25. Bölüm

21.2K 1K 490
                                    

......
........

Dicle kendisine hayli sert bakan babasının karşısında ufacık kalmanın vermiş olduğu hisle baş etmeye çalışırken gözlerinden daha şiddetli yaşlar döküyor, daha da sesli ağlıyordu: "Nerede yaptı dedim Dicle!" 

Kapı ağzında kalan Asya ise Süleyan'ın sert tavırlar sergileyerek bu soruyu ikinci kez tekrar etmesinden irkildi. Günlerdir aşağıda kahvaltı eden Kübra ise bugün yukarıya Zelal hanımın ısrarlarıyla çıkmıştı: "Üvey analığını ne zaman gösterecek diyordum bende... Baktın ağabeyim kolluyor seni, dövdün değil mi ufacık çocuğu?"

Asya tam ağzını açacakken Süleyman kardeşine çevirdi çehresini. Ağır adımlarla hem Kübra'ya doğru yürüyor, hemde yüksek oktavda konuşuyordu: "Sen kim oluyorsun da karışıyorsun benim haneme? Sana mı kaldı laf etmek? Anasını atasını yüz üstü koyup işsiz güçsüz herife kaçan Kübra konuştu. Senin kocan daha tanımadığı bacısını kendi canı için ortaya atarkende laf ettin mi çok bilmiş Kübra?"

Ağabeyinin karşısında ezilip büzülen Kübra böylesi bir tepki beklemedeğinden Mihriban hanımın arkasına doğru geçti korkudan. Mihriban hanımın sertleşen suratı ortalarda geziniyor, sonrasında hedefini bulan avcı misali yokluyordu: "Nerede yaptı Dicle?"

Bir hıçkırık kopup geldi boğazından, hemen ardından elleriyle gözlerini sildi: "Aşağıdaki avluda."

"Dicle" diye Süleyman'ın sesi yankılandı tüm salonda: "Anana mı çektin Dicle?"

Mihriban hanımın öfke saçan gözleri gelini Zelal'den başkasında değildi. Evin içinde esen kurak çöl esintisi her birinin dudaklarını çatlatacak cinsten acılıydı. En çokta Süleyman'ın canı lime lime oluyordu: "Asya yukardaydı Dicle. Bir daha Asya dediğinide  duymayacağım!"

Zelal henüz lafa laf katamamıştı ki onun yerine Mihriban hanım atıldı söze: "Gece boyu bunu mu fısırdaştınız bacınla Zelal? Ne o, kızını veremedi diye mi bu tantanası? Ufacık çocuğun beynini zehirlemek ancak onlara yakışırdı zaten."

Asya daha fazla bu gürültüye dayanamadığından onları kendi gürültüleriyle bırakıp çıktı salondan. Kalbini kanatan binlerce diken derinlerine saplanıyordu sanki aldığı her nefeste. Sevmek denen kelimenin altında ezim ezim eziliyor, hiç olmadığı kadar paramparça hissediyordu kendisini. Alt kata inen merdivenlere yöneldiği sırada Melek'in ters giydiği terliklerle yanına geldiğini fark edemedi. Attığı adımlar öyle ahesteydi ki, saç diplerine kadar acı çekiyor gibiydi: "Abla, kimse senin böyle bir şey yapmayacağını biliyor. Süleyman ağam seni çağırıyor. Niye suçlu gibi kaçıyorsun?"

Asya savrulan sarı saçlarının yüzünü çevrelemesine zerre aldırmadan: "Annem yaşasaydı keşke Melek. Bugün onun yanında soluklansaydım" dedi. Mutfak kapısındaki kadından haberdar değildi bunları söylerken. Şu an istediği şey sarılabileceği, güvendiği annesiydi. Ufak adımları avluyu arşınlıyor, esen rüzgar kıyafetlerinin içinden bedenini ısırıyordu aç bir köpek gibi. Kale kapısını andıran büyük kapının önüne geldiklerinde tereddüt etmeden kapıyı açıp bitkin bir suratla attı kendisini daracık sokağa. Yer yer ıslak, yer yer tozlu olan yollarda adımladı yanında Melek'le: "Abla, kızmasınlar sofrayı bırakıp çıktığımız için. Dönsek mi eve?"

Asya adım adım annesizliğin acı şerbetini yudumluyor, midesinde kramplar oluşturan tada alışkınmış gibi davranıyordu: "Annem yanımda olsaydı keşke Melek."

"Abla, sen Süleyman ağamın inandığını mı sandın? İnanmadı."

"Dicle'de haklı tabii" dedi yorgun, sessiz bir tonlamayla: "Babasını elinden aldığımı sanıyor. Paylaşmak istemiyor. Hangi kız çocuğu babasını paylaşmak ister? O da istemiyor işte."

KAMBUR  [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin