30. Bölüm

18.6K 985 677
                                    

    Gül Kozası adlı yeni kurgumu okudunuz mu bilmiyorum o sebeple azıcık şuradan paylaşmak isterim;

"Gülseli her şeyiyle tastamam anne, boyu, posu, her işi becermesi, diyeceğini çatır çatır demesi," dedikten sonra iç çekti kara kargaşayla, "Ben ona yakışmam. Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye," dedikten sonra sıkınlı bir nefes üfledi. "Daha da bu konuyu açma anne."

♡♡♡♡♡♡

    Bir çalkantı çöktü Asya'nın irislerinden Süleyman'ın irislerine yol olup akan. Can damarlarında varoldu belki de gecenin karanlıklarından sızan aşk tohumları. Bir yanılgı mıydı yoksa damarlarına nüfuz eden, damarlarından yol alarak ince ince kalbine sızan?

Rüzgar uğultularını gecenin kafesinde estirirken, ağaç dalları son baharın acı sarsıntılarıyla soyunuyorlardı. Dallardan intihar eden her yaprak parçası daireler çizerek tepelerine iniyor, bulundukları anı büyülüyordu.

"Sevgilim olmanı çok isterdim biliyor musun?" Alnını dayadığı adamın topraklarında açan çiçekleri dudaklarıyla suladı. Soğuk dudaklar gözlerine bindiğinde boğazına takılan kılçıkların merhametsizliğiyle kutsandı Süleyman. Onun hayal edemediği kadar sevildiğini her an şaşırarak Asya'nın tiyatrosunda öğreniyordu yeni yetme öğrenciler gibi.

"Sevgililik mi? Benimle mi?"

"Elbette seninle be adam! Benim gönlümü ateşlerle dans ettiren başkası mı?"

"Sen, beni seviyorsun kız. Gerçekten seviyorsun." Sanki ilk kez bir hastalığa teşhis koyan doktor gibi keşfettiği sevdasına inanamıyordu.

Asya ciğerlerini patlatacak kadar derinine çekti sevdasının bağrından esen oksijeni: "İlk kez duymuyorsun ya seni sevdiğimi. Ben seni sevdiğimi herkese ispat ettim, bir sana edemedim." 

Süleyman çekti bu defa derin bir nefes, iki göğsünüde ortadan ikiye çatlatan. Gecenin zifirini söndüren ayın ahenkle bulutların arasına girip çıkmaları bir lûtûftu bu geceyi daha anlamlı kılan.

"Sevgilin olsam ne değişecekti?" Asya, Süleyman'ın sorusuna cevap vermeden önünde duran örtüyü kucağına çekip katlarını açtıktan sonra Süleyman'ın sırtına doğru örttü.

"Sen kendine ört onu."

"Sen ısıtırdın ya hani beni. Ona benim değil senin ihtiyacın var o yüzden."

Karısını bağrına iyice çekip battaniyenin sarkan iki ucunu kucağında tortop olmuş kadına örttükten sonra kollarıylada sımsıcak sarmaladı. Alıp verdiği her nefes karısının ense köküne kadar ilişiyor, sarı saçlarını havalandırıyordu.

"Cevap vermedin laz kızı."

"Sevgili olarak başlamış olsaydık her şey çok farklı olacaktı. Mesela sen, benim arkadaşlarımı tanıyacak, onlara karşı ön yargılı olmayacaktın." Sırtını iyice Süleyman'ın göğsüne dayadı, sıcaklığını ve kalp atışını hissetmek için. "Ben, sana seni ne kadar sevdiğimi göstermek için önce ailemle, sonra Koca Yusuf'la tanıştıracaktım. Hem belki o zaman sen de bana Dicle'den söz ederdin ve ben de onunla daha iyi bir bağ kurabilmek için kendimi ayarlardım. Bu kadar yormazdı beni bu ilişki, konak ve her şeyden mühimi ailen. Beni kabullenirlerdi belki o zaman. Severlerdi."

Severlerdi; bir isyanın üzerine örtülen günahkar bir zar, hain bir düşman, pervasız bir akraba gibiydi. Sevilmeyenlerin sevilmeye olan açlığı değildi; bilakis çok sevilmiş ruhunun son dönemlerde uğradığı hoyratlık, nefes kesen bir sancıydı soluk borusunda. Hüzünlü bir devinime yol açıyordu bu hissettiklerinin tadı. Ya Süleyman; Ankara'ya gittiğindeki sıcak karşılanışlar, sohbeti, neşesi, kahkahası bol sofralar onu ne denli mest etmişti de daha evlenmeden yarılmıştı damağı Asya'nın çekeceği acılardan sebep. Eh be sevdalık, eh be kara dumanı tüten karadenizin yük gemileri, ah aşınan gemi güvertesindeki cilanın hiç oluşu... İşte Süleyman'ın kederini ancak o geminin güvertesinin aşınan cilası bu denli keskin bir dille hissettirerek anlatırdı. Esen rüzgar geriye doğru yatırarak taradığı saçlarını kıpraştırırken kollarını sevdiğine daha da sıkı sardı. O severdi ya işte kimse sevmeseydi de, kimse kabullenmese bile kabulleniyordu ya bedeni ve ruhuyla.

KAMBUR  [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin