Gerçekten de, bu dünyanın varolduğu zamandan beri olan zıtlıklar ilkesi, klasikliğine rağmen, hayatta hiç sekteye uğramadan devam ediyordu.
Zira, iki genç adam yan yana uyuyorken ve birbirine bu kadar yakınken, aslında bir o kadar da uzak olduklarının farkında değillerdi.
Belki de ikisi, bu dünyada birlikte çalışabilmek için bir araya gelmesi gereken en son iki insandı, bilinmezdi.
Ama kader, onları çalışmaktan da çekip alarak birlikte bir şeyler paylaşmaya, gittikçe birbirini törpüleyen iki insan olarak hayata sığdırmıştı.
Biri doğruları ve doğru yaşamayı, her zaman gerekeni yapıp asla ihanet etmemeyi benimsemişken, diğeri hayatını tamamen sorgulamaya, yalanlara ve sınırsız özgürlüğe adamıştı.
Yan yana duran iki dağ gibiydiler aslında, fakat yüzleri başka denizlere bakıyordu.
Birinin denizinde dalgalar hiç eksik olmaz, giren gemiler sağlam çıkamazken; bir diğerinde dinginlik hakimdi.
Fakat bu dingin deniz, aslında altında binlerce çöp taşıyordu.
İki genç adamdan fazlası olmaları beklenmediği halde, taşıyamayacağı yükler edinmişlerdi genç yaşlarında.
Birinin tek amacı sadakatini ispatlamak, diğerinin ise özgürleşmekten başka bir şey değildi aslında.
Ve bir sabah uyandığında, omuzlarında aşkın tatlı sızısı değil de, hayatın olağan yüküyle yataktan kalkmayı, genç adamlar bilmezdi sanırım.
O, Vante'ydi.
Yalanları sırtlayan adam.
Ve yine bir sabah uyandığında, hayatın ağır yükünü omuzlarında hissetmeyi umuyorken, aşkın tatlı sızısının çoktan etrafını sarmasını beklediği söylenemezdi.
Göğsüne bir alev topu konmuş gibiydi.
Hayır hayır, göğsüne; tam kalbinin olduğu yere bir alev topu yerleştirilmişti.
Bunun sorumlusu da, yanı başında habersiz bir şekilde mışıl mışıl uyuyan ufak tefek adamdan başkası değildi üstelik.
Vante şaşkındı aslında ya da heyecanlı, belki biraz ürküyordu da; çünkü ilk defa, ilk defa bir adamın dudakları onun için aklına düşenden daha fazlasını ifade ediyordu.
Korkuyordu, zira bu adamın sağı solu hiç de belli olmuyordu.
Ve yine, korkuyordu aslında, çünkü söylediği yalanlar her an boynuna dolanacak gibiydi.
"Sana, ne yapman gerektiğini söylüyorum zaten, sadece beni dinlemen yeterli..."
Merdivenlerden ağır ağır inerken, sesini alçak tutmaya çalışıyordu.
"Ben de size, şirketi daha fazla oyalayanayız diyorum. Bak Nik, Agust çoktan ikna oldu, belli etmemeye çalışsa da şirkete olan bağlılığı kırılıyor, özellikle Yugyeom'u ve Jungkook'u yakından tanıdıktan sonra..."
Vante'nin kısık sesi, bahçeye inene kadar karşıdaki adamın garipsemesine neden olsa da, bahçede nihayet daha rahat konuşabildiği için sorun olmamıştı.
"Yugyeom'u da öğrendi yani..."
Aldığı sıkıntılı nefesi, Nik'le konuşurken vermesi biraz zor oluyordu. Çünkü doğduğundan beri tek amacı Vante'yi ölümüne darlamaktı
"Tanrı Aşkına, adamın yıllardır canı pahasına yaptığı tüm işlerin boşa çıktığını bir bir söyledim yüzüne diyorum. Sence, şirket hakkında şüpheleri olmasa, Agust-d'yi kim durdurabilir?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vante:Nemesis -taegi-
FanfictionKemerlerinizi bağlayın. Uzun bir yolculuk sizleri bekliyor. Devlet için çalışan bir şirketin özel biriminde ajan olarak görev yapan Ajan Kim Taehyung ve Ajan Min Yoongi; hayatlarını alt üst eden iki kaçırılma olayının ardından kendilerini anlaşılmaz...