” dedi öfkeli bir tavırla ve devam etti, “Benimle böyle konuşamazsın!”
“Birincisi seninle konuşmaya bile niyetli değildim ama konuşmayı sen başlattın. Haliyle bana da cevap hakkı doğdu,” dedim ve onun inadına yumuşak bir tavırla tebessüm edip, “Kim olduğuma gelecek olursak, ben Ceylin Kızılırmak,” dedim keyifle.
En az iki dakika inceledi beni, en sonunda “Zevzek kızıl,” deyip kendi dairesine doğru ilerledi. “Bu kadar basit bir lakap bulmak için bu derece düşünmen... Ne bileyim garip! İyi günler, huysuz komşu!” dedim ve kapımı kapattım. Kapının ardından attığı huysuz çığlığı duyunca ister istemez kahkaha attım.
Kesinlikle sıkıcı hayatıma neşe getirdi, kısa süreli olsa da...
Üç dakikada pişen makarnam ocakta olurken, mantarlı güzel bir sos hazırladım. Deniz mavisi ağırlıklı olan mutfağımdaki, beyaz masayı akşam yemeği için hazırlamıştım ki kapım yine çalmaya başladı.
Tam yemeğe oturacakken çalan zilden oldum olası nefret etmişimdir!
Elimdeki çatalı yerine bırakıp, devirdiğim gözlerimle kapıya geldim ve delikten kim olduğuna baktım. Pek saygı değer, huysuz komşum gelmiş! Yine!
Kapıyı açtığımda kocaman gülen gözlerle baktı, “Tamam hatalıyım, öncelikle teşekkür ederim ve sonrası için üzgünüm. Zor bir gün geçirdim, uzun süreli ilişkim bugün son buldu ve şu hırsız olayı var... Her şey üst üste geldi anlayacağın. Bunları söylemesem uyuyamazdım, aslında böyle biri değilimdir,” dedi mahcup bir ifadeyle.
Şaşkınlığımı gizleyemeden, “Doğru şöyle huysuz komşu, tek yumurta ikizin mi var? 15 dakika önce gördüğüm kişiden oldukça farklısın.”
İçten bir kahkaha attı, “Kötü ikizimi eve kilitledim... Şaka bir yana kusuruma bakma aklım pek yerinde değil.”
“Sorun değil.”
“Bu arada ben, Ela,” dedi kibar bir tavırla.
“Ceylin,” dedim tek nefesle.
Rahatsız bir tavırda kıpırdandıktan sonra, “Neyse daha fazla rahatsız etmeyeyim, iyi akşamlar,” dedi ve baş selamı verdi.
“İyi akşamlar...” dedim yumuşak bir tonla.
Kapıyı kapatır kapatmak yemeğime döndüm ama aklımda bir ton soru vardı.
Yeni huysuz komşum dediği gibi kötü gün geçirmiş olması muhtemel ama on beş dakikada kendini toparlaması garip.. Yani bence öyle.
Neyse ilerleyen günlerde ne olduğunu net bir şekilde görürüm nasılsa.
Karnımın doymasının verdiği keyifle mutfağımı toparladım ve televizyonun karşısına geçtim. Her zaman ki gibi dişe dokunur tek bir program yoktu. Bende elimde telefonla pineklemeye başladım.
Tüm gece aşırı monoton ve sıkıcı geçtiğinden on bir olmadan uyudum.
Sabah yine alarm sesi eşliğinde güne başladım hazırlanıp işe koşturdum ve bu tuhaf ve sıkıcı hayatım bir hafta boyunca bu şekilde ilerledi.
Geçen bir haftanın sonunda sıkıntıdan boğulmak üzereyken çalan kapı bir umut oldu.
Bir haftadır malum öküzden haber alamadığım için ayrıca sinir, stres ve merak içindeyim...
Derin bir nefes alıp kapıyı açtım, ve huysuz komşum Ela’yı keyifli bir halde karşımda buldum.
“Merhaba,” dedi neşeli bir tavırla.
“Merhaba, nasılsın? Son gördüğüm halinden bin katlı daha iyi görünüyorsun.”
Bana son derece içten gelen bir tavırla, “Ah evet, sevgilimle barıştık ve hayatım biraz olsun eski yoluna girdi gibi. Bende üzgün halimle sana sert çıktığım için, keyifli halimle gönlünü almak istedim, zamanın varsa bana kahve içmeye gelsene, tek yaşıyorum merak etme, başını şişirecek olan ebeveynlerim Kocaeli’nde yaşıyor,” dedi.
Zaten sıkıntıdan ölmek üzere olduğumdan, “Neden olmasın?” dedim tebessümle. Evimin anahtarını alıp kapımı kilitledim ve ayağıma giydiğim, şapıdı olarak tabir edilen terliklerimi giydim ve Ela’ya birlikte evine geçtim.
“İşte burasıda benim minik evim,” diyerek tanıttı. Benim oturduğum evin neredeyse ölçü olarak bire bir kopyasıydı. Bir oda bir solan, şirin ve şıktı.
“Çok şirin...”
Ufak bir tebessüm atıp, “Teşekkür ederim, otursana,” dedi.
Gösterdiği üç kişilik, koltuğun bir köşesine oturdum.
“Kahveni nasıl alırsın? Sıcak soğuk, şekerli sade?”
“Hiç fark etmez, kahve olsun yeter. Kendine nasıl yapıyorsan aynısından alırım.”
“Peki, bu sıcak havalarda soğuk kahve güzel gider diye düşünüyorum,” dedi ve mutfağına geçti.
Beş dakika sonra tepsiyle içeri girip, yanıma oturdu ve tepsiyi ortamıza koydu.
“Doğru dürüst tanışamadık, okuyor musun?” diye sorduğu sıra kahvemden büyük bir yudum almıştım. Ah ne yalan söyleyeyim hakkını vermiş, enfes olmuş.
“Hemşireyim. Peki sen okuyor musun? Yoksa çalışıyor musun?”
“Bende spor hocasıyım. Büyük bir spor kulübünde çalışıyorum, bir gün sen de gel istersen. Yüzmeden, stepe her şey var, biraz kafa dağıtırsın,” diyerek öneride bulununca nasıl mutlu oldum anlatamam.
“Ah gerçekten çok iyi olur, her hafta sonu boşum nasıl bunalıyorum anlatamam.”
“Süper, bu akşam altı gibi gidelim istersen. Hem senin için de bir değişiklik olur, ne dersin?”
“Tamam gidelim,” diyerek düşünmeden kabul ettim.
Hevesli gözleri üzerimde gezindi, “Güzel, ilk defa spor kulübüne arkadaşım gelecek. Daha önce kaç kişiyi çağırdıysam reddedildim.”
“Neden ki? Yoksa çok ağır antrenmanlar mı yaptırıyorsun?”
“Pek sayılmaz, arkadaşlarım mekanı beğenmiyorlar, tüm sebep bu açıkçası.”
“Hım, nasıl bir yer şimdi daha çok merak ettim.”
“O zaman sevgili komşum, çantanı hazırla biraz yüzelim.”
“Hay hay...”
Ela’nın evinde geçirdiğim keyifli vakitlerini sonunda kendi evime geçip küçük bir çanta hazırladım.
Eh akşamın altısına kadar boş durmayıp istenmeyen tüylerimden de kurtuldum.
Yüzdükten sonra giyeceğim terlikleri kadar her şeyimi ayarladım. Akşam yemeği adı altında bir şeyler atıştırdım, mutfağını toparladım. Hatta ağabeyimle ufak bir konuşma bile yapma fırsatı buldum.
Saat tam altı da kapım çaldı, mavi spor çantamı sırtıma takıp açtım kapıyı.
“Ay... Ceylin, inanılmaz heyecanlıyım! İlk defa bir arkadaşım bana eşlik edecek...”
Aslında arkadaş sayılmayız sadece bir kahve içtik, bu kızın şu garip samimiyetinin altından umarım bir şey çıkmaz. Neyse iyi düşünelim iyi olsun.
Ayakkabılarımı giyip kapımı güzelce kilitledim ve yeni komşum Ela’ya yola çıktık.
Spor kulübüne onun arabasıyla gideceğimiz için biraz daha konforlu bir yolculuk olacak gibi görünüyor.
Araba yolda hızla ilerlerken bende geçtiğimiz yolları inceledim, “Baya uzak bir yer sanırım? Yola çıkalı on beş dakika oldu daha iş yerine varamadık, oysa iş yerini evine yakın seçersin diye düşünmüştüm,” dedim düşünceli bir tavırla.
“Ah, tabi, normal olan öyle olması ama işte kriz, insan istediği yerde ne iş bulabiliyor ne ev...”
