Sabah, kumanda bir elimde diğer elimde boş bir bardakla uyanmıştım. Tüm gece film izlemiştim, hatta bir ara komedi filmi izlemekten sıkılıp 'Terminatör' izlediğimi falan hatırlıyorum. Yahu adam robot mobot ama yakışıklı.
"Sen nereden geldin benim başıma?" dedi televizyonda ki kadın. "Allah senin belanı versin!" diye eklediğimde gülmeme engel olamadım. Büyük bir kahkaha attıktan sonra içime kurt düştü. Defne'de böyle mi düşünüyor acaba? Bence düşünmüyor.
"Bence de bacım, Allah belasını versin!" dedim adamın yaptıklarını öğrenince. Kadını aldatmış, bir çocuğu varmış ve evliymiş. Lan bu rahatlık Fatih Sultan Selim de yoktu! Adam evli, başka birinden çocuğu var ve sevgilisi var! Bence de Allah senin belanı versin Kenan! Adı Kenan'dı. Neden her piç Kenan olmak zorunda? Kenanları üzmeyin, Kenanlar iyi insanlar. Ben her ismi aynı olan insanların aynı özelliklerini taşıdığına inanmam.
Yapılan ve bana teklif edilen tüm buluşmaları reddedip evde televizyon karşısında film izlemeye karar verdim.
İzlediğim doğrusu açıp beğenmediğim dördüncü filmide değiştirdim.
Öyle bir şeye denk geldim ki anlatamam ya da anlatırım.
Bir adam var, insan ticareti gibi bir şey yapıyor. Ama canlı değil, ölü. İnsanları öldürüp atıyor, öldürüp atıyor. Sonra bir kadının gözüne ok saplanıyor, bildiğiniz ok. Ama bizim piç insan ticaretçisi adam yapmıyor. Başka birisi yapıyor. Sonra bu adam ormana götürüyor bunu. Alıyor arabanın kasasından, atıyor kıyıya köşeye. Kız, nasıl bitmiş, harap!
Böyle derisi yüzülmüş, bazı yerlerde kemikler gözüküyor. Korkunç yani. Üstünü yapraklarla örtüyor falan. Alıyor telefonu, arıyor bu kızı öldüren adamı. Konuşurlerken ağacın arkasından çürümüş bir erkek cesedi canlanıveriyor.
O adam ona bakarken bizim zombi olduğu yerden kıpırdamadan bizim insan ticaretçisi pislik döndükçe zombi kardeşte dönüyor.
En son bizim insan ticaretçisi çekiyor silahı, bam bam! Vuruyor zombiyi ama bilmiyor ki geri zekalı, zombiler zaten ölü.
En son şey diye bitiyor. İnsan ticaretçisi silahı yukarda zombiye doğrultmuşken arkadan gözüne ok giren kız geliyor, tam boynundan emcükleyecekken BAM! Ekran kararıyor. Sonra siyah ekranın üstüne kırmızı, kan süsü verilmiş ve bir yerden ok girmiş bir yazı çıkıyor.
"Sıra sana da gelecek!"
Aynen bana çok alakasız geldi ama baya gerildim yani.
Sıra bana da gelecekmiş, sen gel benim boynumu emcüklede Defne göstersin sana ebenin örekesini!
Kafayı yemek üzere olduğumu anladığımda vakit çok geçti. Tamı tamına gözümü ayırmadan, çişe dahi gitmediğim yedi saat geçirmiştim televizyon önünde.
Telefon çaldığında bilinç altıma işlemiş bazı filmler aklımda dizelendi. Mesela Çığlık. Sonra bir Türk filmi vardı. Sanrım Cüneyit Arkın'ın bir filmiydi. İnsanları arıyor, "Ben Kemal, geliyorum." diyor ve telefonu kapatıyordu. Sonra kepçeyle adam öldürüyordu. Saçma ama o zamanlara göre güzel bir film.
"Kemal, beni öldürme. Kıyma bana!" diye açtım telefonu. "Beyinsiz ya." dedi telefonun ucunda ki ses. "Ne Kemal'i oğlum?" dedi sonra. "Ya hani bir film vardı ya. Cüneyit abimiz 'Ben Kemal, geliyorum.' deyip adamın ebesini bilmem ne ediyordu. O film geldi aklıma da, ondan." dediğimde büyük ihtimalle aklından benim ne kadar mal olduğumu geçirdi. "Her neyse, iyi misin sen? Gelmedin bu gün bize?" dedi. "İyiyim kardeşim. Sadece yedi saattir aralıksız kesitler dahi olsa korku filmi izliyorum. Yani ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim." dedim. "Tamam, Ceren bu gece bizimle." dediğinde koltukta dikleştim. "Kendi neden söylemedi?" dedim. "Bilmem, neyse darlama kızı. Hadi bay bay." dedi. "Bay bay Aliciğim." dedim ve telefonu yanıma koydum.
Televizyonda gezinmeye başladım. Esra Erol'u görünce durdum. "Yahu sen almışsın yaşını başını buraya gelmiş 'Elektrik alamadım!' diyorsun. Sen nefes aldığına dua et be kadın!" dedim. Kanalı değiştirince Müge Anlı'yı buldum. "Ah be Müge abla, milleti neden buluyorsun? Belki kendi kaçmak istedi? Bazen diyorum kaçıcam kaçıcam, sonra aklıma sen geliyorsun. Boşver diyorum, oturuyorum geri." dedim ve kanalı değiştirdim.
Önceden çok izlerdim, şimdi oynamadığı için izleyemiyorum. Hayatımda büyük rol almış güzel bir çizgi film; Ninja kaplumbağalar!
Mutant bir farenin öğrencileri olan bu dört kaplumbağa o kadar ilgimi çekmiştir ki, hala oturup izleyebilirim. Bence izlememem için bir neden yok.
"Saldır Leonardo!" diye bağırdım ve kumandayı televizyona kılıç misali uzattım.
Yaklaşık üç bölüm izledikten sonra çişim geldi. Tuvalete gidip geldiğimde televizyon kapalıydı, kumanda başka bir yerdeydi ve boş kola bardağım hala boştu. Ehhehe dolu diyeceğim sandınız demi? "Splinter Usta, kurtar beni! Michalengeo saldırı altında!" diye bağırdığımda bir kahkaha sesi duydum. Şöyleydi. "Hağahğpuhahahpuahshhs" gibi. Tamam bu çok saçma.
"Lan!" dedim perdenin altında gözüken ayaklara bakarak. Sonra saklambaç oyununda kafasını saklayıp götünü açıkta bırakmış veledini bulan anne edasıyla elimi belime koydum. "A, nerede acaba benim minik kuşum?" dedim, perde reklamında ki kadınlar gibi. Sonra bir kıkırtı duydum. "Yoksa minik kuşumu öcüler mi kaçırdı?" dedim Saman yolu Tv oyunculuğuyla. Ah bu kadar iğrenç benzetme yeter.
"Çık lan şuradan." dedim ve perdeyi hızlıca açtım. "Mal mısın?" dedim ellerimi belime koyarken. "Bilmem." dedi koltuğa geçip oturdu.
"Üf, manyak ya. Yemin ederim kendimi önce saklambaçta götünü açıkta unutan veledini bulan anne, sonra perde reklamında ki kadın ve Saman Yolu Tv oyuncusuna benzettim kendimi."
"E, Sinan bey. Hep biz mi öyle olacağız?" dedi. "Bir kere olsan?" dedim parmağımla birazcık işaretini yaptım. "Hep oluyorum ben zaten." dedi ve omuz silkti. "Ay, kızım. Sıkıldım." dedim. "Ne yspalım?" dedi. "Az yanıma gelsene." dediğimde güldü. "Geleyim." dedi ve yanıma oturdu.
Kafasını omzuma koydu. "Geldim, ne yapacaksın bana?" dediğinde aklımdan bir sürü şey geçmedi değil, fesat anlayabilirsiniz.
"Ne yapmak istersin?" dediğimde düşündü, baya. Sonra aklına kim bilir ne geldi, gülümsedi. Sonra yüzü kızardı. "Yuh ya, sapık kız." dediğimde bana baktı. Daha fazla dayanamadım o tatlı yüze.
Burnuna bir öpücük kondurdum. "Çirkin ördek yavrusu seni!" dedim yanaklarını sıkarken. Ellerimi sertçe ittirdi. "Sen bana çirkin demeye mi çalışıyorsun?" dedi. Hay Allah. "Ne alakası var Güzel Kızım?(!)" dediğimde yüzü düştü. "Çirkin miyim lan ben?(!)" dedi ve yanındaki yastığı alıp bana vurmaya başladı. "Ya dur, ben onu sevgi babında söyledim hayatım! Dur!" dedim ve üstümden ittim. Yüzünde hayal kırıklığı yerine intikam ateşi vardı.
"Bittin sen!" dedi bana bakarken. "Şu an altta olan sensin." dedim. "Iy, pislik!" dedi ve beni itmeye çalıştı. Ben onun bacaklarının üstüne oturdum. "Bacaklarım kırıldı öküz!" diye bağırdığında güldüm. "Ay, çok tatlı gözüküyorsun bebeğim." dedim ve önce üstüne sonra yanına yattım.
Yanağına bir öpcük kondurdum. "O anlamda demedim kuzum." dedim. "Hı hı." dedi. "Aman Defo, trip mi atacaksın çocuk gibi?" dedim. "Yo, ben trip atmam ki. Çerçeve atarım ben sana!" dedi. Ayağa kalktı, sonra adının fiskos olduğunu düşündüğüm-fasafisoda olabilir-mobilyanın yanına gitti. Benim resmimim olduğu plastik çerçeveyi eline aldı. "Bak bakalım tribin yerini tutuyor mu? Bana trip at diye yalvaracaksın bana!" dedi ve bildiğin çerçeve attı, kafama.
Yastığı kendime sper edince tam kaşımın hizasına yastığa denk gelen yere attı.
Refleks olarak bağırdım. "Siktir!" Defne baya sinirli gibiydi. "Kafanda parçalayacağım bunu!" dedi elindeki saksıyı gösterip. "Siktir lan oradan!" dediğimde kaşları havaya kalktı. "Efendim?" dedi. "Yani şey..." kıvıramayacağımı anlayınca pesnettim. "Uf tamam ya, ne yapacaksan yap." dedim. "İyi, pes ettin. Bak benim karşımda duramıyorsun, Turgayla nasıl kavga ettin sen" dediğinde kaşlarımı çattım. Nereden vuracağını biliyor pislik.
***
Duyuru yok, iyi okumalr👋