''sizleri zaten biliyor olduğunuz bir konudan bahsetmek üzere buraya topladım. içinde bulunduğumuz savaşın sonlandığını ve bunun sebebinin tanrıça alyx olduğunu biliyorsunuzdur. sizden bir isteğim olacak, daha doğrusu bu bir emir. tanrıçamıza en iyi şekilde davranılmasını istiyorum. kendisi dün kötü bir olay atlattı...''
soğuk bakışlarla odadakilerin dinlediğinden ve anladıklarından emin olduktan sonra devam etti.
''bunu yapanı bulacağıma yemin ederim ve sizlerin de asla bunun gibi bir işe kalkışmayacağını umuyorum.''
kimse konuşmuyordu, odanın uzak bir köşesinde gülümseyen siyah saçlı bir kadın dışında kimsenin yüzünde en ufak bir ifafe bile yoktu. bazılarının sıkıldığı belli olsa da çok açık etmemeye çalışıyorlardı. kadının sırıtışı imparatorun gözünden kaçmamıştı ama şimdilik sessiz kalmaya karar verdi.
toplantı bittiğinde bazıları rahatlayıp hızlıca yerlerinden kalkmışlardı. imparatora iyi günler dileyip hızla ayrıldılar. bazıları ise aceleci değildi, toplantı boyunca sırıtan o kadın gibi iyi dileklerini iletirken kırmızı gözlerindeki kararlılık imparatoru rahatsız etmişti. kadının ne planladığını bilemezdi tabii ki ama tahta göz koymuş olabilirdi. çoğu kadın kendisini etkilemeye çalışırdı, imparatorlukta sözlerinin geçmesini her şeyden çok isteyenler vardı.
tüm ziyaretçiler ayrılınca o da çok sevgili tanrıçasının yanına gitmek için odadan ayrıldı.
...
victoe gittikten kısa bir süre sonra dün hazırlanmama yardım eden hizmetçiler gelmişti. bugün de beni bebek gibi giydirmelerini veya saçımı yapmalarını istemiyordum, her ne kadar hiçbir şey yapmadan oturmak çok güzel olsa da, bu yüzden bunu dile getirmeye karar verdim.
''acaba bugün ve bundan sonra kendim hazırlanabilir miyim?''
hepsi saşkınlıkla bana dönmüştü. en yaşlı olanları sakin bir sesle cevapladı.
''imparatorumuz bize size yardım etmemizi emretti. nasıl olur da onun dediklerinin aksini yaparız?''
''ben istemediğim sürece sorun olmayacaktır. sizin zaten meşgul olduğunuza eminim, bunları bırakıp gidebilirsiniz.''
çaresiz, onaylayıp odadan çıktılar. bu hepimiz için daha iyiydi. zaten kendimle ilgilenemeyeceksem bu dünyada nasıl hayatta kalabilirdim ki?
çoktan odayı toplamışlardı ve yemekleri getirmişlerdi bu nedenle kahvaltıya geçtim. dün dersimi aldığımdan bu sefer kendimi hepsini yemeye zorlamadan kalktım. aslında, bu kadar fazla çeşit yapmaya devam etmelerine gerek yoktu. dün de bugün de aynı şeyleri yemiştim. sadece bunlardan yapsalar yetmez miydi? geri kalanları belki de çöpe atacaklardı, düşüncesi bile üzücüydü.
hazırlanırken dün ve bu sabah olanları gözden geçirdim. norman ile karşılaşmıştım. korkutucu bir deneyim olmuştu. daha sonra da victor ile olanları düşündüm. yaşananlar aklımda canlandıkça yüzüme bir gülümseme yerleşmişti. bu yabancı yerde bu kadar sıcak hissedebileceğimi hiç sanmazdım.
bugün de dünkü gibi aynı şeyi giysem iyi olurdu ne de olsa elbiseyi sevmiştim ama bu sefer farklı elbiseler getirmişlerdi. dünkü elbise gibi tüllü bir elbiseyi seçtim. elbisenin kolları uzundu ve tüllerden oluşuyordu, açık mavi bir elbiseydi, eteğinin üstü de tül kaplıydı. ayakkabım ise dünkü ayakkabıya benziyordu sadece bu beyaza çok yakın bir maviydi. aynı ayakkabıdan kaç renk vardı bilemiyorum. burası imparatorun sarayı olduğundan pek şaşırmamaya çalışıyordum.
odadan dışarı çıkınca kapının yanında bir heykel gibi bekleyen connor'ı gördüm. onu da dünden beri görmemiştim. beni fark ettiğinde diz çöküp başını eğdi.
