''Planlı bir cinayetle uğraşırken bile daha iyi görünüyordun.''
Kyungsoo'nun bütün o gürültüye rağmen tüm alaycılığını duyabildiğim sesiyle gözlerimi devirdim. Önümdeki bardağa uzanıp içkimi tazelerken yavaşça güldü.
''Chanyeol nerede?''
Tüm huysuzluğumla sordum. Omuz silkti.
''Bu akşam geleceğini söylemişti ama... Dur bir saniye. Senin esmerle kavga etme nedenin bu mu yoksa?''
Ona Jongin'le aramın bozuk olduğunu söylememiş olmama rağmen nasıl hemen anlamıştı bilemesem de bu ürkütücüydü. Kyungsoo bazen o kısa boyuna rağmen fazlasıyla korkutucu olmayı başarabiliyordu.
''Hala geçen seferki dava için kızgın. Neredeyse kendimi öldürteceğimi söyleyip durdu. Sonunda sinirlenip çıktı gitti.''
Kyungsoo fazladan bir buz kalıbı attığı bardağımı uzatırken başını aşağıya yukarıya doğru yavaşça salladı.
''Haklı. Ben de aynı tepkiyi verirdim. Yardım edebilirdi ama polisliği yanmasın diye kendini öldürtüyordun.'' Derin bir nefes alıp duraksadı. ''Sizin Başkomiser'in böylesine delirebileceğini düşünmezdim aslında.''
Geçen birkaç gün boyunca yaşadığım şeyler aklıma gelince önümdeki bardağı sıkıca kavrayıp büyük bir yudum içtim. Kolay olmamıştı. Merkeze bileklerinde kelepçelerle getirdiğim Başkomiser'in sorgulanmasını sağlamak için çok uğraşmıştım. Olayı kapatmak istiyorlardı. Özellikle emniyet amirinin bunun için uğraştığını bilmek için düşünmeme gerek bile yoktu.
Yine de bırakmamıştım. Elimde bir ceset, havaalanına getirilmiş bir silah ve elbette bir görgü tanığı vardı. Bu sadece bir cinayet değildi. Bu planlı bir cinayetti. Her ne kadar Başkomiser bunu aldığı tehditler yüzünden kendini korumak için yaptığını söylemiş olsa da elimdeki diğer belgeler geçmişi kazımam için bana yeterli süreyi vermişti. Başkomiser gözetim altındaydı. Şu an için yargılanma süreci başlamamış olsa da yaptığı bütün eski hatalarını gün yüzüne çıkarıp bunu yapan ben olacaktım. Cezasını aldığından emin olacaktım.
''Benim bir suçum yok. Sadece onu düşünüyordum.''
''Onunla aynı durumda olsan daha fazlasını bile yapardın. Yüzüne kapatılmış bir kapı senin için hafif bile sayılır.''
Elimdeki bardağı şöyle bir sallayıp içindeki sıvının hareketini izledim. Kyungsoo haklıydı. Bunu kabul edebilirdim ama yine de her şey bitmişken öylece yanımdan çekip gidemezdi. Sonunda birbirimizin yanında olmamız gereken bir zamandı ve Jongin salonumda beni arkasından çatılan kaşlarımla öylece bırakıp gitmişti. Bunu yapamazdı.
''Bu akşam gelecek.'' Kyungsoo kaşlarını kaldırdı. ''Ona gelmezse buradan yanımda gördüğüm ilk adamla ayrılacağımı söyledim.''
Cümlemi yan bir gülüşle bitirdim. Jongin'in on beş dakika kadar önce attığım mesajla delirdiğini biliyordum. Onu kışkırtmaya çalışmıştım ve aldığım onlarca cevapsız aramaya ve okumadığım bir o kadar mesaja bakılırsa başarmıştım da. Jongin'i kendi silahıyla vurmak eğlenceliydi açıkçası.
''Barımda kavga istemiyorum Oh. Hem de iki polis...'' Duraksayıp başını iki yana hızlıca salladı. ''Hayır. Asla olmaz.''
Jongin'le kavga falan etmeyi planlamıyordum. Buraya geleceğini ve her zamankinden daha sinirli olacağını biliyordum ama hayır. Onunla asla kavga falan etmeyecektim. Onu kışkırtmıştım çünkü sonunda buraya gelmesini sağlamanın tek yolu da buydu.
''Aradığın kişi geldi işte.''
Kyungsoo yan tarafta ona seslenen başka bir müşterisine gitmeden önce geriye attığı bakışla söyledi. Arkama dönmeden önce büyük bir durumda yarıladığım bardağımı yavaşça önümdeki masaya bıraktım. Karşımda, olmasını beklediğim esmer yerine uzun zamandır yüzünü bile göremediğim kepçe kulaklı arkadaşımı bulmak beni öylesine şaşırttı ki kalkan kaşlarımla bir süre daha az insan olan bir yere doğru adımlamasını izledim. Beni görmemişti ve yanında gülüşüp durduğu, neredeyse kendisiyle aynı boyda başka biri vardı. Yavaşça yutkundum. Bu Kyungsoo'nun daha önce de bahsedip durduğu yeni çocuk olmalıydı.