28. Bölüm

23.8K 954 548
                                    

MustafaKaanPeltek'e ithafen yazılmıştır...

Bu hikayedeki tek pişmanlığın Neşe'nin ölümü oldu. Keşke ölmeseydi. Belki ilerde düzenleme yaptığımda değiştiririm.

6502 kelimelik bir bölüm. Umarım seversiniz.

####$$$$######$$$$$$######$$$$

Onca yorgunluğa rağmen aşağıya inmeye karar verdiler. Asya giyindikten sonra alel acele odayı toparladı ve tam çıkacakları sırada: "Hap içmeyi unuttum, bir dakika," dedi.

Makyaj masasının çekmecesini açıp evlenmeden önce aldığı doğum kontrol haplarından birini ağzına atıp iki yudumda içti, kendine kaygıyla bakan adamdan bir haber: "Hasta mı oldun? Neren ağrıyor?" O kadar telaş içinde sordu ki, ses tonundaki kaygı ateş misali yakıyordu. Dün gece yaşananlardan mı, sabaha dek çırılçıplak oturuşundan sebep mi hasta oldu diye bin bir telaşla soruvermişti.

"Yok, hasta değilim. Dün gece sabaha kadar korunmadık hiç, ben de hamile kalmamak için önlem alıyorum."

Boğazına oturan yumruyla öylece dikilip kaldı kapı eşiğinde. Cümleler, kelimeler her biri zihninin kuytularına korkarak kaçtığından ağzını aralayıp bir şeyler fısıldadı zorla: "Niye ki?"

Pek çok kadınlar gibi tek gayesi çocuklar doğurup bulunduğu konumu pekiştirmek değil; aklın, kalbin sırrına erişmesiydi. Açtığı çekmeceyi sûkûnetle kapatıp oturduğu yumuşak zeminden kalktı. Yüzünde beliren ışık dudaklarına indi, inci dişleri sıra sıra dizildi gözler önüne: "Ben de çocuk isterim tabii ama önce sana doymak istiyorum."

Nihayet duymak istediklerinden daha fazlasını işittiğinde kalbinde yeşeren filizler soluk borusuna dek dolandı, nefesini kesti. Bu kadın, ah bu kadın öyle çıplak konuşuyordu ki koskoca adamın aklını alıp en müstehçen senaryoları eliyle yönetmen misali bırakıyordu. Kapanık duran dudaklarından tonlarca yük ağırlığı olan kamyon gibi attı nefesini dışarıya. Ve fakat karşısındaki küçük kadının gözleri onun hareketsiz halinden dağı andıran görüntüsüne buruklukla baktı işitemediklerinden sebep:

"Ben sana sormadım değil mi hiç çocuk ister misin diye? Yani istemesen hakkın var. Zaten bir çocuğun var, sonra çok acılar yaşamışsın, önce sana sormalıydım. Afedersin."

Süleyman'ın adımları köklenmiş sığla ağacına doğru gitti, elini en kırgın olan yere, kalbine götürdü: "Senden gelecek çocuk başım gözün üstüne. Ben hiç istemiyosun zannettim. İstemem mi hiç, şöyle sana benzeyen çocuklar, hatta torunlar. Sen bana öyle bir kaç ay da doyma ama, uzun uzun tadını çıkara çıkara kanalım birbirimize, koskoca bir ömür."

Kalbinin üzerinde duran uzun, damarları hayli belirgin esmer tenli elin üzerine götürdü hissettiği mutlulukla: "Ben sana bir şey söyleyince öyle put gibi durma karşımda ölecek gibi oluyorum, Mardinli. Sesini benden her çalışında yüreğim ağzıma geliyor." Avucuna aldığı sımsıcak eli çevirdi ve tam nabzının üzerine pembe dudaklarını bahar kelebeklerinin neşesiyle kondurdu. Durdu bir müddet. Acıyı tüm damarlarından söküp atmak isteyen dişi aslan gibiydi. Bazan öyle nazlı, öyle ürkek, öyle naif bir kadın oluyordu ki, insan yatakta bu denli vahşileşeceğini, tüm müstehçen hallere bürüneceğini, gözlerinde beliren arzuyu gizlemeyeceğini bilemezdi. Dudaklarını nihayet çektiğinde göğsü kalkıp inen, bakışları donuk fakat bu donukluk isteksizlikten ziyade inanamıyor olmaktı. Sevildiğine inanmak, geçmişin acı hatıralarından sebep güç bir felsefe haline geldi. Görüyor, hissediyor, dokunuyor, dokunuluyor ve her şeyden daha güzeli deliler gibi isteniyor oluşuydu.

"Asıl sen beni bir gün öldüreceksin anladım."

"Allah korusun!"

Odadan çıkmadan liseli aşıkları aratmayacak tatlı bir öpüşmeyi bahşettiler birbirlerine. Odadan çıktıklarında bulutların ardından parlayan güneş Midyat'ı şenlendiriyor, gökteki güvercinler mutlulukla kanat çırpıyor, serin tatlı bir esinti aşk kokusunu harmanlıyordu. Yan yana attıkları adımları merdiveni bulduğunda Süleyman aylar evvel yine bu merdivende yürüyen iki yabancıyken, şimdilerde tam olmuş, tek vücut olmuş hallerini görüyor olmanın bilinirliğine sığındı:

KAMBUR  [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin