1

512 18 29
                                    

20.01.2020 17:47
Öfke tüm benliğime sahipti.

-

Anahtarımı ait olduğu yere bırakıp odamın yolunu tuttum. Aklımı kurcalayan düşünceleri maalesef ki kapının dışında bırakamamıştım. Bozuk bir plak gibi yalnızlık kelimesi sürekli kulaklarımda yankılanıyordu.

Yalnız olduğumu anladığım ilk gün bugün değildi oysaki. Neden bu kadar kurcaladığımı bilmiyordum. Sanırım yalnızlıktan sıkılmıştım artık. Daha doğrusu yalnızlıktan şikayetçi olmadığımı savunmaktan yorulmuştum. Elbette şikayetçiydim.

Ama bu duvarlarımı yıkıp hayatıma baştan başlayacağım anlamına gelmiyor. Bunu yapabilmem için karakterimden vazgeçmek zorundaydım. Oysa olduğum insandan memnundum. Sadece etrafımda benim gibi insanların olmaması beni bu duruma sürüklüyordu. Acaba dünya üzerinde benim gibi insanlar var mıydı?

Elbette vardı! Farklı bir insan olduğumu ve kimsenin bana benzemediğini iddia etmeyeceğim. Övünebileceğim yahut beni diğerlerinden farklı kılan herhangi bir özelliğim yok ne yazık ki. Benim gibi binlerce insan var şu koca dünyada ama gel gör ki henüz biriyle tanışmak nasip olmadı.

Kendimi bu konuda övmeyi oldum olası sevmezdim. Aynı şekilde kendini övüp, hayatlarının çok farklı ve zorlu olduğunu sürekli dile getiren insanlardan da hoşlanmazdım. Şu dünyadan olmadığımı kanıtlayabilsem keşke! Çünkü kesinlikle buraya ait hissetmiyordum.

„Meva!" Adımın gereğinden daha yüksek bir ses ile kulağımda yankılanması ile düşüncelerimden uzaklaşabildim. Çok garip değil mi? Beyniniz o kadar hızlı kavrıyor ki, ani değişikliklere oldukça hızlı tepki verebiliyorsunuz. Oysa az önce, düşünceler içerisinde nasıl adım atacağımı tamamen unutmuş gibiydim.

„Efendim?" Odamın kapısının kulpunu tutmuş bir şekilde duruyordum cevap verdiğim sırada. Bu durumu ben bile garipsemiştim. Annemin normal karşılamasını bekleyemezdim doğal olarak. „Ne yapıyorsun?"

„Düşünüyordum." Yalan değildi, düşünüyordum. Ama bu düşüncenin sonu nereye çıkacaktı, bilmiyordum. Onaylamaz bir kafa sallayışı ve birkaç mırıltı ardından beni geride bırakıp mutfağa yöneldi. Daha fazla kapının önünde beklemeyerek odama adım attım. Kapıyı arkamdan kapatıp kendimi sessizliğe verdim. Yine yalnızdım işte!

Bu basit bir ergenlik sorunsalı demeyi çok isterdim. Ama ne yazık ki ben artık yirmi üç yaşındaydım. O dönemi geride bırakmıştım zaten. Peki bu düşünceler sorunsuz geçen ergenliğimin intikamı olabilir mi? Sanırım değerlendirmeye değer bir ihtimal...

Sorunsuz bir hayatım vardı aslında, fakat kusurlarla doluydu. Belki de kusursuz hayata erişmeye olan ihtiyacım beni fazla bunaltmıştı. Mükemmeliyetçi değildim. Her şey mükemmel olmak zorunda değil elbette. Fakat dünya üzerindeki her şey fotokopi makinasından çıkmış gibi olmak zorunda da değildi. Herkes aynı estetikçiye gitmek zorunda değil mesela. Yahut herkes sosyal medyada prens ve prenses rollerini oynamak zorunda da değil. Benim mükemmel kavramından anladığım ile dünyada yaşayan diğer yedi milyar yedi yüz milyon insanın anladığı biraz farklıydı sanırım.

Zeki bir insan sayılırdım. Bazen gereğinden fazla, bazen de pişmanlık duyacak kadar. Bunu biraz da fotoğrafik hafızama borçlu olabilirim. Elbette her şeyi anında aklımda tutamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Bir bakış yetmiyor öğrenmek ve uygulayabilmek için. Hafızamı suiistimal etmedim hiç. Lise yıllarımda elbette çok işime yaradı. Fakat ben başarılı bir insan olmak istiyordum ve başarı ezbere dayalı bir eğitim ile mümkün değil maalesef.

Bu özelliğimin beni çok yıprattığı da oluyor tabi. Unutamamak, hafızaya kazımak bazen dert sayılabiliyor. Özellikle affetme konusunda. Daha doğrusu affedememe konusu.

Gönül SalıncağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin