Sessizlik bir çuval yığını gibi çökmüştü üstüme. Göz kapaklarım açılmak istemiyordu. Beynime itaati için yalvarıyor olmama rağmen beni dinlemeyi reddettiyordu. Sonunda zihnimle kavgamı kesip usulca araladım gözlerimi. Oda gözlerimi kapattığımdan çok daha parlaktı. Sebebini öğrenmek için kafamı koltukta soluma çevirdim. Yere kadar olan pencere mükemmel bir manzarayı sunuyordu bana. Kar yağmaya başlamış iri kar taneleri odayı daha fazla aydınlatır hâle getirmişti. Esneyerek elimi ağzıma götürdüm. Kafamı eğip hâlâ uykuya esir olan bedenini izledim. Ne diyecektim uyandığında? Ne soracaktım? Ruhum çırpınıyordu. Ona koşmak sarılmak bütün yaralarına şifa olmak, bunun için önünde diz çökmek istiyordum. O bana iyi gelmişti. Çocukken yaşadığım şeylerden bahsederken çok korkmuştum. Her zaman konuya ilk defa girmek zordur. Ağzımı açıpta bir şeylerden bahsetmeye çalışınca duygularım boğazıma yapışmış, konuşma demişti. Beni yanlış anlayıp uzaklaşmasından, çölde sussuz kalmış bir bitki kadar yalnız kalmaktan çok korkmuştum. Kimse kusursuz değildi biliyordum. Ama bütün insanlar böyledir. Kusurunu gördüğün kişi bir anda farklı bir konum alır gözünde. Kendi kusurlarını fark etmeden. Anlattığımda bunların olacağından korkmuştum. O da korkuyor muydu anlatacağı şeyleri dinledikten sonra onu terk edeceğimden. Elimi usulca yeniden soktum saçlarına. Dokunmak iyi hissettiriyordu. Bir hayalden ibaret değilde gerçek olduğunu hissetmek istiyordum. Ellerim kayarken saçlarında huzursuzlandı ve kaşlarını çatarak sağa doğru döndü. Yüzümde ufak bir gülümse oluştu. Ondan önce uyanmam hayatın bana al sonuna kadar kullan dediği bir şanstı. Saçları devamlı oynadığım için bozulmuştu. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Dudakları normalden daha koyu bir kırmızıya bürünmüştü. Dayanamayarak parmaklarımı dudakları üzerine getirerek dokundum. Bu hareketimden sonra uzun kirpikleri titremiş, kalbime diz çöktüren bakışlarını yüzüme sabitlemişti. Uyandığını görünce ani bir refleksle elimi çekerken benden hızlı davranıp bileğimi kavradı. Yeniden dudakları üzerine getirdi elimi ve parmak uçlarımdan öptü. İçim titremiş, dışarıda esen rüzgar sanki kalbime gömülmüş orada bir fırtına çıkarmıştı. Bileğimi serbest bıraktıktan sonra kafasını kaldırdı dizlerimden. Sıcaklığı benden uzaklaşınca bir bebek gibi ağlamak istedim. Normalde de devamlı yanında olmak isteyen yanım onu uyurken izledikten sonra daha da tutulmuştu. Elleriyle saçlarını daha da dağıttı. Biraz daha dinlenmiş bir ifade olmasını dilemiştim yüzünde ama aksine daha da yorulmuş gibi uyanmıştı. Rüyalarıda mı bu kadar huzursuzdu da uyku iyi gelememişti?
"Yine çok şaşırttım değil mi seni?" Hüzünle bakan gözleri koltuğun kumaşını izlemeye başladı. "Ne zaman kötü bir şey olsa gelip seni de mahvediyorum ama karşı koyamıyorum Mi Sun." Gözlerini gözlerime kitlerken elimi tuttu. "Sana gelme isteğime karşı koyamıyorum işte. "
Elinden huysuz bir çocuk gibi çekip kendimi ona daha yakın hale getirdim. Usulca göğsüne yaslanıp sarıldım. Sesim normalden boğuk çıkarken bütün şefkatimi hissetsin istedim. Kutuplardan farksız içini ısıtsın istedim. Kalbi buz gibiydi. Sanki saatlece bir şöminenin başında otursak yine de ısınmayacaktı.
"Neden karşı koymaya çalışıyorsun Taehyung? Görmüyor musun muhtacım sana. Sevgine, acına, hüznüne." Derin bir nefes alıp ellerini belime koydu. Bir bütündük artık. Ayrılması mümkün olmayan. "Acı çektiğinde bana gelmekten başka bir şey düşündüğün için bile kırılabilirim sana. Sakın bir daha böyle deme." Dedim huysuzca. Benden başka birine gitme düşüncesi bile kızgın kumlara atarken kalbimi, tek kaldığının düşüncesi yoğurdu beni. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda yeniden dolmuştu gözleri. Göz yaşlarından güçsüzlüğüm doğuyordu. Şimdi sevdiğim adamın gözlerindeki güçsüzlüktüm. Ellerim yanaklarına gidince ilk defa bana kendisinin bir şeyler anlatmasını beklemeden sordum. Belirsizlik içimi kor bir ateş gibi yakıyor kalbimde sonsuz bir cehennem yaratıyordu. İhtiyacım vardı en az onun kadar bilmeye.
"Ne oldu? Anlatacak mısın bana?" Dediğimde gözlerini kaçırdı. Ne zaman güçsüzlüğünü saklamak istese bunu yapıyordu ama ben onun güçsüzlüğüne karışmıştım artık. Gözleri buğulandı, bir hayalet kaydı gözlerinden sessiz ama üzücü bir hikaye yankılandı zihnimde.
"Bugün annem ve babamın öldüğü gün."
Kelimeleri boğazıma birer inci gibi dizilirken öğrendiğim şeyi kaldırmak için uğraştım. Önceden öğrenmek için can atan zihnim öğrendikten sonra pişmanlıkla susmuş derin bir yasa gömülmüştü.
"Taehyung ben çok üzgünüm. " diyiverdim bir anda. Gerçeklikten uzak bir tebessüm doğdu dudaklarında.
"Üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok Mi Sun. Sadece yıllar geçtikçe acımın hafiflemesi, alışmam gerekirdi." Boğazını temizleyerek devam etti. "Herkes bir zaman sonra acıya alışacağımı söyledi. Ama ben her sene bu günde yine aynı şeyleri yaşıyorum. Hiç azalmıyor biliyor musun? Nefret ettiriyor kendimden."
Sözleri içimde çığ gibi büyümeye devam ederken insanların acizliğini düşünüyordum. Halbuki unutmaya çalışmak gibi bir yetenek verilmişti insanoğluna. Taehyung bunu reddetmiş içindeki lav sıcaklığındaki ateşe ev sahipliği yapmaya devam etmişti.
"Hâlâ annemin yemeklerinin tadı ağzımda. Bazen babamın sigarasının dumanını soluyorum."
Ağlamaya başladığımda benimle birlikte o da başladı. Şimdi biz ikimiz bir koltukta birbirimize karışarak ağlıyorduk. Ruhlarımız daha çok benzerken birbirine ellerim yüzündeki yaşlıkları buldu. Temizledim sanki bir ömür boyunca yeniden ıslatmayacaklarmış gibi yanaklarını.
Şimdi biz, kalpleri suyla dolu bedenleri yanan iki insandık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just One Day || Taehyung
Fanfiction"Bizim fon müziğimiz nefeslerimiz." - Dünyanın en üzgün melodisini fısılda bana. 16.12.19 - 3.5.20