''ben çok üzgünüm, çok... ne kadar üzgün olduğumu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. sizi korumam gerekebilirdi, ben-''
elimi kafasına koyunca durmuştu, saçlarını okşayınca kafasını kaldırıp bana bakmıştı. şu an birisini rahatlatıyor olduğumu düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. asıl benim saatlerce ağlamam, sinirimi ve korkumu atmam gerekiyordu. kendi dünyamda böyle bir olay atlatmış olsam üç gün anneme sarılıp ağlardım. annem burada olsaydı ben istemeden bile anlar ve beni rahatlatmaya çalışırdı. evet, victor ile uyumuş olabilirdim ama bu sakin ve ciddi tutumumu sürdürmek istemiyordum. onların tanrıçası değildim, sandıkları kadar özel biri de değildim. burada izleyebileceğim filmler veya oynayabileceğim oyunlar yoktu. sonsuza kadar canım sıkılacaktı. bir şekilde buna da bir çare bulmalıydım.
daha garip olmasın diye elimi geri çektim. yüzümde kocaman bir gülümsemeyle connor'a baktım.
''sorun yok, dikkatsiz olan bendim. o kadar açık bir tuzağı fark etmeliydim. hadi kalk, benim yanımda sürekli eğilip durmana gerek yok.''
beni dinleyip ayağa kalktı, dün onu ilk gördüğüm zamanki gibi bir gülümsemeyle bana baktı, üzüntüsünün geçmesi iyiydi.
...
biraz bahçede gezdikten sonra yapacak daha eğlenceli bir şeyler aramaya başladım. ama neler yapabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
''burada kütüphane var mı, connor?''
kütüphaneden burası hakkında daha çok bilgiye sahip olabilirdim. Ileone kitabını birkaç kere bitirmiş olsam da her şeyden bahsedilmiyordu.
''size yolu göstereyim, tanrıçam.''
sarayın kütüphanesi bir labirent gibiydi. bir sürü raf ve hepsi de kitaplarla tıkabasa dolu... bir sürü de balkon vardı. connor'ın yanından ayrılırsam sıkıntı çıkabilirdi, yine norman veya bir başkası tarafından kaçırılmak istemiyordum. connor'ın elini tuttum, öncesinde düşünmeden bu hareketi yaptığım için utanmıştım ama kaybolmamak için en iyisi buydu.
connor da konuşmuyordu, belli etmeden omzumun üstünden yüzüne baktım, yüzü kızarmış olmalıydı.
''kaybolursam yine çok üzüleceksiniz o yüzden elimi bırakma.''
yüzümü tamamen ona dönüp kafasını salladığını gördüm, gülümseyip raflardan birine ilerledim. ne okusam bilmiyordum, belki de alyx ile ilgili bir kitap okuyabilirdim. kitapların adlarına göz gezdirerek ilerlerken, kitapların kokusu ve etraftaki sessizliğin ne kadar huzur verici olduğunu anlamıştım. belki de artık günlerimi burada geçirmeliydim.
raflar arasında ilerlerken ortada açık bir alan gördüm. bir masa vardı ve masada çalışıyor gibi görünen birisi... bizi fark etmemiş gibiydi, onundeki kitaplara odaklanmıştı. durup dikkatle inceledim. açık kahverengi saçları, kütüphanenin camlarından gelen esintiyle uçuşuyordu. kitaplara kenetlenmiş gözleri sapsarı bir altın gibi parlıyordu.
birkaç saniye düşününce aklım hemen kitaba gitti, bu sebastian'dı. Ileone imparatorluğu'nun veliaht prensi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ileone
FantasyO sabah tek yaptığım bir kitabının üstünde uykuya dalmaktı. Ileone nın üstünde. Ve yavaşça gözlerimi açtığımda gökyüzünden düşüyordum?!!! Tamam bu kötüydü ama düştüğüm yerin bir savaş alanı olması kadar değil. peki ya yanımdaki askerlerin önümde eği...