Olayların üzerinden bir hafta geçmiş Olca ise uzun süre sonra tedirginliği tüm hücrelerinde hissediyordu çünkü olaylar onun kontrolünde gitmediği zaman bir terslik olacağına inanırdı. Bir hafta geçmişti ve hala özel numaranın kim olduğunu bulamamıştı hoş o günden sonra da bir daha hiç mesaj atmamıştı acaba bir kerelik bir şey miydi? Düşman mıydı yoksa dost mu? Onu kurtaran herkes dost olamazdı ya! Olca her zamanki bahçenin en ücra köşesindeki ağacın altında oturmuş bunları düşünürken yanında oturan Keremin farkında değildi. Olca kafasındaki bu cevapsız sorulardan sıyrılmıştı ki yanında oturan biri olduğunu fark edip bir anda istemsizce irkilip başını çevirerek yanındaki kişiye bir göz attı. Kerem ise oldukça ifadesiz duruyordu ve tek kelime etmeden elindeki küçük dal parçasıyla oynuyordu. İlk konuşan Olca oldu;
" Kerem! Seni fark etmedim."
Kerem gülümsedi ve konuştu:
" Evet komutanım, beni fark etmediğinizin farkındayım bir buçuk saattir falan."
Olca şaşkınlıkla açtığı gözleriyle Kerem'e bakıyordu lakin Kerem gözlerini elindeki dal parçasından ayırmıyordu."Bir buçuk saattir burada mı oturuyorsun."
"Evet komutanım."
Olca içinde bulunduğu şaşkınlıktan çıkamamıştı ilk kez böyle oluyordu normalde biri yanına geldiğinde hissederdi hatta uyurken bile biri gelse hemen hissederdi. Buna Olca'nın beyninin oluşturduğu bir güvenlik mekanizması da diyebilirdik.
" Bir sorun mu var komutanım?"
Olca Kerem'e düşünmeden cevap verdi.
"Hayır."
Kerem elinde adeta dans eden dal parçasıyla oynamayı bırakıp sonunda başını Olca'ya çevirdi. Olca'nın tam gözlerinin içine bakıyordu Olca da onunkine ikisi de kaçırmıyordu gözlerini birbirinden. Kerem Olca'nın gözlerine biraz daha bakıp tekrar elindeki dal parçasına döndü ve oynamaya devam ederken konuşmaya başladı.
" Abim karşısındaki insana baktığında doğru ya da yalan söylediğini veya ne düşündüğünü o an ne hissettiğini hemen anlardı bunu nasıl yaptığını çözmeye çalışırdım ama hiçbir zaman anlayamadım. Daha sonra merakıma yenilip gidip sormuştum. Bana ' bak Kerem insanlar yalan söyler ya da yalan söylemek zorunda kalır hatta bazı insanlar için bu onların kendini koruma şeklidir. Fakat unutma yalan söyleyen dudaklardır eğer sen onun gözlerine bakarsan onlar sana doğruyu söyler önemli olan gözlerini dinleyebilmektir." demişti. Ondan bana insanların gözlerini okuyabilmeyi öğretmesini istemiştim."
Sustu. Burukça gülümsedi. Eline düşen bir damla göz yaşıyla ağladığını anlayıp gözyaşını sildi.
Olca dinliyor, izliyor lakin konuşmuyordu. Kerem tekrar Olca'ya baktı. Kerem onun gözlerini kaçırıp ondan saklayacağını düşünmüştü ama öyle olmadı. Ve Olca şu sözleri sarf etti.
" Abin doğruyu söylemiş gözler yalan söylemez lakin gözlerime bakman bir şey ifade etmez saklayacak şeyleri olan insanlar da denemelisin bunu bende değil."
Kerem tek kaşını kaldırmış karşısında ki kadına bakıyordu içinde hayranlık ,şaşkınlık , belki biraz kıskançlık oluşmuştu ama kötü bir kıskanma değildi bu imrenmişti ona bu kadar güçlü duruşuna belki de.
O sırada yanlarına koşarak geldi Demir ve aceleyle konuştu:
" Komutanım köye saldırı olmuş acil çıkmamız lazım."
Demir'in sözleriyle ikisi de ayaklanıp harekat için hazırlanmaya gittiler.
Yaklaşık yarım saat sonra saldırı olan bölgeye gelmişler fakat gördükleri manzara karşısında şaşkınlık, öfke ,üzüntü yani anlayacağınız bir duygu karmaşasıyla çevrelerine bakakalmışlardı. Evler yağmalanmış köydeki herkes kurşuna dizilmiş kimi canının derdine düşmüş kimi sevdiğinin başında ağlıyor. Olca bu kan donduran manzarayı izlerken küçücük bir kızı annesinin başında 'anne uyan.' Diye ağlarken gördüğü an hemen yanına koşup yanına eğildi saçlarını okşamak için elini kaldırmıştı ki küçük kız ellerini başının üzerinde kendine siper etmiş ağlamasını şiddetlendirmişti. Olca dolan gözlerine engel olamadı bir an da gözlerinde geçmişinden bir kesit canlandı.
FLACH BACK
Kanlar içinde salonun - kandan dolayı- kırmızıya boyanmış zemininde yatan genç kadın son dakikalarını yaşıyordu o sırada gürültüye uyanan küçük kız odasından çıkmış neler olduğunu anlamak için merdivenlere yönelmişti daha 8 yaşındaydı ve merdiveni yarılamıştı ki yerde yatan annesini gördüğünde o merdiveni adeta uçarak inip annesinin başucuna oturmuştu elini tuttuğu yerde yatan genç kadın kızının gözlerine bakıp tüm gücüyle gülümsedi ve zar zor şu sözleri sarf etti ' Ne olursa olsun güçlü ol. Sen benim kızımsın. Annenin kızı." Ardından getirdiği kelime-i şehadet son sözleri oldu. Küçük kız ise sadece ağlayıp uyanmasını istiyordu lakin ne mümkün genç kadın çoktan bırakmıştı nefes almayı.
Olca başını iki yana sallayarak bu görüntüleri kafasında yok etti ve sesini olabildiğince yumuşak ve bir o kadar da güven veren bir tona ayarlayıp konuştu;
" Merak etme küçüğüm sana zarar vermeyiz. Türk askeriyiz biz."
Küçük kız küçük ellerini yavaşça indirip deniz mavisi gözleriyle karşısında ki genç kadına baktı sonra tekrar annesine dönüp ellerini annesinin cansız bedenindeki omuzlarına koyup sarsmaya çalıştı fakat o kadar küçüktü ki... küçük kız annesine müjdeli haber veren bir sesle şunları söyledi:
" Anne! Anne hadi uyan. Bak , bak Türk askeri geldi. Anne hadi uyan bizi almaya geldiler. Anne niye uyanmıyorsun? Anne korkuyorum."
Hiç dinmeyen gözyaşının ardından şimdi de sözlerinin sonlarına doğru sesi kısılmıştı küçük kızın, yaşı küçüktü ama yükü ağırdı. Küçük Dila'nın boğazı düğümlenmişti konuşamıyordu artık bunun adına kader mi demeli talihsizlik mi bilmem ama onun için zorlu bir zaman olacaktı. Olca daha fazla beklemeden sarıldı küçük kıza bir hamlede kucağına alıp ayağa kalktı elleriyle gözyaşlarını silip onu sakinleştirmeye çalıştı.
" Şşş sakin ol küçüğüm annen cennete gitti ve orda çok mutlu olacak." küçük kız göz yaşları içinde cevapladı Onu
" Niye beni de götürmedi cennete."
" Eğer büyüyüp iyi bir insan olursan sende gidebilirsin cennete."
Dilan susmayı tercih etti susmayı ve sessiz sessiz ağlamayı.
Olca, Dilan'ı alıp araçlardan birine bindirdi ve orda kalmasını söyledi ardından tüm evlere tek tek girip hayatta kalan herkesle tek tek konuşuldu tabi ki ambulanslar çoktan gelmişti.
Bir saat sonra tüm tim araçların önünde toplandı konuşan Olca oldu;
" Bu Topalın işi." Talha tek kaşını kaldırarak sordu:
" Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz komutanım?"
" Kadınlar alınmış tüm köy adeta kurşuna dizilmiş ama ölü az çoğu yaralı. Topal kadınları alır ve geride kalan masum halksa yaralı bırakır acı çekerek ölsünler diye." Bu kez imalı bir şekilde konuşan Kerem oldu:
" Onu bu kadar iyi tanımanız tuhaf komutanım." Kerem'in bu tavrı Olca'nın hiç hoşuna gitmemişti.
" Ne demek istiyorsun Kerem? Açık konuş."
" Bizimde sürekli karşı karşıya geldiğimiz düşmanımız oldu ama siz bu Topal'ı o kadar iyi tanıyorsunuz ki sanki önce bir araya gelmiş sonra karşı karşıya gelmiş gibisiniz komutanım."
Kerem'in sözleri Olca'yı bir kanser hücresi gibi sararken öfkesi had safhaya çıkmış bakışları karşısındakini oracıkta küle çevirecek türdendi. Keza öfkeden titreyen vücudu da bunu kanıtlar nitelikteydi. Fakat Olca susmayı tercih etti zira reddedebileceği bir şey de sayılmazdı. Oradaki işlerini halledip karargaha geri dönmüşler küçük Dilan'ı da bir süreliğine orada misafir edeceklerdi. Geleli iki saat olmuştu herkes kendi halinde takılıyordu lakin Kerem sürekli Olca'yı izliyordu. Olca'ya karşı hiçbir şey hissetmiyordu zaten sevdiği biri vardı lakin Olca şuana kadar herkesin gözünde bir kara kutuydu insanların içini gözlerinden okumaya ve onları çözmeye çalışan Kerem şimdi de bu kara kutuyu açmak istiyordu. Bunun adı takıntı mı yoksa kendini güvende hissetmeye çalışmak mı orası şaibeliydi.
Olca ise geldiğinden beri kendi kendine eğitim yapıyor rahatlamaya çalışıyordu lakin ne mümkün o geçmişi hatırladıkça deliriyor Kerem ise o geçmişi daha çok deşmek istiyordu.
Yorum ve beğeni yapmayı unutmayın özellikle yorumlarınız benim için çok kıymetli seviliyorsunuz💖💖💖💖
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt Timi : Doğu'da Hayat
ActionRuhu olmayan... Acıyı hissetmeyen... Donuk bakışlı... Kalbinde sadece VATAN aşkı olan... Askerlerine değer veren bir kadın ve hiç bitmeyen görevler ve tuzaklar... (Kitabın tanıtım vidyosuna biomdan ulaşabilirsiniz:))