Bölüm 20Küçüktüm. Henüz çok küçüktüm omzuma bu ağır yükler yüklendiğinde.
Boyumdan büyük yükler sırtıma kambur olmuştu yıllarca. Dik yürüyememiştim. Altında ezilmiştim defalarca. Düşüp dizlerimi kanatmış, dirseklerimi yaralamıştım.
On beş yaşında bir çocuktum bugün. Annesini yeni kaybetmiş. Babasını hiç tanımamış. Bir aile sevgisi, sıcaklığı görememiş. Hayatı boyunca yalnız kalmış.
On beş yaşında bir çocuktum bugün. Annesinin ölümüne şahit olmuş. Kendi gözleriyle ölüme itilişini görmüş. Yıllarca bu kabusla yaşamış. Bu öfke bu kim içerisinde büyüyüp onu da bitirmiş.
On beş yaşında bir çocuktum bugün. Hem yetim hem öksüz kalmış. Erkenden büyümek zorunda kalmış. Kendi kendine yetmeye çalışmış.
Bakışlarımı ayağımın altında ezilen çimlerden ayırmadan o eski, hayaletli eve ilerliyordum.
En son geldiğimde, geçen yıl bu zamanlarda yine bir insanın ölümüne şahit olmuştu bu ev. Birçok ölümü görmek kaderiydi galiba. İnsanların bedeninin düşüşünü hissetmek, ruhundan süzülen kanı emmekti bu evin kaderi. O yüzden hayaletliydi. Birden fazla insanın kanı gömülüydü içerisinde.
Suç evde miydi, içerisinde yaşayan bizde miydi bilemiyordum. Belki de daha önce yaşayanlar da böyle şeyler yaşamışlardı. Belki evdi asıl problem belki de bizdik. Baştan yanlıştı bu üç kişinin bir araya gelmesi. Suç ya da sebep neydi bilmiyordum ama bu üç kişinin bir araya gelmesi baştan yanlıştı bunu biliyordum. Ne olursa olsun, biz bir araya gelmemeliydik.
Yirmi iki yaşında bir kadındım bugün. Yedi yıl sonra yeniden bu eve yürüyordum içerisinde o adam varken. Annem yokken. Arkamda bu hayattaki tek değer verdiğim dört kişi varken.
Soğuk terler ensemden omurgamı takip ederken vücudum daha fazlası mümkünmüş gibi gerilmeye devam ediyordu.
Birkaç adımla büyük bahçe kapısının önünde durdum ve derin bir nefes alıp kapıyı aralayıp içeriye adım attım.
Çocukluğum gözümün önünde hayat bulup bahçeden koşarak mutfağa girdiğinde unlu ellerini önlüğüne silen annem sinirli gibi görünmeye çalışır bir tavırla koşmamam için uyardı.
"Neyli pasta yapıyorsun anne?" kendi sesim kulaklarıma dolduğunda başımı çevirip mutfak tezgahına baktım ve gözümün önünde gülümseyen anının bir anını bile kaçırmamak için bakışlarımı yüzüne odakladım. "En sevdiğin, bol çikolatalı olandan."
Sevinçle koşup yetişebildiğim kadar bacaklarına sarıldığımda eğilip saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu.
Gözümün önünde canlanan görüntüler silikleşip kaybolduğunda boş mutfakla karşı karşıya kaldım. Elimi kaldırıp öptüğü yere koydum ve gözümden süzülen yaşla birlikte bir beden önüme geçip görüş açımı kapattı. Parmaklarımın üzerinde hissettiğim dudaklar irkilmeme sebep olurken ellerini yanaklarıma yerleştirip akan yaşları sildi ve kollarını etrafıma doladı.
"Düşünme. Düşündüğün, ellerini titretip gözlerini dolduran o şey neyse düşünme Elis." Saçlarımın arasından kulağıma doğru fısıldadı sessizce. "Seni seviyorum, bunu unutma." Birkaç adım geri gidip kollarından kurtulduktan sonra yüzüne bakmadan hızla mutfaktan çıktım ve merdivenlere doğru ilerledim.
Bunca zaman içerisinde bana beni sevdiğini söylemek için seçtiği ilk an bu muydu cidden? Daha erken davranamaz mıydı? Herkesin içerisinde söylemek yerine ilk bana itiraf edemez miydi beni sevdiğini? Ben ona bir kez bile ona karşı ne hissettiğimi söylememiştim bile. Bugünden sonra da söyleyemezdim zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CARPE MORTEM
JugendliteraturHayatını intikama adamış bir genç kızın nasıl olur da normal bir hayatı olurdu ki ? Olamaz.. Annesine yaptıkları yüzünden üvey babasından intikam almaya kalkan bir genç kız. Ona yardım etmeye çalışan ve aynı zamanda normal bir hayat sürmesini istey...