Giriş

555 22 19
                                    

20.01.2020 17:20
Seni kağıda dökmeye başladığım gün.

--

A noktasından B noktasına varmak için atılan her bir adım hedef odaklı olmalıdır. Aksi takdirde B noktasına geç yahut hiç varamazsınız. Peki A noktasından B noktasına adımlarken aslında varmak istediğiniz yerin B noktası olmadığını fark ederseniz. O kadar yol kat etmişken geri dönmek olur mu, her şeye rağmen yola devam etmeli mi? Tercihinizi neye göre değerlendirirsiniz? Mutlu olmayacağınız bir yere sırf emek verdiğiniz için gider misiniz?

Yol uzun, hayat meşakkatli ve insan ömrü kısa. Hayatın A ve B'den ibaret olmadığını öğrenmem çok uzun sürdü. Bir hedefe giderken sağ ve sola bakmanın aslında yararlı olduğunu geç anladım. Yoldan sapmanın bile faydası dokunabilirdi ama ben hep hedef odaklı yürüdüm.

Hayat planladığımız şekilde ilerlemek zorunda değildi. Hayatımızın başlangıç ve bitiş noktaları belliydi. Tercih edeceğimiz yol bize bırakılmıştı. Bu yolu tercihlerimiz çizecekti. Pişmanlık bu yollara dahildi. Geri dönüşler, düşüşler ve yorgunluklar. Bunları yaşamaya hayat diyorduk. Aksi bir lütuf olurdu, emeksiz ekmek olurdu.

Yolumuzda yalnızdık. Karşılaştığımız insanlar da yalnızdı aslında. Belki belirli sürelerde birbirlerine eşlik edenler vardı fakat yolun sonuna kadar yan yana yürümek mümkün değildi. Yarı yolda bırakılacaktık veya bırakacaktık çünkü sonlar hep yalnızdı. Ölümler tek kişilikti, yalnızlıklar sonsuz. Arda kalanlar sona ulaşmak için yürümek zorundaydı.

Bazı insanlar yalnız yürümekten hoşlanmaz, hayatlarına kalabalıkları dahil ederlerdi. Kocaman kalabalıkların sona yaklaştıkça seyreldiğini görmek acı ama hayatın bir parçasıydı. Yalnızlığa alışmak daha sağlıklı gelirdi bana. Yalnız kaldığını hissetmeyecek kadar kendinle barışık olmak mühimdi. İnsan kendi kendine yetebileceğini anlamalıydı.

Bunları tek başıma yürüdüğüm sırada düşlüyordum. Yalnız yürümenin keşfedilmemiş şifalı bir yanı vardı, emindim. Yoksa eğer, yapayalnız atılan sessiz adımlarda insan neden huzuru arardı ki? Bu yalnızlığa doğuştan aşina olduğumuzun bir kanıtı olmalıydı.

Buruk bir tarafı da vardı elbette. Kalabalıklar, içinde boğulduğum yalnızlığı görsün istemiyordum. Kusur sayılıyordu yalnızlık! Kuru gürültüde kaybolan kişilikler sağlıklı, yalnızlıklar ise dışlanmış ve noksan. Oysa yalnız ölecektik. Son nefesimizi kim bilir hangi kuytu köşede verecektik. Yalnız öleceksek kalabalıkları neden hayatımıza dahil ediyorduk?

Yalnızlık ile barışık hatta yalnızlığa karşı sevgi doluydum. Ben yalnızlığı seviyordum. Bu derin düşüncelerden hiç şikayetçi olmamıştım. Kendimi dinlemek insanların yalanlarını dinlemekten elbette daha güzeldi. Yalnızlığımı paylaşmak, beraber yürümek istediğim birileri olmuştu ara sıra. Küçük dünyama dahil edebileceğim insanlar illaki vardı. Bu dünyadan değilmişim gibi davranmaya lüzum yoktu. Ne yazık ki çevremde örülü duvarlar gözle görülür biçimdendi. Soğuk nevale olarak bile adlandırılabilirdim fakat bu soğuk olduğumdan kaynaklı bir şey değildi. Az konuşup sessizliği tercih eden bir insandım. Başkalarını küçümsemezdim. Yalnızca fazlasıyla çekingendim. Yeni tanıştığım biri ile öyle durduk yere muhabbet açamazdım. Tanıdığım insanlar ile dahi doğru düzgün muhabbet edemezdim ki!

Duvarlarımı yıkmak aslında oldukça basitti. Bir dokunuş yahut bir adım ile olduğu yerde tuzla buz olurlardı. Ama bu hamleyi yapma gücü hiçbir zaman bende değildi. Karşımdaki insanlardan beklerdim bu adımı. Yalnızlığımı dışarıya yansıtmaktan hoşlanmazdım. Çekindiğim için birileri ile tanışmaya tenezzül dahi etmezdim. Kısır döngü gibi sonum hep yalnızlığa çıkıyordu. İnsanlar arasında sanırım biraz yabaniydim.

Duvarlarımı yıkmak ne kadar basitse onları yeniden kurmak da o kadar basitti. Ben o duvarlarla kalbimin etrafını sardım hasar görmemek için. Eninde sonunda geri döneceğim yalnızlığımı korumak için bir hamleydi bu. Kalbime dokunan ilk bıçakla duvarları daha güçlü bir biçimde, bir daha yıkılmamak üzere kurmaktan çekinmezdim. Benimkisi acıdan kaçmak oluyordu. Acılarıma bir yenisini eklemekten kaçmak. Belki biraz da korkaklık...

Bu yeni duvarlar sayesinde kalbime giden yolları tam anlamıyla kapatırdım. Tüm samimiyetimi yitirmek için tek bir hamle yeterliydi. Gözle görülür bir şekilde araya soğukluğun girmesine müsaade eder ve eski yalnızlığıma dönerdim. Dönüp dolaşıp her defasında geldiğim yer. Bu olayları tecrübe ettikçe etrafımda kimsenin kalmadığını fark ettim. Sebebi tecrübelerim arttıkça duvarlarımın yıkılma ihtimalinin küçülmesindeydi. Beni dünyaya ve insanlara bağlayan pek bir şey kalmamıştı.

Düşüncelere dalışım o kadar derindi ki etrafımı görmeden çizilmiş yollardan hedefime yürüyordum. Ben ne ara bu kadar insan düşmanı olmuştum, bilmiyordum. Belki de biliyor olmama rağmen canımı yakma korkusu ile irdelemeye cesaret edemiyordum. Yalnızlığın kulağa hoş gelen tınısı ile kendimi kandırmaya devam ediyordum yalnızca. Halbuki toplumda yaşayan her insanın onu saran bir çift kola ihtiyacı vardı.

Sanırım ben bir istisnaydım...
Tek başına kilometrelerce yürüyüp bir arpa boyu yol alamayanlardandım.

--

Medya: HiraiZerdüş - Sen de beni sevdin mi?
Cumartesi, 27.06.2020 01:20

Başlıyor muyuz?

Gönül SalıncağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin