10

3 1 0
                                    

Syrim...
Daire sistemi ile iki büyük daire iki yarım daire olmak üzere gökyüzünde süzülen kusursuz kentimiz. Hava kümesi ile henüz topraklarına ayak basmadan önce uzaklarda bulunan güvenlik merkezlerindeki ve şehirdeki derin sessizlik her yeri ölüme mahkum ettiği gözümden kaçmamıştı. Antrenman sahasındaki hiçbir taş parçasının yeri bile değişmemiş, eski antrenmanlarımızın hatıraları ile gömülmüştü sessizliğe, yönetici binalarındaki şatafatlı ışıkların yanması gerekirken Dünya tarihindeki Çernobil faciası gibi kendimizi doğa ananın vicdanına bırakmışız gibi yok olmuştuk. İçime oturan üzüntü duygusu ile hava kümesi okulun çevresine indiğinde Aleix'e yardım ederek topraklarıma ayak basabilmiştik.
Dünya'da doğmamış olsam da Syrim sınırlarına, yıllardır alıştığım insanların konuşma şekline, her bireyin birbirinden farklı dövmelerini yadırgamayışım ile bu gökyüzü kentinde huzur buluyordum. Öğrenciler ile acımasızca yaptığımız dövüşlerin ardından eve gidip babamla ve annemle uğraşmak, sabah erken kalkarak sıcak suyun altında bedenimi dinlendirmek ve tekrar tekrar acımasızca dövüşmek benim için hayat felsefesi olmuşken başka bir kentten insanları öldürerek ruhumdaki saflığı yok etmiştim.
''Ben yöneticilerin evlerinde kalacağım.'' Dedi abim huzurla gerilerek. Abime doğru bakındığımda kumral olan ten renginin artık daha da kahverengileştiğini, saçlarındaki yağ oranının ve kirliliğin en üst seviyeye çıktığını ve hala hayatta olduğumuz için ölenleri düşünerek sahte bir gülümseme göndermeyi unutmuyordu. Abim yıllarca bize eziyet eden değil öğreten, bizi sevmeyen değil sevdiğini bizimle uğraşarak belli eden bir dost, abi ya da ebeveyn olmuştu. Okuldaki çocuklar Hel ile dalga geçerken hiçbirine zarar vermediğinde Hel ondan nefret ederken, Hel'in bulunmadığı ortamlarda çocukların ağızlarından kan gelinceye kadar dövmesi onu gözümde herkesten de kusursuz kılıyordu.
Annemin anlattığı bir hikayeye göre abim ben doğduktan sonra beni istememiş ilk başlarda, birinci haftamı doldurduğumda çok hastalandığım için beni ve kendisini içine alabilecek büyüklükte bir gölgeden ev oluşturarak içinde benimle ilgilenirmiş. Ben iyileştikten sonra ilk çipin takıldığında karanlığı ile bana gücümü kullanmayı öğretmeye çalışırmış ama yaptığımız tek şey evdeki eşyaları parçalamak dışında fazla bir durum söz konusu olmazmış.
''Biz de öyle.'' Dedi Hel sevgilisinin elini sıkı sıkı tutarken. Rhian ve Hel'de geçen bir haftada kocaman olmuşlardı. Hel'in göz rengi gün geçtikçe griye daha yakın bir tona değişirken, çocuksu tavırları artık tamamen ortadan kaybolmuştu. Rhian'ın da artık gücünü kullanırken tek bir kere bile tereddüt etmemesi, dış görünüşündeki kirliliği yok edecek kadar ayakları daha sağlam bir şekilde yere basıyordu.
''Hiç ayrılma zaten burnumun dibinden hiç!'' diye çemkirdi abim Hel'e karşı. Hel ona omuz silkerek cevap verdikten sonra Harry ve Nate kendi evlerine doğru yola çıkmışlardı.
''Biz de kendi evimize gideriz.'' Dedim Aleix'in omzuma yaslanmasına izin vererek.
''Demek kendi eviniz ha?'' dedi abim çoktan yönetici binalarına doğru birkaç adım atarken. ''Evi batırmayın!''
Herkes ardına dönerek kalmak üzerine seçtikleri yere doğru giderken Aleix bana baktı. Elimde olmadan gülümseyerek onun kolundan tuttum. Artistlik yapmak için kendi çantasını taşımam adına bana vermezken ilerleme hızımız bir salyangozdan farksızlaşmamıştı henüz.
''O bize laf mı attı?'' dedi henüz Syrim yerleşkelerinin kapısına varmışken.
''Klasik Kalin, o herkese laf atar.''
''Yaralı olmasaydım ona lafının karşılığını verirdim.''
''Ve Klasik Aleix, her şeyi yapabilirim kafası.'' Dedim geçiş kontrol köprüsünü ardımızda bırakmadan hemen önce.
