Dükkâna gelir gelmez sırt çantamdan çıkardığım küçük karton keseyi alıp Yoongi'ye depoyu düzenleyeceğimi haber verdikten sonra onu büyük bir titizlikle yerleri silerken yalnız bırakıp depoya indim. Dükkânın açılmasına daha yarım saat vardı. Anahtarı çevirip demir kapıyı kendine has gıcırtılı gürültüsünü etrafa yayarak araladım. Aşağıdan gelen boğuk haykırışlarla kaşlarımı çatarak hızla merdivenleri indim.
Adımlarım kendiliğinden duraksadığında gördüğüm manzara kan dondurucuydu. Jungkook üstündeki tişörtü çıkarıp bir kenara atmış, aklını kaybetmiş gibi ağlayarak kendini yerden yere atıyordu. Omuzlarından bileklerine kadar tırnak izlerinin kırmızı keskin çizgileri uzanıyordu. Bazen başını elleri arasına alıp dişleri arasından belli belirsiz sesler çıkarırken canlılığını yitirmiş saçlarını yoluyordu.
Birkaç dakika sonra kolları arasına alıp salladığı başını serbest bırakarak benimle göz göze geldi. Hızla ayağa kalkarak tez adımlarla cama doğru yaklaştı. İşaret parmağını bana doğru uzatarak salladı. "Beni ölüme terk ettin!" Bağırmaktan sesi yırtılmış, hıçkırıklar boğazına dizilmişti. Gözleri delirmişliğin verdiği nitelikle şişmiş ve beyazlıkları kanlanmıştı. Acınası haldeydi. "Bana istediğim dozu vermeliydin! Beni ihmal ettin!"
"Senin Taehyung'u ihmal ettiğin gibi mi?" Umursamaz tavırlar sergilemeye çalışarak yavaş adımlarla yanına yaklaşıp cam kutunun kapağını kaldırdıktan sonra yemeği içine bıraktım. "İstediğin gibi. Ye bunları."
Büyük gözleri kutuya bıraktığım yemek ve benim aramda mekik dokuduktan sonra çatlamış dudaklarını araladı. Derin bir nefesi özgürleştirip halsizce konuştu. "Öldüreceksen öldür artık beni."
Neden onu öldürmek isteyeyim? Kim insan öldürmek ister ki?
Hiç bir şey demeden ona baktığımda başını sağa eğip suyuma gitme yöntemini kullanmaya başladı. "Hadi, sadece bir şerit." Gözyaşları durmuştu ama kızarmış yanakları hala izlerini taşıyordu. Kurduğu çaresiz cümlelere karşılık kaşımla cam kutudaki yemeği işaret ettim. Dudaklarını birbirine bastırıp yüzünü buruştururken başını sağa sola salladı.
"Çıkar beni!" Arkamı ona dönüp masanın üzerindeki eşyalara bakmaya gittim. Arkamdan "Psikopat herif!" diye avazı çıktığı kadar bağırmaya devam etti. Başımı arkaya çevirip düz bir ifadeyle onu süzdüm. Derin nefesler alıp verirken göğsü hala olası bir krizi barındırıyordu. Omuzlarını düşürüp karşımda diz çöktü. Ellerini çenesinin altında birleştirerek gururunu hiçe saydı. "Tamam!" Gözyaşlarının arasında kelimeleri ağzında geveleyerek konuşuyordu ve biraz da sonlarını uzatıyordu. "Sen kazandın. Ben zavallıyım. Kabul ediyorum. Bana bir şerit ver artık." Sesinin seviyesini umursamadan ağlamaya devam etti. "Yalvarıyorum."
Adımlarımı bir sağa bir sola yöneltirken çenem kasılıp seğirdi. "Kimse kazanmadı." İçimde yükselen sinirle önümdeki sandalyeye tekme atıp yere düşmesini sağladım. "Kahretsin." Elimi saçlarıma atıp ileriye doğru ittim. "Bu adi herif başıma kaldı, Taehyung."
Çaresizliğimi dile getirmemle bir çözüm bulmuş gibi ağlaması aniden durdu. . "Taehyung'u istiyordun, değil mi?" Burnunu çekerek nefesini düzene sokmaya çalıştı. Ayağa kalkıp umutla cama yaklaşarak ellerini yasladı. Sahiplenilmeyi isteyen bir köpek gibi masumca gözlerini yüzüme dikti. Pürüzlü sesini etkili hale getirmeye çalışarak kendini zorladı. "Dürüst olalım. Senin gibi biriyle olmak istemez." Yardımsever bi dost edasıyla gülümsedi. "Sonuçta onu aşık olduğu adamım. Sana yardım edebilirim."
Özgüvenimi kırıp kendini işe yarar kılmaya çalışıyor, Taehyung.
"Bu akşam partiye davet etti." Tek kaşımı kaldırıp çarpık bir gülümsemeyle onu alaya aldım. "Park Seo Joon'un evine."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sugar Burn | Taejin
Fanfiction[Tamamlandı] Küçük bir kitapçıda çalışan Seokjin, dükkânına gelen Taehyung'a aşık olur ve onu saplantı haline getirir. "Aşk için ne kadar ileri gidebilirsin?" *You dizisi uyarlamasıdır*