“Sen de haklısın. Bu arada akşam saatlerinde havuzun yoğunluk durumu nasıl oluyor?”
“Eh işte mükemmel değil ama çokta kalabalık değil.”
“Olimpik mi?”
“Yani,” dedi hızla. Sanki saçma bir soru sormuşum gibi davrandı. Ne var, yarı olimpikte olabilirdi?
Konuyu değiştirmek adına, “Daha yolumuz var mı?” diye sordum akıp giden yola bakarken. Yavaş yavaş merkezi yerden uzaklaşıyor oluşumuz içime bir korku düşürdü. Lan yoksa bu kız beni kesip ormana falan mı atacak?
Kim normal bir spor salonunu şehir merkezine kurmak yerine, şehir dışına kurar ki?
“On beş dakikalık daha yolumuz var,” deyince iyice gerildim.
“Arkadaşlarının neden çalıştığın spor salonuna gelmediğini çok daha iyi anladım!” dedim hafif alayla ve sözlerime devam ettim, “Kimse bu yolu çekmez hem de iş çıkışı, trafik yoğunluğunda...”
“Öyle ne yalan söyleyeyim. Sen adresi bilmediğim için seni kandırmış gibi oldum ama inan bana çok eğleneceksin,” dedi manidar bakışlar atarken. Hafifçe tebessüm ettim.
Ela’nın dediği gibi on beş dakika kadar sonra büyük bir spor salonunun önünde durduk. Kocaman harflerle ‘Ateş’ yazan mekana baktım. İçerde ne oluyordu da ismi sadece ateşti? İçimde büyüyen merakla arabadan indim, bir yanım ardıma bakmadan kaçmam gerektiğini söylese de diğer yanım içeriyi merak ediyordu.
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım, sadece bir spor salonu! Gerilmeye ne gerek var?
Bagajdan çantalarımızı almıştık ki bir kaç araba, düzeltiyorum son derece lüks bir kaç araba, bizden yüz metre ileriye park etti. Biz zaten girişin arka tarafında kalıyorduk.
Boş bulunup, “Ela, şu gelenler kim?” diye sordum. Arabadakilerin kim olduğunu görememekle birlikte onlarında bizi göremeyeceği bir noktadaydık.
Hevesli gözleri, ve mutlu hali içime işledi, “VIP müşteriler... Boş ver biz eğlencemize bakalım, bir daha seni kandırıp buraya getiremem, keyfini çıkarmak istiyorum.”
“Eh peki madem.”
Arabayı kilitleyip, müşterilerin girdiği yerden değil de çalışanların girdiği arka kapıdan içeri girdik. Özel misafir olduğumdan kimlikle giriş bile yapmam gerekmedi.
Önce kadınlar için olan bölüme geçip giyindik ve duş aldık, havlu ve sularımızla birlikte büyük havuzun olduğu alana geçtik. Kapalı yüzme havuzu olması ve ısısının kontrol halinde olması süper.
Boş şezlong bulup havlularımızı serdik bonelerimizi giydiğimizde gerçekten garip bir haldeydik.
Üzerimdeki kırmızı mayokiniyi düzelttim, tek kaşım havada istekle sordum, “Yarışa var mısın?”
“Ayıp ettin canım,” dediğinde koşmaya başlamıştı bile. Neredeyse aynı zamanda suyla buluştuk.
Tenime değen soğuk su bende şok etkisi yaparken çoktan kulaç atmaya başlamıştım bile.
Havuzun diğer tarafına ilk varan kişi ben olduğumdan keyifle kahkaha attım.
“Tüh iddiaya gitseydin kazanırmışım! Yazık oldu.”
“Ben anlamam bir daha yarışalım, hile yaptın,” dedi huysuz bir çocuk gibi omuz silkerken.
“Hah! Pardon? Daha tamam demeden koşmaya başladın, acaba kim hile yaptı?” dedim alaycı bir tonla.
“Tamam! Hadi dibe dalalım.”
Biz raporsuz iki deli olarak havuzun en dibine oturduk, bir yandan nefesimi tutmaya çalışıp diğer yandan da Ela’yı takip ediyordum.
Öyle böyle derken bir kaç saat havuzda hem yüzdük hem de kendi alemimizde şebeklikler yaptık. En nihayetinde yorulup duşların yolunu tuttuk.
Havuzdan çıktıktan sonra bedende oluşan ağırlıktan mı bilmem, elimi kaldırmaya dermanım yok. Hal böyle olunca güç bela duş aldım. Giyinmek ve saç kurutmak ise başlı başına işkence niteliği taşıdı diyebilirim.
Soyunma odasında bulunan sandalyede dinlenirken Ela hazırlanmış bir şekilde geldi, “Hazırsan çıkalım mı? Hayli geç olmuş biz evin yolunu bulana kadar on bir olur,” dedi tebessümle.
“Hadi ya o kadar oldu mu? İnanır mısın nefes almaya mecalim yok...”
“Biraz daha burada kalırsak zannımca nefes alamayacaksın,” dedi gözlerini kaçırırken. Sesindeki tonu anlamadığımdan ciddi mi, dalga mı geçti bilmiyorum.
“Anlamadım?”
“Karnım aç biraz daha dursan açlıktan öleceğim,” diyerek laf kıvırdı. Bariz bir şekilde tedirgin olduğum için, çantamı sırtıma takıp, yorgunluğumu düşünmeden, “Hadi gidelim,” dedim.
Biz iki hatun, yüzme alanından çıkıp çıkışa doğru ilerlerken o takım elbiseli ve tuhaf giyimli adamları gelmeye devam ettiğini fark ettim.
İşin garip yanı yüzme alanının tam tersine doğru ilerleyip o büyük kapıdan girmeleriydi.
“Ela?” dedim merakla.
“Efendim kuzum?”
“Şu tarafta ne tip spor yapılıyor?”
Gözle görülür bir derecede kasıldı, “Bende tam bilmiyorum.”
“Oha, uzun zamandır burada çalıştığını söyledin, nasıl bilmezsin?”
“O kısma, VIP müşterileri ve patronlarım dışında kimse giremiyor. O kapıdan geçebilmek için özel Gold kartının olması lazım ayrıca o kısım akşam sekizden sonra açılıyor,” dedi beni merak denizinin içine gömerken.
“Diyelim ki ben üyelik almak istiyorum alamaz mıyım?”
“Yok artık! Deli deli konuşma da gidelim,” dedi ciddiyetle.
Arabasının anahtarını bulmak için çantasını karıştırırken sinirle ofladı, “Yine aptal gibi telefonumu kıyafet dolabında unuttum, bir yere kaybolma canım, hemen alıp geliyorum,” dedi ve cevabımı beklemeden, koşarak çıktığımız soyunma odasının yolunu tuttu.
Bulunduğum yerdeki kirişe yaslanıp gelen o özel müşterileri dikizledim. Anlamıyorum, bir spor salonunda en fazla ne oluyor olabilir ki? Bu gizem neden?
Oflaya puflaya yeni arkadaşımın gelmesini beklerken telefonumu elime aldım ve bir süre oyalandım.
Alt tarafı unuttuğu telefonunu alıp gelecek olan Ela, bir türlü gelmedi, tam soyunma salonuna gidecekken, son bir haftadır haber almadığım, bana esip gürleyen, sonrada arazi olan adamı, hiç görmemem gereken bir şekilde gördüm! Üstelik daha onun, burada ne halt ettiğini düşünmeye fırsat bile bulamadım, zira gördüğüm kare tüm devrelerimi yakan türdendi!
Hah!
Geri zekalı!
O mendebur suratlının, kolundaki bir kadın mı!? Yoksa ben, tıpta daha tanısı konulmamış bir göz bozukluğu mu yaşıyorum?
Üstelik Halis muhlis kızıl bir kadın!
3 kere Hah!
Koluna birini takmış, hem de kızıl!
Ölür müsün öldürür müsün!?
★★★★
Bölüm nasıldı?
Beğendiniz mi?
Sizce gelecek bölümde neler olmalı?
Ceylin ne yapsın istersiniz?
Şu spor salonunun olayı nedir?
Ela hakkında neler düşünüyorsunuz?
Sizi çoook seviyorum.
Elif Diril.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİLLİ GELİNCİK
Chick-Lit(Çilli Gelincik adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.) Sen Deli, Ben Deli Sonumuz çok tehlikeli "Çilli..." * Ceylin, kimliğini yenilemek için başvuru yaptığında hayatını da yenileyeceğini hesaba katamadı, öyle şeyler oldu ki kendini, bir delinin, s...