Arabayla aramızdaki mesafeyi kapattığımızda onu direksiyona sımsıkı kenetlediği uzun parmaklarına kadar görebiliyordum. Bahçedeki lambaların loş ışığında bile kolaylıkla seçebildiğim gerilmiş yüz hatlarının kusursuzluğu, bakana; mistik güçlerin, antik hikayelerin, mitolojik unsurların bağrından kopup gelen heybetli bir Yunan tanrısına bakıyormuş gibi bir izlenim veriyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp sabırsızca Ada'yı beklemeye koyulmuşken bizi gördüğünde anlam yüklemenin imkansız olduğu gözlerini davetsiz misafirine, bana sabitleyivermişti. Doğrusu, ısrarla üzerimde tuttuğu bakışları öyle garipti ki en fazla üç saniye bakıştıktan sonra gözlerimi ondan kaçırmıştım ama şimdi ne ara ona tekrardan bakmaya başladığımı hatırlayamıyordum.
Siyah arabanın yanına geldiğimizde, Ada bana döndü ve yüzüne hiç yakışmayan gergin bir ifadeyle gülümsedi. Ardından aceleyle kapıyı açıp kendini ön koltuğa attı. Arka koltuklara oturmak üzere kapıya hamle yaptığım anda, adının Emir olduğundan başka hiçbir şey bilmediğim bir yabancının arabasına, onun izni olmadan binemeyeceğimi ancak akıl edebildim.
Hemen yanında, yarıya kadar açık bıraktığı camın önüne geçtim. Göz renginin mavinin daha önce hiç rastlamadığım, çok hoş bir tonu olduğunu o zaman görebildim. Sokak lambasının cılız ışığı gözlerine değdikçe rengi değişiyordu ve işte o zaman, hangisi olduğuna karar vermenin imkansız olduğu bir renge dönüşüyordu.
Babamın gözleri kapkaraydı, kömür karası derler ya aynen öyle. Benim koyu gözlerim de kahvenin telvesiyle aynı renkteydi. Bir tek annemin gözleri yeşildi ve çevremde, renkli gözlü başka bir tanıdığım da yoktu. Oysa şimdi üvey babamın, üvey kardeşimin, üvey amcamın ve adının Emir olduğundan başka hiçbir şey bilmediğim bu yabancının gözleri, beni kıskandıracak kadar güzel renklerdi.
Tekrar aklıma dolanlardan bir nebze de olsa kurtulabilmek için, şu an bahçesinde dikildiğimiz gösterişli evden bir an önce kaçmayı istiyordum. Derin bir nefes aldım. İnsanlara ilk adımı atmaktan nefret ettiğimden, sormak hiç istemesem de bu nezaketi göstermem gerektiğinin bilinciyle dudaklarımı araladım.
"Arabana binmemde senin için bir sakınca var mı? Ada ile yurda gidecektik ama benim de sizinle geleceğimden haberin yokmuş sanırım."
Emir, hiçbir anlam çıkarılamayacak bir şekilde, gözleriyle gözlerimin derinlerini yokladı. Ciddi anlamda rahatsız olmuştum ve bu rahatsızlığımı gizleyemediğimin farkındaydım.
Önce tepki olarak, birbirine sımsıkı bastırdığı dudaklarını ayırdı ve sonra, onları dilinin ucunun ıslaklığıyla nemlendirdi. Hemen ardından, kendinden son derece emin duruşunu iki saniye bile bozmadan keskin bir sesle konuştu.
"Sakınca var desem gelmeyeceksin sanki. Bil diye söylüyorum, sormak istemediğin şeyleri saygı gereği sorduğunda komik oluyorsun." dedi yakıcı bir alayla.
Afallamıştım. Bir anda koyulaşan mavi gözlerini kısarak ifadesizce gözlerimin derinlerini yoklamaya devam ederken ben, karşımdaki yabancının hiç tanımadığı birine karşı fazlasıyla kaba olduğunu düşünüyordum.
Bu düşüncenin ötesinde ise, hiç istemeyerek sadece saygı gereği sorduğumu, nokta atışı yaparak nasıl bildiğine kafa yormaya başladım. Belki de sadece tahmin etmişti. Ancak sesi öyle keskin, ifadesi öyle netti ki doğrunun bu olduğuna emin gibiydi.
"Saygı gereği sormadım. Rahatsız olacaksan arabana binmem, bu kadar basit. Otobüsle gitmek zor değil." diye doğruyla karışık yalan söyledim. Kendimi zorlamış olsam bile, sesim bundan daha fazla alınmış çıkamazdı.
"Otobüsle mi?" diye kaşlarını kaldırarak alaycı bir şekilde güldü.
"Saygısızlık yapma, Emir." diye yumuşak bir sesle söylendi Ada ama bu, Emir'in azıcık bile umurunda görünmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLUKSUZ #OlumculBirOyun
Mystery / ThrillerTanıdıkların yabancı, yabancıların tanıdık olmasına hazır olun! "Gerçekten söylenilen kadar zeki misin? Yoksa sen de herkes kadar aptal mısın? Bana bunu göstermek ister misin? Oyunumun sonu babana çıkıyor, Samast Kızı. Onu özlememiş olamazsın. Beni...