9.Bölüm

27.3K 1.2K 118
                                    

"Söyle kadınım" dedi bilmeksizin.

Asya gözlerini hafifçe kıstı önce, geçmişe dair birşeyler anımsamak isteyen insanlar gibiydi hali.

"Beni ilk nerede gördün?"

"Düğüne geldiğinde" diye yanıtladı.

"Bundan üç sene evvel, Devran, Timuçin, ben Mardin'e geldik. Devran bana hep hayran olduğu bir kişiden bahsedip duruyordu gezerken, hatta 'eve gidince mutlaka tanıştıracağım senide' diyordu. Acıkınca bir yere girelim dedik. Onlar lavoboya girdiği sırada ben masaya geçip oturdum. Yağmurdan ıslanan saçlarımı kapşonluyla kapatmıştım. Oturduğum masanın karşısında ki duvar boydan boya aynaydı. Arkadaki masada iki adam sohbet ediyordu. Bir tanesi gözleri ile beni işaret edip 'Şöyleleri Mardin'e gelmiyor mu deli oluyorum. Böylelerini Mardin'e hiç sokmayacaksın' dedi. Diğeri 'Giydiği pantolonla iyi geziyor sokakta, benim elime verecekler ki yer misin? Yemez misin?' diyerek beylik laflar ediyordu. Sonra ilk konuşan adam şöyle söyledi 'Devran, arkadaşımın kardeşi, bu kızla girdi buraya, kız parasını yiyor belli ki. Bildiğin ucuz bir kadın işte büyütmeye gerek yok' dedi. İşte ben o gün ilk defa Devran'ın hayranlıkla bahsettiği kişiyi tanıdım" diyerek konuşmasına son verdiğinde, tıpkı babasının hitab ettiği gibi fırtınalı bir Karadeniz gibiydi. Hırçın dalgaları, un ufak etmek için daha sert, daha şiddetliydi.

En görkemli yıkım, en görkemli deprem bir biri ardına olmuştu sanki. Yer öyle bir sarsıldı ki, Süleyman'ın görkemi bile engelleyemedi bu sarsıntıyı. Dicle kadar, Fırat kadar ihtiraslı bir ifade yer edinmişti yüzünde.

"Sen o yüzden beni düğünde gördüğünde hiç bakmadın. Arabada sizi götürürken niye kalmıyorsunuz dediğimde 'her geldiğimde öyle şeylerle karşılaşıyorum ki engel olamadığım için gelmek istemiyorum' demiştin" dedi Süleyman. Sölediği şeyleri sanki daha çok kendi kendine tekrar eder gibi bir hali vardı.

Meğer ne kadar hasar vermiş bilmeden, meğer o gece konakta herkesi korkudan titreten Süleyman, herkesten önce yandığı kadını yakmıştı. İki eli ile hızlı hızlı yüzünü sert darbelerle sıvazladı. Kadını yakıp küle çevirmiş, ondan geriye yanıp biten küller kalmıştı.

Uzanıp Asya'yı kollarından çektiğinde, sırtı Süleyman'a gelecek şekilde kucağına oturmasını sağladı. Kalkmak istediği her an adam ellerinin baskısını arttırıp, kendini affettirmek istercesine sımsıkı sarıldı. Ruhu af diler gibi yangınların ortasında kalan, çırpınan bir çocuk gibiydi.

"Ben ucuz bir kadın mıyım? Senin karın ucuz bir kadın mı?" dedi sesi yakarır gibi acı çeker gibi çıkıyordu.

"Sen benim susuz topraklarıma su oldun. Sen benim harlı gönlüme yağmur oldun. O gün ölseydim de ağzımdan o laflar çıkmasaydı. O gün, bugün yandığım gibi yansaydım da dilim konuşmasaydı" dediğinde Asya'nın açıkta kalan omzuna bir biri ardına öpücükler konduruyordu.

Yağmur olup yağsaydı her damlası Asya'ya dokunmak isterdi. Ateş olup yanacak olsa, son zerresine kadar bu kadını ısıtmak isterdi. Tohum olup yeşerecek olsa bu kadının topraklarında filizlenmek isterdi.

Ayağa kalkarken kendisi ile birlikte karısınıda kaldırdı. Bir taraftan hala sarıldığı kadını bırakmazken, diğer taraftan da yatağa doğru hareket etti.

İnce pikeyi kaldırıp: "Burda yat karım" dediğinde "Ne oluyor Süleyman, pişmanlık mı yaşıyorsun? Oysa ben daha beni nasıl bu eve hapsettiğini anlatamamışken" dedi Asya.

Yaralar kabuk dahi bağlamadan tırnaklarını daha derine batırarak kanatıyordu.

"Ne söylersen söyle haklısın ama orda yatırmam seni bunu bil" yatağın öbür tarafına geçti. "Ben sana paha biçemem karım" dedi. Süleyman üzerindekileri çıkarmak için giyinme odasına gidip, geceliklerini giydi. Harıl harıl yanan yüreğine merhem bulamayan bi çare gibiydi gönlü. Kadınını kendi dilinden dökülenler yaralamıştı, o zaman yine kendi dilinden dökülenlerle kapatacaktı o yaraları.

KAMBUR  [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin