O akşam için pek çok planım vardı. Biraz çalışacaktım. Aslında bu hafta için ağırdan almayı planlıyordum çünkü Jongin sinirlerimi darmadağın etmişti ama yine de birkaç saat için çalışacaktım. Sonra belki Chanyeol'u arardım. Onunla biraz dağıtırdık. Ya da bir film izlerdik. Onunla hiçbir şey yapmadan bir kahve eşliğinde tembellik yapmayı özlemiştim açıkçası.
Ama tüm bu planlarım o an için erteleniyordu. Çünkü gördüğüm anda kaza yapmayı bile umursamadan yolun ortasında öylece durduğum adamla köşe başında, sakin bir kafede birbirimize bakıyorduk. Benim temkinli, neredeyse gergin halime karşın o fazlasıyla rahattı. Elimde olan tek fotoğrafına rağmen onu kolayca tanımıştım. Ve şimdi o fotoğraftakinden çok daha fazla zayıf görünüyordu. Gözaltları çökmüş ve morarmıştı. Saçları neredeyse tamamen beyazlamıştı. Başka biri olsa birazdan bayılacağını düşünürdüm ama karşımdaki adam fazlasıyla kendinde görünüyordu. Bunu beni süzüp duran gözlerine bakarak bile söyleyebilirdim.
''Kim olduğumu biliyorsun.''
Bunun bir soru olması gerekiyordu ama açıkçası gerek duymamıştım. Arabayı bir kenara çekip ona ilerlememi olduğu yerde izlemiş ve ben karşısında durduğum an bir yerde oturup konuşmayı teklif etmişti. Elbette beni tanıyor olmalıydı.
''Bir polissin. Hatta bir komiser.''
''Adım Sehun. Oh Sehun.''
Gülümsedi. Sipariş ettiği siyah çay önüne servis edilirken oturduğu yerde geriye yaslandı. Garsonun yanımızdan uzaklaşmasını beklerken ikimiz de sessiz kaldık.
''İsmin önemli değil. Beni ilgilendiren tek şey polis olman.''
Polis olmam, hatta onun peşinde olmam onu rahatsız etmiyor gibiydi. Öylesine rahat bir tavrı vardı ki beni neredeyse ürkütüyordu. Sakin duruşu, bozulmayan gülümsemesi, ara ara kalkan kaşları... Karşımdaki adam hislerini kaybetmiş gibiydi.
''Seni şuracıkta yakalayıp merkeze götürmemden korkmuyor musun?''
Omuz silkti.
''Bunu yapabilirsin tabii.''
''İçerideki adamlarına mı güveniyorsun?''
Ondan bir şeyler öğrenmek zorundaydım. Kafamda bir yerlere oturtamadığım çok fazla şey vardı çünkü. Polis bu adama yardım mı ediyordu? O halde neden önceden ona böylesine bir tuzak kurmuşlardı? Ve eğer tam tersiyse neden öldürdüğü insanlarla ilgili davanın ilerlemesini engelliyorlardı? Dediğim gibi, cevapsız onlarca sorum vardı. Artık bir şeyler öğrenmek zorundaydım.
''Gençsin. Genç ve hırslı. Büyük ideallerin olduğuna da eminim. Bakarak bile söyleyebilirim. Bana kendimi hatırlatıyorsun. Eski beni tabii. Şimdiki halime erişmen için biraz pisliğe bulanman gerekir. Bir de o pislik yuvası binadan çıkıp kurtulman. İnsanları güvende tuttuğunuzu sanıyorsunuz ama asıl kurtulmanız gereken şey o hiçbir şeye yaramayan sisteminiz.''
Başını geriye atıp küçük bir kahkaha savurdu. Kaşlarımı yavaşça çattım. Karşımdaki adam kesinlikle ürkütücüydü. Onunla nasıl iletişim kuracağımdan bile emin değildim ama yapmak zorundaydım. O bir katildi ve ben ona gereken cezayı vermek zorundaydım.
''Bana cevap ver.''
Sertleşen sesim ve istemsizce öne eğilen bedenimle bütün her şeyi boş verip polis kimliğime anında büründüm. Bu Kim Young-woon'un hoşuna gitmemiş olacak ki sonunda yüzünde rahatsız olduğuna dair belirtiler gördüm. Kaşları hafifçe çatıldı. Kulaklarından başlayan kızarıklık yüzüne yavaşça yayıldı. Sinirlenmişti.
''Bana karşı polisçilik oynamaya kalkışma sakın. Zararlı çıkarsın.''
Bunun beni korkutacağını düşünüyor olmalıydı. Geri adım atacağımı ya da boyun eğeceğimi... Beni tanımıyordu. En ufak bir fikri bile yoktu. İçimde artan öfkeyle ellerim iki yumruk halini alırken sonunda aynı şeyleri hissetmeye başladığımızı düşünüyordum. Çünkü ben de sinirden delirecek gibiydim.