sabahım her zamanki gibi geçmişti ama kahvaltıdan sonra beni bir sürpriz bekliyordu. dünkü balonun yorgunluğunu tamamen atabilmek için odama dönmüştüm. odada tek başıma kafamı dinlemeyi planlarken kapıyı kapatıp arkama döndüğümde bugün görmek isteyeceğim son kişiyi görmüştüm.
kapının kapanma sesiyle yüzünü bana döndüğündeyse, kaçışım olmadığını anlamıştım. norman tek kelime etmeden bana bakmaya devam ediyordu. kapıya yapışmış bir halde bu durumdan kurtulmak için yollar arıyordum.
kim bilir yine neler olacaktı? hem bu yorgunluğumla hiç çekilmezdi.
''sonunda seni buldum, küçük hanım.''
ben bir şey demeden durmaya devam ediyordum. o ise yerinden kalkıp bana doğru gelmeye başlamıştı bile. kapıyı açarsam gidebilirdim. connor da dışarıda olduğundan ondan kaçmam çok kolay olurdu.
kapıyı açınca gördüğüm şey ise beni daha kötü bir duruma sokmuştu. kapı norman'ın odasına açılmıştı. donup kalmıştım. bunun bir rüya olmasını dilemekten başka şansım yoktu.
norman sırtımdan ittirerek odaya girmemi sağladığında artık pes etmiştim. yaptığım ve yapacağım hiçbir şeyin anlamı yoktu. derin bir nefes vererek olacakları beklemeye başladım.
''bugün dünkü testimize devam edeceğiz.''
''testin bittiğini sanmıştım, zaten sonuçları bana tam olarak açıklamadın.''
''sızlanmayı bırak da otur şuraya.''
masasının önündeki sandalyeyi odanın ortasına, tam önüme, koymuştu. itiraz etmeden oturdum. tek yapabileceğim testin dünkü gibi kolay olmasını ummaktı.
norman önüme geçip büyüyle birkaç çiçek çıkarmıştı. havada uçuyor olmalarını norman'ın büyüsüne bağlayarak pek düşünmemeye çalıştım. dört tane farklı çiçek vardı.
''birini seç küçük hanım.''
neyse ki kolay bir şey istemişti. tüm eşyaları inceledim. beyaz bir orkide, mor bir iris, bir ayçiçeği ve pembe bir karanfil vardı. taşlarla ilgili testimizdeki gibi bunda da altında bir anlam yüklü olmalıydı. çiçeklerin anlamlarını aklımdan geçirince en iyi seçeneğin mor iris olduğuna karar verdim. bilgeliği simgeliyordu. bir tanrıça olduğumu varsayacak olursam en uygun çiçek buydu.
elimle seçtiğim çiçeği işaret ettim. norman kahkaha atarak çiçeği sapından tuttu. diğer çiçekleri de parmaklarını şıklatıp yok etti. yüzünde yine o her zamanki gülüşü vardı. belki de seçimimin arkasındaki düşüncelerimi anlamıştı.
''göründüğünden daha zekisin, küçük hanım. ama bu aslında bir test değildi. yine de bu kararı vermiş olman ilgimi çekti, gerçekten değişik birisisin. al bu senin olsun.''
çiçeği bana uzatmıştı. çiçeği almıştım ama içimdeki sinir her an artıyordu. ben dinlenmek istiyorken beni buraya zorla getirmesinin üstüne bir de benimle dalga geçiyordu! yüzümdeki isteksiz ifade tabii ki de gözünden kaçmamıştı. yüzüme doğru eğilip bir anda durdu.
''bunu ben de bayılarak yapmıyorum, artık çocukça davranmayı bırak.''
delici bakışlarından kaçmak için kafamı yana çevirdim. norman da daha fazla durmayıp masasına gitti. dolapları ve çekmeceleri karıştırıp en sonunda bulduğu bir kristali masaya yerleştirdi. eliyle yanına gelmemi işaret edince hemen yanına gittim. kristal aynı norman'ın bana daha önce gönderdiği kelebek ve karga gibi bembeyazdı ve parlıyordu.
''şimdi bunun üzerine ellerini koyman gerekiyor ama iki-üç saniye sonra hemen ellerini çek. tüm mananın taşa çekilmesini ve ölmeni istemeyiz, değil mi?''
endişeli bir kahkaha istemsizce ağzımdan çıkıvermişti. yavaş yavaş ellerimi uzattım ve ellerim taşa değdiğinde içimden bir şeyler çekiliyormuş gibi hissetmiştim. ardından da hemen ellerimi çekmiştim. birkaç saniyeliğine başım dönmüştü ama kendime gelebilmiştim. ilk yaptığım şey norman'a bakmak olmuştu. nefesi kesilmiş gibiydi. ne olduğunu anlamamıştım ama taşa baktığımda aklımdaki sorulara bir yenisi daha eklenmişti.
taş simsiyah olmuştu. bu ne anlama geliyordu peki? bu testin amacını bile bilmezken sonucu da hiç iç açıcı durmuyordu.
bir anda norman bir elini kafasına koyup yüksek sesle kahkaha atmaya başladı. geri çekilmiştim. bu kadar komik olan neydi anlayamıyordum ama norman'ı bayağı neşelendirmiş olmalıydı, gözlerinden yaşlar geliyordu.
''sen... nasıl bir tanrıçasın ki... böyle?''
zar zor konuşuyordu. aklımı kaçırabilirmiş gibi hissediyordum. benim de gözlerimden yaşlar gelmeye başlamıştı ama benimki eğleniyor olduğumdan değildi. siyah renk kesinlikle iyi bir anlam taşımıyordu. norman ağladığımı görünce kendini toparlayıp elini omzuma koymuştu.
''korkmanı gerektirecek bir şey değil. sadece komik geldi.''
''lütfen doğru düzgün bir açıklama yap.''
sesim çok güçlü çıkmasa da norman kafasını sallamıştı. beni odanın ortasındaki sandalyeye yönlendirip kendisi de yatağının üstüne oturdu.
''siyah kötü bir anlam taşımıyor, yani en azından bence. siyah yıkımı temsil ediyor. yani yapabileceğin büyüler sadece yıkım üzerine olacak da diyebiliriz. sadece yakıp yıkabiliyor oluşun imparatoru ve diğerlerini pek memnun etmeyecektir. bunun üzerine pek düşünmene gerek yok çünkü onlar zaten seni bir kurtarıcı olarak görüyorlar fakat olur da bir savaşı gerçekten durdurman gerekirse, hoş şeyler yaşanacağını sanmıyorum.
şaşkınlığımın ve gülmemin sebebi tamamen buydu. senin gibi birinden taşın rengini sarıya veya yeşile döndürmesini beklerdim. siyah aklımın ucundan bile geçmemişti. bu kadar manaya ve böyle bir yatkınlığa sahip olman çok ironik. sanki bir tanrıça değil de şeytan olman gerekliymiş gibi...''
artık norman'ın yüzüne değil de yere bakıyordum, derin düşüncelere dalmıştım. testin sonuçlarını nasıl açıklayacağımı, verecekleri tepkileri, bu gücün ileride sebep olabileceği şeyleri ve bu insanları nasıl kurtaracağımı düşünüyordum.
''beni odama geri gönderebilir misin?''
''gönderebilirim. sadece bir şartla.''
sinirle kafamı yerden kaldırıp ona döndüğümde bir kahkaha daha atmıştı.
''şaka yaptım. bu seferlik gitmene izin veriyorum küçük hanım, sorun çıkarmamaya çalış.''
elinin bir hareketiyle odanın kapısı açılmıştı ve odamı görebiliyordum. ikinci kere düşünmeden yerimden hızla kalkıp odama koştum. kapıyı da sertçe kapattım, istemesem de kapı kapanmadan hemen önce o tilki gülüşüyle el sallayan norman'ı da görmüştüm.
yaklaşık bir saattir norman'ın yanındaydım. tam kendimi yatağıma bıraktığım anda birisi kapıyı tıklatmıştı. istemeye istemeye içeriye gelmelerini söyledim.
gelen victor'du. ondan sakladığım bir şey vardı bu yüzden onunla konuşmak zor olacaktı. victor'a güvensem de henüz ona sınavdan bahsetmeye hazır hissetmiyordum. ben yatmaya devam ederken gelip yataktakı boş bir yere oturmuştu. yüzünde sevgi dolu bir gülümseme vardı. yüzüme düşmüş saçlarımı kenara çekerken konuşmuştu.
''benim sevgili alyx'im, çok yorgun ve bitkin gözüküyorsun.''
sadece kafa sallamıştım. ağzımı açsam istemediğim şeyler söyleyebilirmişim gibiydi. bir yanım ona anlatmak istese de istemeyen yanım ağır basıyordu.
''seni rahatsız eden bir şey varmış gibi duruyor, ne olursa olsun ben senin yanında olacağım. bu yüzden bana anlatabilirsin.''
o konuştukça irademin kırıldığını hissediyordum. her an konuşmaya başlayabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ileone
FantasíaO sabah tek yaptığım bir kitabının üstünde uykuya dalmaktı. Ileone nın üstünde. Ve yavaşça gözlerimi açtığımda gökyüzünden düşüyordum?!!! Tamam bu kötüydü ama düştüğüm yerin bir savaş alanı olması kadar değil. peki ya yanımdaki askerlerin önümde eği...