20.Bölüm☂

27.9K 222 6
                                    

Ertesi gün baş ağrısı ve bitkinlikle araladım gözlerimi saate baktığımda yeniden akşam olduğunu fark ettim, ve ağrılarımın yanında hapşuruk krizleri ve burun akıntısı başladı. İşte buda bir başka kabustu. Eylül teyzem onaylamaz bakışlarla nereye gidersem gideyim takip ediyordu ve annemden daha kötü bir şekilde söyleniyordu.

Evet hasta olmuştum.

Evet ateşim vardı. 

Neden bunları milyonlarca kez söylüyordu ki? En sonunda pes eden taraf ben oldum ve dediğini yapmaya başladım. Önce tıpış tıpış yatağıma dönüp üzerimi örttüm ve zoraki bir kahvaltı yaptım, sonrasında da bilmem kaç çeşit karışım içtim. Modern insanlar hasta olunca hastaneye gitmez miydi? Neden meşhur bir mimar bana tuhaf karışımlar yapıp duruyordu ki? 

"Bakma öyle Arsu, o ilaçlardan daha çok işe yarar bunlar." Dalga geçercesine emin olduğumu söyleyip uzattığı karabiberli sade sodayı içtim. Senden milyonlarca kez özür diliyorum sevgili midem. 

Odamda nihayet yalnız kaldığımda telefonumu alıp Atakan'a mesaj attım, muhtemelen oda benimle aynı durumdaydı o soğukta sabaha kadar serseri gibi dolaşmıştık.

Arsu: Günaydın, sanırım bugün öleceğim. 

Atakan: Günaydın, sanırım bugün bende öleceğim. Öbür tarafta beni bul olur mu?

Arsu: Hiç şüphen olmasın. 

Atakan: Ya da vazgeçtim öbür tarafta da motor kullanmak isteyebilirsin ve oranın hız sınırı burası ile aynı olmayabilir, şuan gözümde bir motorun üzerinde ışık huzmesinden hallice olduğumuz canlandı. 

Bir ara motor kullanmak istediğimi söylemiştim ve o tereddüt etmeden vermişti ama hız sınırını zorladığımda çılgına dönmüştü. O kadar da hızlı değildim oysa ki...

Arsu: Sanırım sen hastayken sağlıklı halinden daha mantıklı oluyorsun.

Atakan: Şuan asla öğrenmemen gereken bir gerçeği öğrendin. Bu hiç iyi olmadı, artık kendimi savunmasız hissediyorum. 

Arsu: Hayatın ellerimde ona göre davran :)

Atakan: Emrederseniz komutanım. :D

Arsu: Bu da fazla sıkıcı oldu.

Atakan: Bence de. 

Daha fazla mesaj yazacak gücüm olmadığı için telefonu kapatıp gözlerimi dinlenlendirmeye çalıştım. Ortalama beş dakika sonra telefonumun berbat sesi odada yankılandı, Belinda arıyordu ve neler söyleyeceğini biliyordum. Yine de hasta olmama rağmen kaderime razı oldum ve telefonu açtım. 

Ken hakkında abartısız iki saat konuştu, başka erkeklere benzemediğini ayrıca bu devirde az rastlanan bir karakteri olduğunu defalarca kez tekrarladı ve ben anlayışla dinleyip bir kaç kez tebrik ettim. Her ne kadar onu dinlerken yorulsam da mutlu olmasına seviniyordum. Her insan mutluluğu hak eder sonuçta. "Umarım sende aşkını bulursun." Dedi içli içli, ona hiç Çağrı'dan bahsetmemiştim ve o şuan kurduğu iyi dilek cümlesiyle canımı yaktığını bilmiyordu. Dudaklarımda ki titremeyi bastırmayı başardıktan sonra. "Umarım." Diye fısıldadım, ve vedalaşıp telefonu kapattık. Her şey Çağrı'ya mı çıkıyordu yoksa ben ona çıkmayan yolları bile ona çıkarmayı başarıyor muydum bilmiyorum. 

Sanırım bunu yapan bendim. Yine de zaman geçtikçe her şey daha katlanılabilir oluyordu.

***ÇAĞRI'DAN***

Olmuyordu! Ne yapmak istesem felakete dönüşüyordu. Tüm yollarım ona çıkıyordu, sanki hayatım boyunca yanımdaydı da bir anda yok olmuş gibiydi. "Sıkma canını." Emir topu potaya attıktan sonra sakince konuşmuştu. "Zaman geçtikçe daha katlanılır olacak, sadece biraz sabır." 

HİSSETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin