Davetini reddedip telefonu yüzüne kapattıktan sonra seni aradım, Taehyung. Ama direk telesekretere düştü. Korecedeki en kalp kırıcı üç kelimeydi.
Kim bilir, nasıl bir çift olurduk? Her gece sarılarak uyur, sabah birbirimizi öperek güne başlardık. Seni bir dakika bile yalnız bırakmaz, istediğin ilgi ve alakayı esirgemezdim. Her türlü zehiri sana gelmeden önce ben tatardı. Senin savunma mekanizman olurdum. Herkesin sahip olmak istediği aşkı biz bulabilirdik.
Daha başlamadan böylece sonlanmamalı. Ara beni, Taehyung.
Ceseti yakarak ortadan kaldırdıktan sonra yaşadığım duygusal iniş çıkışların, bedenimde hâlâ kol gezen stresin yoğunluğunun bütün gün koşuşturarak geçirdiğim için bedensel yorgunluğumla birleşmesi beni bitik hale getirmişti. Biraz daha ayakta duracak halim kalmamıştı.
Ceseti yaktığım yerdeki bütün delilleri ortadan kaldırdıktan sonra ateş kendiliğinden sönene kadar başında beklemiş, başıma açtığım belayı titizlikle idare etmeye çalışmıştım. Taehyung'la olası gelecek hayatımız için herhangi bir ihmalsizlik söz konusu olmamalıydı.
Aynı gece depoya gidip Jungkook'tan kalan dağınıklığı da temizlemek istedim, ama üstümde ağır bir yük haline gelen yorgunluk iyice bastırdı. Sadece eve gidip yatmama izin verdi.
Gece yatmadan önce yarın için bir plan listesi oluşturdum. Uyanır uyanmaz ilk işim duş alıp arabayı temizlemeye gitmek, onu hallettikten sonra kitapçıya gidip depoyu halletmekti.
Öyle de yaptım.
Ertesi gün uyanır uyanmaz gerekli temizlik malzemelerini de alıp arabayı tenha bir yere götürdüm. Bagajı temizleyip staril bir ortam oluşturmak çok zamanımı almadı.
Ardından kitapçıya geçtiğimde Yoongi dükkânı açmıştı. O yerleri silerken ben de rafları düzenleyip tozlarını aldım. İşimi bitirdikten sonra kasayı Yoongi'ye emanet edip depoya indim.
Merdivenleri bitirip depoya indiğimde uzun zaman sonra tekrar bir sessizlik karşıladı beni. İçerideki hava kısmen kaybolmuştu, ama cam kafesin içi hala çürümüş et kokusunu silik bir şekilde barındırıyordu.
Bir viladayla yüzümü ekşite ekşite zemini silip masanın üzerindeki her şeyi siyah bir çöp poşetine koydum. Temizliği hallettikten sonra çöpe atma işini geceleyin halletmek için deponun arka kapısının girişine koydum.
İşimi halledip yukarı çıktığımda dükkânda pek kimse yoktu. Yoongi yukarı çıkıp orayla ilgilenirken kasadaki yerimi aldım.
Öğleden sonra dükkân tamamen boşken raflar arasında tek tek dolaşarak yeni gelip kutularından çıkarılan ve müşteriler tarafından alfabetik sırası bozulacak şekilde düzensizce yerleştirilen kitapları toplayarak elimdeki küçük aparatı itekleyerek raflar arasında dolaşmaya başladım.
Kitapların alfabetik yerlerini bulup sanki bu son işimmiş gibi bütün dikkatimi vererek yerleştiriyordum. Bay Kang kitapların alfabetik sırasına ve onların ilk halini bozmadan yerleştirilmesine her zaman dikkat ederdi. Kitapların kenarındaki hafif bir kıvrılmaya bile göz yummazdı.
Bir rafın sonunu getirip öteki rafa yöneldiğimde başımı dalgınca kaldırıp iki raf ötede yana dönük bir şekilde duran tanıdık bedenin endişeli el kol hareketlerini fark ettim.
Taehyung?
Kafasının sol tarafını rafa yaslamış dudaklarını oynatarak sessizce bir şeyler tekrarlayıp duruyordu. Sanki hesaplama yapıyormuş gibi parmaklarını da bu işe katmıştı. Hayır, yaptığı eylem daha çok bir konuşma provasına benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sugar Burn | Taejin
Fanfiction[Tamamlandı] Küçük bir kitapçıda çalışan Seokjin, dükkânına gelen Taehyung'a aşık olur ve onu saplantı haline getirir. "Aşk için ne kadar ileri gidebilirsin?" *You dizisi uyarlamasıdır*