Bölüm 2

165 13 0
                                    

Bazı hikayelerin tek kahramanı, tek karakteri olur ama bu öyle bir hikaye değil elbette. Girdiği depresyondan çıkmamaya adeta yemin etmiş bir genç adam, annesinin o eskiden çok sevdiği peynirli böreğini bile sadece karnını doyursun diye yiyordu. Ne tat alabiliyordu yediklerinden ne de anlamı vardı hayatın. Öyle bir bunalıma, bilinmezliğe girmişti ki çıkası varsa da sanki çıkmamaya yeminliydi. Kimdi, neydi farkındaydı ama hayattan zevk alma ve mutlu olma becerileri elinden alınmıştı adeta. Ot gibiydi, belki de ot daha faydalıydı.
"Kurban olduğum iki lokmacık daha yesen."
Anasının üzgün suratı hatırına bir lokma daha aldı ağzına.
'Anam zorlama be, nolur zorlama' dedi içinden ama annesini üzmek asla istemezdi. Biraz kafa dağıtmak, sevildiğine emin olduğu yerde durmak istemişti. Eskiden işten güçten fırsat bulamadığı memleketine, anasının babasının yanına gelmişti. Dedesi bu köyün ağasıydı, toprakları arsaları vardı zamanında, babası da tek hayırlı evlat olduğundan sahip çıkmıştı dedelerinin toprağına. Diğer 2 hayırsız amcası mirastan haklarına düşeni yiyip bitirmiş de tekrar hak dileniyordu utanmadan. Biri kumara, öteki pavyonlara düşmüştü. Babası iyi adamdı, merhametliydi. ' Ne olursa olsun kardeşim onlar benim' der yine aç bırakmazdı o doymaz köpekleri, ta ki kendi büyüyene kadar. Ailenin kasası oydu, beyni oydu şimdi. Amcalarına tek kuruş koklatmıyordu, o yüzden sevmezlerdi ya yeğenlerini!
Babası kendini ve ablasını okutmak için elinden geleni yapmıştı. Onlar da bu emeği karşılıksız bırakmamıştı elbet. Ablası kendi ayakları üzerinde duran başarılı bir kadındı. Kendisi ta küçüklükten meraklısı olduğu elektrik- elektronik alanında ilerlemişti. O zamanlar bile bozulan aletleri tamir eder, okuldan sonra bir ustanın yanında işi erbabından öğrenmek için çabalardı. Şimdi kendi işini kurmuştu. Kurmuştu kurmasına ama mutluluk denilen limandaki tüm gemilerini yakmıştı. Közleri tazeydi, dumanı ciğere işliyor can yakıyor, zehirliyordu.
"Ellerine sağlık anacım, ben biraz dolanayım köyü."
"Geç kalma oğlum, teyzenler gelecekti çaya. Seni görmek istiyorlardı ne zamandır."
"Tamam annem, bir dolanıp geleceğim. Bir de babama bakayım."
Kurulmuş olduğu sofradan kalktı ve kaç zamandır aklında olan yere gitmek için hazırlandı.
Daha küçükken ablasıyla ve diğer arkadaşlarıyla oynadığı ufak bir mağara vardı. Üzerinden şelale akar, mağarayı neredeyse görünmez yapardı. Saklambaç oynadıkları zaman o hep mağaraya saklanır, serin mağarada uyuyakalır, herkes onu ararken keyfine bakardı. Bu ufacık küçüklük anısı bile onu mutlu etmiyordu, ama bir umut işte. Belki bu rehavetten çıkarım diye gidecekti oraya.
Yol üstündeki evden gelen sesler üzerine adımlarını yavaşlattı. Bu gür sesi tanıyordu, İsmail'di adamın adı. Muhtar azası Cafer'le konuşuyordu hararetli hararetli. Söylediklerine kulak misafiri oldukça deliriyor, gidip adamı dövmemek için kendini zor tutuyordu.
Böyle hadsiz herifin ağzının payını verseydi şimdi, ne rahatlardı ama! Bayağıdır sporunu da savsaklamıştı, antreman olurdu hem.
Eve gittiğinde, yatağına uzandığında aklında bugün gördükleri vardı. Zaten ruh hali çok iyiymiş gibi bir de o olaylara şahit olması hiç hoş olmamıştı. Çıkmıyordu ki aklından! Ertesi sabah olana kadar zar zor uyudu, sabahın köründe dikildi kapıya yine. Gıcık olmuştu herife bir kere ya, ilk ters hareketinde dövecekti gebertecekti.
Adam en sonunda bir genç kıza vurduğunda çitten bahçeye atlamaya karar vermişti, öldürecekti herifi.
"Hoop Ali! Hamza Ali!"
Kendisine seslenildiğini bile zar zor duymuştu. Bayağıdır görüşmediği arkadaşıydı seslenen, adama yüzünü döndüğünde arkadaşının gülen yüzü solmuş, bir adım geriye gitmişti.
"Be ne oldu sana kardeşim ne bu hal?"
"Az bekle beni, hele şu herifi öldürüp geleyim."
Arkadaşı bahsettiği yere baktığında yüzü daha da gerildi.
"Allahın belası İsmail mi? Neyini dert ettin kendine, boşver be belasını bulsun. Gel kahveye gidelim seninle, sakinleş biraz."
Öfkesine yenik düşerse durumun daha beter olacağının farkındaydı, arkadaşını dinleyip kahveye gitti ama aklı oradaydı.
"Bu İsmail'i niye kimse adam etmemiş? Bir ben görmüş olamam ya yaptıklarını."
"Ah be Ali... Bilirsin bizim köyü. Hani derler ya mahalle yansa orospu saçını tarar misali. Öyleler bunlar da. Zavallı Ayşe yeğeni İsmail'in, hani fırıncı Davut abi vardı bildin mi? Onun kızı. Yıllar önce öldüler de bu belaya kaldı kızcağız. Ne laf dinler ne söz bu İsmail."
"Bu iş lafla sözle olmaz. Onun konuştuğu, anladığı dili konuşmak lazım." Derken yumruğunu öyle bir sıkmıştı ki eklem yerleri beyazlamıştı. Köylüler anlaşılan sadece dedikodu yapıyorlardı, ne bir kızı kurtarma çabası ne de niyeti görememişti onlarda. Olsaydı kız bu halde mi olurdu? Hiç mi vicdanları yoktu?
"Ben bakacağım bunun çaresine, yoksa gözüme giren uyku haramdır bana."
~
İyi mi etti kötü mü etti diye bir an bile düşünüp durmuştu. Biraz emrivaki oldu ama olması gereken buydu, yoksa bu işin sonu kötüydü.
Köyün imamı nikahı kıyarken yanlarında bile değildi, vekalet vermişti sözde! Ama çok iyi biliyordu ki amcası olacak pezevenk kıza vurduğu belli olmasın diye çıkarmamıştı.
"Yarın resmi nikahta görürsün damat, ne acelen var?" Diye pis pis sırıtıyordu. Tek bir mimiği bile kıpırdamadı bu herife.
Sinirden olsa gerek daraldığı için lavaboya gidip serinlemek istedi Ali. Kapalı bir kapı ardındaki yakarışlara ister istemez kulak misafiri oldu.
"Bana bak kız, bizi sakın rezil etme! Artık evin onların evidir, aklından bile geçirme ki geri geleyim diye. Anladın mı? Gelinlikle çıkar, ancak kefeninle dönersin."
Bir hıçkırığı takip eden kapı sesiyle saklandığı yerden çıktı.
"Allahım gücüne gitmesin ama o yaşlı adamla ben naparım? Nolur yardım et allahım bana."
Genç adam iyice sinirlendi, daha kiminle evlendiğini bile bilmiyordu kız. Onu kurtarmak için bu yolu seçmişti ama ya kız o yolda onunla yürümek istemiyorsa?
Ertesi gün resmi nikaha kadar düşündü, taşındı. Köyün hali belliydi, kızı dedikodulardan bir nebze de olsa kurtarmak için en mantıklı yol buydu. Zaten burada yaşamıyordu adam, kendi evine işine gidecekti. Kızın orada kendi hayatını kurması için, rahat etmesi için elinden geleni yapacaktı. Artık o kızı buradan kurtarmayı kendine vazife olarak görüyordu.
Babasıyla konuşmuştu, nikahtan sonra hemen İstanbul'a evine döneceklerdi.
Bugün hakkında aklında kalan tek güzel detay, kızın duvağını açtığında gözlerinde gördüğü şaşkınlıktı. Ayşe 50 yaşındaki bir adamla evleneceğini sanarken kendi yaşlarında birini görünce bir nebze de olsa rahatlamıştı zira. Gerçi, bu dedikoduların sebebi olan adam buydu, bulamamıştı yol soracak başka birini!
~
Kıza eşyalarını toplaması söylenildiğinde yetimliği bir kez daha vurmuştu yüzüne. Eski püskü giysilerinden başka bir şeyi yoktu ki. Adını bile yeni öğrendiği kocası sinirli bir adama benziyordu, bu kızı oldukça korkutmuştu. Yaşlı değil genç olmasına sevinememişti bile, adamı öyle sinirli görünce. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş olmaktan öylesine korkuyordu ki...
"Ayşe."
Adamın gür bir sesle kendisine seslenmesi yüreğini hoplatmıştı. Çabucak döndü adama, odasının kapısına gelmişti.
"Hazır mısın?"
Kız sadece kafasını sallayabilmişti. Yengesinin eline tutuşturduğu valizi alacak oldu ki adam onu durdurdu.
"Ne o valiz?"
"Şey... Eşyalarım."
Adam kaşlarını iyice çatıp valize baktı.
"Sakın tek bir parça kıyafet bile alma yanına, sadece anısı olan eşyalarını al. Anladın mı?"
"Evet anladım." Dedi kız şaşkınlıkla. Zaten çok eşyası yoktu, valizi açıp bütün kıyafetlerini çıkardı, adamı daha da sinirlendirmek istemezdi. Bir bildiği vardı herhalde adamın, çıplak kalacak değildi ya.
Ali onu evden kaçırır gibi çıkarırken amcası ve yengesiyle vedalaşamamıştı bile, ki zaten çok istekli de değildi. Yepyeni duran gri bir arabaya bindiklerinde Ayşe artık İstanbul'da yaşayacağını biliyordu. Ama kiminle yaşayacağını bilmiyordu, bir kez olsun biri ona fikrini sormayacak mıydı? Hep böyle olacaktı ömrü boyunca? İstemsizce gözünden akan yaşı adama çaktırmadan silmeye çalıştı. Belki ağlamasına kızardı, kim bilirdi adamın huyunu suyunu?
Midesinden gelen gurultuyu bastırmayı ne kadar denese de başarılı olamamıştı. Ali ona çevirmişti kafasını hemen. Al işte, kesin kızacak diye düşündü ve kollarını midesine iyice bastırdı, sanki bir yararı olacak gibi.
Ali arabayı durdurup kendisine döndüğünde korkarak baktı o da. Adamın gözlerindeki sinir geçmemişti ama ses tonu sakindi.
"Acıkmış olmalısın, bir şeyler yiyelim ister misin? Benim karnım aç."
"Bilmem."
"Bilirsin bilirsin."
Adam yol üstünde bir yerde durmuştu az sonra. Şaşkınlıkla Ali'yi takip ediyordu gözleri. İnerken kapısını açmış, önünde değil yanında yürümüş,otururken de sandalyesini çekmişti. Düşünceli bir adama benziyordu bu Ali, ama yine de hemen bu karara varmak istemiyordu. Vardı kalbinde bir sürü kırık, güvensizlik, korku. Rüzgarın nereden eseceği belli olmazdı ki, tedbirli olmalıydı.
Adam 2 tabak yemek bitirirken kendisi daha yarısını anca yemişti. Ali olur da kızar beklemekten diye hızlı hızlı yemeye kalkıştı yemeğini. E bu adam da bu kadar yemeği bu kadar kısa sürede nasıl yemişti ki?
"Niye hızlandın bir sorun mu var?"
"Yok ben bekletmeyeyim diye..."
"Ayşe, artık amcanın evinde değilsin. Üzgünüm ama bir daha olmayacaksın da. Rahat rahat ye yemeğini. Ben telefon görüşmesi yapacağım, sen ne zaman kalkmak istersen o zaman kalkacağız."
Ayşe yiyecekti yemesine ama adama şaşırmaktan aklına yemek gelmiyordu ki. Bir an için bir umut kıpırtısı geldi yüreğine. Uzun zamandır hissetmediği bu his, bu ufacık his bile gülümsemesine sebep olmuştu. Öyle uzun zamandır gülmüyordu ki gülmeyi unutmuştu neredeyse.
Ali ise Ayşe için en yakın arkadaşı, aynı zamanda ev arkadaşını arayacaktı. Olanları ve Ayşe'yi az çok anlatmıştı ona.
"Dediklerimi aldın mı?"
"Aldım Ali aldım, neredesiniz?"
"Az yolumuz kaldı 1 saat falan. "
"Bir an önce gelin de gelin hanımı bir sorguya suale çekelim, yangından mal kaçırır gibi evlenmiş olmaktan dolayı ne hissediyor acaba?"
"Başka çarem yoktu, anlattım ya."
"Ben bilmem kardeşim, bundan sonra ensenizdeyim haberin olsun. Yok ben bunalımdayım, yok depresyondayım, maniğim bilmem neyim diye kızı ihmal edersen seni kıtır kıtır parçalarım. Yaparım bak bilirsin!"
"Tamam allahın cezası tamam, tamam. O sizin hastanedeki psikiyatrist doktordan da randevu alalım. Ruh sağlığının iyi olduğunu hiç sanmıyorum."
Ayşe'nin aklında binlerce soru vardı. Bir bilinmeze gidiyordu ama sonu ne olacaktı? Hem adamın ev arkadaşı vardı, Ayşe hiç rahat edemezdi ki!
İçinden bir cesaret dalına uzanıp da soramadı işte hiçbir şey, kendine kızdı tabi ama ne çare!
Yol bitene kadar ne o ne de Ali tek kelime etmemişti. Yeminliydiler adeta. Araba oldukça sevimli bir mahalleye girince meraklı gözlerle etrafa baktı Ayşe. Genelde tek katlı müstakil evler vardı. Ali arabayı durdurup yine kapısını açınca etrafı süzmeyi bitirip durdukları evi inceledi bu sefer. Tatlı bir sarı renge boyanmış, ufak bir bahçesi olan güzel ve bakımlı bir evdi. O kadar sıcak görünüyordu ki şimdiden çekmişti Ayşe'yi. Ali çitin kapısını açana kadar içeri girmedi. O sırada evin kapısından dışarı biri çıktı, gülerek kendilerine doğru gelmeye başladı. Tavşanlı pijamasının üzerine bol bir hırka giymiş bu kadın da kimdi?
"Tanıştırayım, ev arkadaşım Burcu."

ANKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin