''İntikam istiyor.''
Elimdeki dosya hızla önümdeki masaya çarpıp beklediğimden daha fazla ses çıkarırken ellerim sertçe yüzümü sıvazladı. Hayır Kim Young-woon sadece intikam istemiyordu, adam zaten istediği intikamı alıyordu.
''Adam polisleri öldürüyor. Yine de polisler tarafından korunuyor. Ne halt bu böyle?''
Jongin çatık kaşlarıyla az önce masaya gelişigüzel fırlattığım raporu eline alıp incelerken söyledi. Sungjae istediğimiz kayıtları bulduğunu söylediğinde yanıldığımızı, en azından Min Gyu'nun yanıldığını, falan bulmayı umuyordum. Aksi bu zamana kadar inançla bağlı kaldığım değerleri bir anda yok ederdi çünkü. Bu yüzden elime aldığım kağıtların oyuna geldiğimizi göstermesini deli gibi istemiştim. Olmamıştı. Alınan bütün adli raporlar polislere ya da en azından onlarla ilişkili insanlara aitti.
Evet, Young-woon intikam alıyordu. Kendisini içeri atan ya da buna sebep olan insanları birer birer avlıyordu. Üstelik öldürdüğü insanlar polisti. Ve bu benim neredeyse kafayı yememe neden olacak gibiydi. Çünkü korunuyordu. Young-woon polisleri öldürüp yine polisler tarafından korunuyordu.
''Başım ağrıyor.''
Ellerim şakaklarıma yükseldi. Jongin soğuduğuna emin olduğum kahvesine uzanırken bana kısa bir bakış attı. Ona bakmasam bile üzerimde hissettiğim bakışları bedenimin anında kasılmasına neden oldu. Dudaklarımı yavaşça yaladım.
''Sanırım bugünlük bu kadar yeter.''
Kendi kendime verdiğim söz hatırlayarak gülümsedim. Gözlerim sonunda esmerinkilerle buluşurken gülüşümün hissettiğim kadar yapay olmamasını ummaktan başka yapabildiğim bir şey yoktu.
Jongin gözlerini devirdi. Beceremediğim gülümsemem yavaşça soldu.
''Konuşmamız lazım.''
Bunun olacağını biliyordum. Hatta bundan o kadar emindim ki iç çektim. Haklıydı. Konuşmamız gerekiyordu. Ama açıkçası konuşmak falan istemiyordum. Oğlanla böyle karşı karşıya oturmak bile eziyet gibiydi. Konuşmak o an için yapabileceğime inandığım bir şey değildi. Üstelik esmerin ne söyleyeceğini de gayet iyi biliyordum.
''Aslında...''
Ellerim beceriksizce hareket edip masaya yayılmış kağıtları bir araya getirirken mırıldandım. Jongin sustu. Sessizliğinin benim için şaşırtıcı olduğu ortadaydı ama bu işime gelirdi. Konuşmaya henüz hazır değildim.
''Johnny'le bir işim vardı. Geç bile kaldım. Gitmem gerekiyor.''
Aptalca bahanelerim karşısında en küçük bir tepki bile vermedi. Topladığım kağıtları göğsüme batırırken ayağa kalktım.
''İlginçmiş.''
Öylece çekip gidecektim. Bana inanıp inanmadığı umurumda olmayacaktı. O an için uzaklaşmaya ihtiyacım vardı ve esmeri o kalabalık kafede bırakıp gidecektim. Aklımdakileri boş verecektim. Aklındakileri boş verecektim. Her zamankinin aksine evde değil de bir kafede buluşmamız bile oğlanın bir şeyleri anlamasına yetmiş olmalıydı. Bu yüzden sorularını ya da cevaplarını dinlemeden çekip gitmeyi planlıyordum. Ama yapamadım.
Jongin beklentilerimi yeniden boşa çıkarıyordu. Bana bağırmıyordu. Beni iğnelemiyor ya da benimle eğlenmiyordu. Ses tonuyla ve duruşuyla şimdi karşımda bana bakan bu oğlan o zamana kadar tanıdığım Jongin değildi. Bana yabancıydı. Bana öylesine yabancıydı ki korktuğumu hissettim. Aptalcaydı ama tanımadığım, ne yapacağından zerrece emin olamadığım bu oğlan beni korkutuyordu.