''Bir daha benden bir şey saklama Cehennem Prensesi.'' Dedi ondan sakladığım şeyi hala kabullenememişken. Başımla onaylamak dışında hiçbir kelime edemezken otuz altı numara ile verdiğimiz son savaştaki nefret dolu gözleri gözlerimin önüne gelmişti. Onları kurtardığımı düşünürken içlerinden birisi tarafından nefret edilmek ve kuralları yıktığımın düşünülmesi benim için büyük bir acı olmasa da canımı sıkan bir sinekten farksızdı. Derin bir nefes alarak ardımda bıraktığım, ceset topluluğu içinde yüzen, bulutların ardında gizlenmiş olan Wayis şehrini görmek umuduyla gökyüzüne bakındım. Orada olduğunu biliyordum; bulutların en derinlerinde, Syrim'e yarım gün uzaklıktı olan ve eskiden maviliği ile gökyüzünde kusursuzluk oluştururken şu anda sayamayacağım kadar çok cesedin içinde bulunduğu, kan ile süslenmiş ve derin sessizliğin içinde yüzen bir kent olmuştu.
Kaldığımız gökdelende alışkın olduğumuz güvenliklerin yokluğu bile fark edilebilir bir konuma sahip olurken, masalarını kaplamaya başlayan toz taneleri artık gözle görülüyor, çöp kutularında bulunan abur cubur aparatlarının son parçalarının bile toplanmamış olması can sıkıcı konuma getirmişti iyice her şeyi. Bir savaş; tüm insanların birden bire sığınaklara yerleşmesine ve devasa bir kentin gölgeler arasında kaybolmasına neden olabilecek büyüklükte korku yayıyordu. Lyna ve G-Day kentlerinden daha sağlam güçlere sahip olduğumuz bir kent olarak her ikisini de yok edebilecekken, onlardan daha güçsüzmüşüz gibi gösterilmemiz için güç sınırlarımızın bulunması ve bu savaşa savaşmak için değil de en güçlülerin ölmesi için gönderildiği bariz belli bir konumdu.
Kız kardeşimin hayatı boyunca güç sınırının olmayışı; onun antrenman yaparken bile fazla güç kullanılmasına izin verilmemesi ve hep bir dalga konusu olmasının sebebi yöneticilerdi. Abimin bizler için savaşarak güç sınırının açtığını belli etmemeye çalışarak büyümesinin ardından öğretmenlerini bile umursamadan yaşamaya çalışmasının ve her seferinde bizlere bile mesafesinin bulunmasının sebebi yöneticilerdi. Aleix ve Rhian'ın tüm kentten farklı ateş türlerini kontrol edebiliyor olmalarının yanı sıra ailelerinin ölümlerini kendi gözleriyle görmüş olmalarının ve çocukluklarından beri tüm zorluklara göğüs germek zorunda kalmalarının tek sebebi yöneticilerdi. Benim ise her daim okul birinci olmam altında sebepler aranmasının, aşağılamalara maruz kalmamın ve kendimi deli dehşet bir şekilde derslere odaklayarak gücümün bir sınırı olup olmadığını fark etmeye çalışmama sebebim yöneticilerdi. Kentlerin başına gelen tüm felaketlerin, kent içinde bulunan tüm insanların mutsuzluklarının ve karamsarlıklarının sebepleri yöneticilere aitti.
''Neden dalgınsın?'' dedi Aleix, daire kapısından henüz yeni adım atmışken. Evimiz, yuvamız, anılarımın en sağlam kurulduğu toprak parçacığı da sessizlik içinde bulunuyordu ama Aleix adım atması ile onun eve ilk geldiği andaki anılar evin içinde beyaz bir toz bulutu misali canlanmaya başlamıştı.
''Geldiğin ilk günü hatırlıyor musun?'' dedim kolumdaki çantayı yere bırakırken. Güneş yeni yeni kentimize veda ederken sıcak suyun bulunup bulunmadığına dair kanıt aramak üzere mutfaktaki musluğu kurcalamaya başlamıştım.
''Şu senin güvenliği neredeyse yakarak küle çevirdiğin ve sonra da yatak odana sakinleşmek için giderken babanla beni baş başa bıraktığın günü mü? Hiç unutmadım ki!'' dedi Aleix içerdeki koltuğa acısını belli etmemeye çalışırken. ''Baban beni yanında gördükçe ışığı ile derimi bedenimden kopartıp atmak istiyormuşçasına bakmalarını, uzun süre sonra ilk defa gerçekten bir annenin hazırladığı yemeği, aile hissiyatının nasıl bir şey olduğunu tekrar hatırlamayı ve seni kalbime soktuğum günü unutamam. ''
''O kadar özel bir gün müydü?''
''O kadar özel bir gündü...'' 

SyrimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin