Bölüm -16

7.6K 405 44
                                    

Öğrendiğim gerçeklerle sırtımı yasladığım duvar o an için mezarım olsun istemiştim. Ben Olca Bayraktar şuana kadar ikinci kez bu kadar çok arzulamıştım ölümü. Ölüm, insanların deli gibi korktuğu bir terimdir. Lakin benim gözümde ölüm: Bütün bu kiriyle karşımda duran dünyadan kaçmaktı. Diğer insanların ölümden korkma nedenleri ise bu kirli dünyayı göremeyişi insan  yaşama telaşından bu dünyanın ne kadar kirli olduğunu göremiyor. Bu durumda onlara yaşama arzusu veriyor. 

Annem benim yüzümden acı çekmişti. Bende onun küçük kızı olarak izinden gitmiş, daha 9 yaşındayken minicik omuzlarıma yaşımdan büyük acıları davet etmiştim. Daha doğrusu o acılar zorla yer edinmişti omuzlarımda. Ölmek istemiştim annem gibi... Ama bilirsiniz Azrail, zamanı sever ve herkesin zamanının gelmesini bekler. Annem benim için yaşamak isterken Azrail ona ölümün cezbedici güzelliğini göstermişti. Ben anneme gidebilmek için ölmek istemiştim lakin Azrail kapımı çalıp bana da aynı güzelliği sunmamıştı. O yüzden ben gitmek istedim Azrail'in kapısına ama beceremedim işte her gidişimde kapıdan geri yolladı beni. Evet herkesin tanıdığı güçlü kadın Olca Bayraktar bir zamanlar intihar edecek kadar acizdi. Keşke yine aynı acizlikte olabilseydim de belimdeki silahla sıkabilseydim o an kafama o kadar çok isterdim ki  bunu.  Ama hayır ben bu sefer annesinin izinden giden küçük kız değil annesinin izinden giden güçlü kadındım. Büyümüştüm artık ya da büyümek zorunda bırakılmıştım mı demeliyim? O an zaman kavramını kaybetmiş, yaslandığım duvara soğuktan korunmaya çalışan bir kedi gibi sinmiştim. Gözlerimden firar eden yaşlar umurumda bile değildi o an. Bir ara içeriye birisi girdi. Lakin başımı kaldırıp bakmadım bile. Zaten bir süre sonra o da kapıyı kapatıp gitti. Haluk ise konuşmadan sessiz sessiz korkuyla bekliyordu zira korkusu bir duman gibi odayı sarmış da kendini belli etmeye çalışıyordu. İçimdeki öfke ve nefret şimdi milyon kat artmış lakin üzüntüden çöken bedenime bu öfke fazla gelmiş olacak ki tek bir parmağımı dahi oynatmaya mecalim yoktu. Öylece duruyordum fakat kafamdaki sesler kendimi toplamamı söylüyordu. 'Topla kendini Olca annen için, intikamın için...' Ağlamaktan sırılsıklam olan yanaklarımı ellerimin tersiyle sildim.  Önce sağ elimi yaslandığım duvara koyarak duvardan güç aldım. Fakat yeterli olmayınca diğer elimi de duvara koyup ayağa kalktım. Bacaklarım bedenimi taşımayı reddederken Haluk'un gözlerine baktım son defa. Ama o yine kaldıramadı başın yine cesaret edip bakamadı gözlerime. Ardından tabiri caizse sürünerek çıktım odadan dışarıda Kurt Timi ve Arslan Timi beni bekliyordu lakin bakmadım yüzlerine. Odama giden koridora yönelmiştim ki tanıdık bir ses duraksattı ,zaten bedenimi zor taşıyan, beni. 

"Dağılmışsın ufaklık. Ağır gelmiş bir şeyler." arkamı döndüğümde kollarını göğsünde birleştirmiş ve bedenini duvara yaslayarak beni izleyen bir çift gözle buluştu gözlerim.  Ve dudaklarımdan döküldü ismi:

" Bartu?" bedenini yasladığı duvardan çekip dikleştirerek bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda ise yüzümü avuçlarının içine alıp şefkat dolu bir sesle:

" Afallamışsın küçük. Tıpkı seni bulduğum ilk gün gibi." ardından beni ilk bulduğu gün gibi sardı kollarıyla diyemedim hiçbir şey. Ardından beni tekrar kendinden uzaklaştırıp , bana destek olmak istercesine koluma girip beni odama götürdü. Kimse ne olduğunu sormamıştı Bartu'yu da sormamışlardı. Bartu benim bir çeşit korumam diyebilirim hani şu Bozkurt'u bulmama yardım eden. Benimle çorbacı da buluşan. Yıllar önce girmişti hayatıma 6 yaş büyüktü benden. Hafif esmer bir tene, kahverengi gözlere ve yine hafif kirli sakallara sahipti. Saçları ise gözleriyle aynı kahvelikteydi. Uzun yakışıklı bir adamdı. Genel olarak ciddi biri olsa da bana karşı hep uysal ve şefkat doluydu.

Odama geldiğimde boştu muhtemelen çocuklar Dilan'ı dışarı çıkartmışlardı. Ayaklarımı sürüye sürüye gittim yatağa. Oturduğumda ise Bartu'da yanıma oturdu. İkimizde sustuk ne o konuştu ne de ben, zaten tek kelime edecek halim yoktu. Saniyeler dakikaları ,dakikalar saatleri; yelkovan akrebi kovaladı. Ne bir şey düşünebiliyordum ne de bir tepki veriyordum. Duruyordum o da duruyordu. Ardından derin bir nefes  çektim içime sanki yıllarca nefessiz kalmış gibi. Sessizliği bozan ben oldum.

" Sanırım yaralı bir yavru kuş değilim artık. Çünkü büyüdüm ve Kurt Kız oldum.  Ve sen de saramazsın yaralarımı."

" Hayır sen hala yavru kuşsun. Ben hala senden büyüğüm. Ama bir konuda haklısın yavru kuş, bu defa saramam yaralarını. Lakin belki senin kurt timine seni kurtarsınlar diye mesaj atan adam sarabilir." Çatılan kaşlarım ve hala kendine gelemeyen beynim onu anlamaya çalışırken tekrar konuştu:

" Sana mesaj atan gizli numarayı buldum. Seni aradım lakin telefonu Binbaşı Mert açtı ve babanı sorguya aldığını söyledi. Bende arabaya atladığım gibi geldim. Bir ara uzun sürdü sorgu diye içeri girdim ama bitmiş durumdaydın. Kapıyı kapatıp geri çıktım. Ardından bir saat sonra küçük bir kız gelip seni sordu, kendine başka bir yaralı kuş bulmuşsun. Ona senin meşgul olduğunu söyledim." gülümseyerek devam etti. " tatlı bir kız. Tıpkı senin küçüklüğüne benziyor. Sonra zaten dışarı çıkardılar kızı. Çok değil birkaç dakika sonra da sen çıktın."  odadan çıkmadan önce durdurduğum yaşlar tekrar akmaya başladı çatlayan sesim sanki benden çıkmıyor gibiydi.

" Haluk benim babam değilmiş. En acısı da.." yutkunmaya çalıştım. mümkün olmadı devam ettim. " en acısı da annemi yaşarken öldüren benden başkası değilmiş." bir şey demedi . Yine çatıldı kaşlarım.

" Bir şey demeyecek misin?" eğilip yataktan aşağı sarkan ayaklarımı yatağın üstüne koydu. Kendisi de yatakta bana dönerek bağdaş kurarak oturdu. Bende aynısını yaptım. Sadece önemli bir şey konuşacağımız zaman böyle otururduk. Gözlerini gözlerime dikti ve yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

" Ben zaten biliyordum yavru kuş. Hatırlıyor musun? Seni ilk bulduğumda 15 yaşındaydım. Seni öyle görünce koşarak hesap sormaya gittim o adama. Yanına vardığımda sarhoştu. Ona hesap sormak zor olmamıştı her şeyi anlatmıştı o kafayla." Başını eğdi. Normalde eğmez başını hep diktir. Ve devam etti:" Ama nasıl sana inanmadılarsa bana da inanmadılar." 

" Bartu sen... Sen yanıma tekrar geldiğinde yüzün kan içindeydi. Bana demiştin ki... Yolda kavgaya karıştım ama..." elleriyle başımı göğsüne bastırıp bir babanın çocuğuna olan şefkatiyle kesti sözümü.

" Şşş küçük sakın bunu da alma omuzlarına. O an söyleyemedim sana kaldıramazdın bu kadar acıyı. Büyümeni bekledim ama bekledikçe zorlaştı anlatmak. Özür dilerim. Kendin öğrenmek zorunda kaldın." o hala beni düşünürken bir kez daha nelere yol açtığımı öğrendiğimde beynim vücudumun tüm işlevini yitirmesini emrediyordu. Bana 'kaldıramazdın' diyordu peki ya kendisi? Büyük bir gerçeği saklamıştı benden, kızgın değildim ona. Çünkü hep iyiliğimi düşünürdü. Büyük bir gerçeği saklayarak sırtlanmamış mıydı o da benim acımı? Bana küçük olduğun için diyor ama kendi ne kadar büyüktü ki 15 yaşındaydı. İşte bir kez daha minettar olmuştum ona. Bartu bana hem abi hem baba hem arkadaş olmuştu. Beni yeri geldiğinde bir abi gibi korumuş, yeri geldiğinde bir baba şefkatiyle sarmış, yeri geldiğinde ise bir arkadaş olup dinlemişti ona anlattıklarımı ve çare aramıştı sorunlarıma. Hani kan bağın yoktur ama hayatının da orta direğidir ya. Hani o olmadan koskoca gökyüzü başına yıkılacakmış gibi olur. Öyleydi işte o da. Şimdi de bir baba şefkatiyle sarıyordu beni. Gözyaşlarım onun göğsünü ıslatırken dün sabahtan beri yemediğim yemeğin ve az önce yaşadıklarımın etkisiyle iyice halsiz düşen bedenim ve kararan gözlerim tamamen benden izinsiz hareket ediyordu. Daha fazla dayanamayıp kendimi karanlığa kollarına bıraktım.

 Arkadaşlar beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen özellikle yorumlarınız benim için çok kıymetlii
🐣🐣

Seviliyorsunuz
❤❤❤

Kurt Timi : Doğu'da HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin